Bu halde halk bireyi, kapsar ama toplumu kapsamaz. Çünkü toplumda; 1-üretim güçleri vardır. Kurumlar ve bireyin bunlarla etkileşmesi, üretim yapması, üretimin refah olarak halka dağılışı alt yapısı vardır. Örneğin toplumda olan bir fabrika, halk değildir. 2-Toplumun, halka; asayiş güvenlik huzur sağlayan, bireylere istihdam sağlayan, halka sağlık, eğitim sunan, konut gibi ihtiyacını sağlayan, halkın ve toplumun hukukunu belirleyen üst yapı siyasi ideolojik oluşumu vardır. Toplum da hukuk vardır, hukuk halk demek değildir. 3- Halk, toplumun; sadece birey yapısı ile kesişip, onu içerir. Birey kişiler halka karışır. 4-Halk topluma, hammadde sağlar. Öğrenci, sanatçı, yazar, ideolojiler folklor, inanç önderleri, vs. bu bağlamda yetenek havuzudur. 5-Halk yetkili kılınarak yürütme erkini seçer. 6-Halk, toplumdan sağladığı faydayı yararları geliştirmeyen, dış ilişkilerle tutumlaşmaların, uyuşup uyuşmamasına tepkilerini, çeşitli biçimde hak ve eylem olarak ortaya korlar. 7-Üst yapıya ilişkin halk tutumları, çok çok, alabildiğine gevşek ve çeşitlidir, gelenekçilik ve inançsal düşünme ve davranışlar çok daha belirgin ve baskındır. Bazı halk tutumu toplum tutumla iç içe geçer, kurumların spor folklor faaliyeti gibi. Ama bunlar birbirini aynılaştırmaz. Sadece bazı ortak yaşamı tutumlarla, kesişim kümelerinde ortak tutum değerlerler.
Daha birçok konu halk kavramında sayılabilir. Halktan kişiler, üretim gücünü, eline alıp üretim yaparsa artık halksal değil, toplumsal davranır. Halk, bir özel yaşam biçimi sürer iken, kişisel tekbenci refahın tüketildiği, modanın, toplulukların etkinleştiği, kişi sevgi nefreti, heva ve heveslerinin sarmalandığı insansal yapı tanımlılıktır. Toplum, nesnellikle, bireyin kılgın etkileştiği, üretme ve ürettirme ilişkisidir.
Sevgili eleştirmen devamla diyor ki;
Aforizma: “”Sistem; evrensel yasalarla sosyal yapıların felsefi bir planda tartışıldığı alandır. “” çok doğru.
Benimde yaptığım bu. İlkem bu. Bunu bir eleştiriye cevaplarken de aynen belirttim. Arapçadaki anlam evrensel ve felsefik anlam değildir. Özgürlüğün, hakın, hukukun toplumsal anlamlarını, özel yaşamdaki(halksal) , kişi hak ve özgürlüğünden ayırdım. Bunları karıştırır olmanın yanlışlarını vurguladım. Ama değerli eleştirmen yukarıdan beri, kavramların ilişkinliğini birbirinin içine girdirip aynılaştırmış. Toplum yerine topluluk diyor ve halk kavramıyla toplumu aynı kılıyordu. Tabidir ki, kalabalığa da toplum diyor. Bireyi, halkla karıştırıyor, halkın birey olmamış kısmını topluma ve üretime marş marş ediyor! Böylece her tür kısırlık yetersizlikler, yaşlılar, çocuklar vs. abur cubur yapılıyor, topluma sokuluyor! Üretimin unsuru yaptırılıyor! Topluluğa ait tutumları, toplum tutumu olarak görüyor! Kavramların ne anlamı, nede anlattığı içlemler, hiç görülüp, ilişkilenmemiş. Ya da cümle savları, bu tutumla yazılmış. Arap’ın inanç bazlı halk kavramının içeriğinde kalmışlık sezilmektedir. Oysa sözcüklerin anlamı da konjonktürledir. Falan sahabenin anlatımı, halkın bugünkü anlamı olamaz kaale bile alınmaz. Tıpkı sahabenin bu gün, deveye bakar tımar yapar bilgisinin, faso fiso oluşu gibidir.
..
11] 2-Toplumsal aidiyetler, belli bir üretim tarzı ve belli bir üretim ilişkilerinin söyleş ildiği aidiyettirler. Buradan yükümlü oluşlardan ötürü, genel birleşmeleri vardır. Toplumsal aidiyetler, bugünkü haliyle, sizlerin yaşamınızı tek başınıza üretemeyeceğiniz denli kolektifçe geçmişli içeriktedirler. Toplumsal aidiyetler, geçmişe indirgenip, ayrılmayan, üretim ve tüketimlerin paylaşım alanıdırlar.
3- Üretim tarzınızın ve üretim ilişkilerinizin, paylaşımlarına dek, düzenleyen sözlen ilmesi; toplumsal meşruiyettik aidiyetinizdir. Ve icabı hal ile değişir olan hukuk birliği aidiyetliğidirler.
4-Toplumsal hukuka dek sağlayışların belirmesindeki tutumlar, eş deyişle, karşılıklı etkileş enli taraflar olaraktan; toplumun bir yurttaşı olaraktan; hak ve görevlerimize dek sağlanıştı olan girişmelerimiz de, aynı zamanda bir demokrasi aidiyetliğimiz olmaktadır.
5-Toplum, hep yeni durumlarla, daima; sözleşen ilkeler aidiyetliğinizdir. Ki demokrasi aidiyetliğinin çalışmasıdır bu. Demokrasi sözleşmenin beliren gücüdür. Demokrasi akla gelip, yakıştırılan; sanı kanı türcü soyut ifadelerimizi, halk sal alanla, toplumsal alana değin oluşla her bir alanlar işleyişinin içine doğru, kendi fantezilerimizin, diğerine yük edilmesi olgusu, asla değildir.
6-Toplumsal karakter; toplumsal bir (namla) patent koyuş aidiyet sözleşmesidir. Ki bilim, kültür, sanat, edebiyat, spor gibi aktifliklerin toplumsal sağlanışına dek başarıların sevinç eşmesi bu aidiyetin belirişidir. Söz gelimi Ay'a ilk gidenlerden, filan toplumun üyesi olmak gibi aiti olukça belirmeler bu kabildir. Ya da ilk sibernetik sistemleri bulan filanca toplumdan olmak gibi. Ya da Nobel almak, sportif başarılar sağlamak gibi. Bunların hiç biri, halkın ödev ve yükümlülüğüyle, etnik tavırlarıyla, genelde başarabilir yükümlülükler değildirler. Üstelik halk sözleşmez. Halk hoşgörüce tutum içinde oluşla bir çeşit cemaatçi görünümleri halkın tutum aşmasıdır.
..
Bir kere toplum ve halk ve siyaset kavramları, kafalarda farkındalık olarak iyice oturmuş olmalıdır. Toplumu halk saymak, halkı toplum ve siyaset görmek, toplumsal siyasetle propagandif parti siyasetlerini eş değer yapmak toplum yönetimlerinin ve halkın en büyük açmazıdır. İkinci olaraktan da, toplumsal kültür olanla, halksal kültür olan, karıştırılmamalıdır. Üçüncü olaraktan da, toplumsal olanın kararını, toplumsal olan, nesnel ilişkilenmenin verdiğini bilmeliyiz.
Türban, toplumsal bir kültür değildir. Sosyal (kişi keyfilikli yaşamı tüketmeli) , halksal ve kişi öznellikli; kişi-kişi, kişi- grup ya da kişi cemaat, girişmeli fonksiyonelliktir. Toplumsal olan; zorunlu olarak, canlı ve cansız bir üretme, üretimi bölüşme, ilişkisidir. Toplum bir tüketim alanı da değildir. Arabayı toplumdan alırsınız, sosyal (halkçı) yaşam içinde de, kullanımını tüketirsiniz. Türban talebi, ne üretimin (toplumun) ilişkileniş zorunluluğudur. Ne de üretimin yaklaşık doğrulukla, dağıtılmasının (toplumsal paylaşımın) bir zorunluluk talebi, değildir. Sizler cemaat ilişkisini, toplumun ilişkisi yerine koyduğunuz an, iş şirazesinden çıkar.
Ki toplumsal bir kurum ve kuralların aidileşme ilişkisi de, toplumsal kültürümüzü oluştururlar. Ne yazık ki inançlar, bunun (toplumsal kurum ve kuruluşların) içinde hiç yer almıyor. Üzgünüz ki toplumsal ilişkilenişler nesnelden, nesnelin üretiminden, üretimin gücünden geliyor. Nasıl toplumu inançlarla düzenleyemezseniz; halkı da, tüm bir nesnelliklerle düzenleyemezsiniz. Halk tam bir soyut inançlar yaşantılaşma alanıdır.
Bunları başardığınız zaman, “her şey tartışılır olmalı” sözünüz bir haklılık kazanacaktır. Her şeyin tartışılırlığının bir alan, zaman, zemin devinmesi içinde, yerli yerinde, olduğu görülecektir. Yoksa her şey tartışılmalı diyerekten, halksal olanı, toplumun başına; toplumun içinde olanı da, halkın sırtına kondurup, boşu boşuna olgu devindirilmesi için kan ter içinde kalmanın, beyhudeliği değildir. Halkla, toplumun ayrı alan olduğunu kavrayamayan insan, nasıl her şey tartışılır deyip de, tartışır olacaktır. Öznel, soyut sığınmaların siperinde veryansın da etmemeliyiz. Az çok alfabesi bilinmeyenin tartışması, kör dövüşü olmaktadır.
Anlaşılır olsun diye çarpıcı örneklerle toplumsal olanı açıklayayım. Bu konuları İnanç Ve Toplumsal Talep, Toplum Ve Halk gibi makalelerimde işledim. Ama yine bazı değinmeleri buradan da belirtmekte yarar var. Çünkü bu konular neredeyse toplumun ve halkın bir can damarıymış gibi tartışılmaktadır. Buradan da, etnik yapılara rahatlıkla sıçranarak aynı bilmelik garabetleri, konu edilebilmektedir. Zaten etniklikte bir inanç ve inanç kültürü gizemciliğidir. Değilse 10 000 yıl ve daha da öncelerinin etnik yapıları ve otantik yaşamsal süreçlerinin neredeyse hiç birisi şu anda ortada yoktur.
..
Bir hücrenin ikiye bölünmesi, tomurcuklanma gibi eşeysiz üreme yerine, eşeyli üremenin evrilmesi; maliyete neden olmuştu. Bu maliyet dışta biyolojik bireyler arası dolaşımla olacak üreme faaliyetiydi. Ve bu üremenin güvence yaptırımı için seks yapmanın yükünü evrim (hayat) , çoğu organizmalar arası ilişki oluşla göze alıp organizmalar bu zahmetlere katlanmıştı.
Yine cinsellik eğilimi dıştan gerçekleşip ve dışta dolaylı oluşlarla ortaya konuyordu. Üremenin dolaylı koşullarla olması demek; bu işte tekil ego eğiliminin yeterli olmaması demekti. Yani cinsel partnerin de bu işe evet demesi gerekiyordu. Bu da cinsellik eğiliminin belirmesi ile sağlanması arasındaki zamanı uzatıyordu. Yani cinsel sağlanma biraz gecikiyordu. Bu gecikme cinselliğin dış çevrimli olması yüzündendi.
Bu gecikmeye bir de sosyo toplum içinde sosyalleşen insanın edimci öğrenmeleri de neden oluyordu. Yani cinselliğin sağlasan olmasındaki gecikmeye etki eden inşalar içinde edimci davranışların da çokça katkısı vardı.. Cinselliğe dıştan etki edişle, cinselliği edimsel etkiyle giriştiren çevre, sosyo-toplumsal çevredir.
Temelde tek bir hücrenin kendisini eşleyişle bölünme yönelcimi olan çoğalma; dışta cinse eğilimiyle sosyo toplumsa yapının içinde yeni ve edimsel tutumlar edinmişti. Bu tutum, üretim ilişkisi kapsamlı oluşla vesile nedenlerle de cinselliğin dıştan düzenlemesiydi. Böylece cinsellik dışta sosyo toplumsa yapı içinde öğrenilen vesileci inşaları da bir hayli üslenmiştir. Karşı cinse yönelmek edimsel öğrenme değilken; karşı cinse seranatlar eşliğinde yönelmek edimsel öğrenmedir.
Vesile neden temel olmayan nedendirler. Ama vesile nedenler de o sürecin ortaya çıkmasına katkın olurlar. Cinsellik bir yandan duygu oluşla sürerken; diğer yandan da mantıki olabilmektedir. Ekonomik tercihler, kişisel tercihler, kariyeri olmak, sınıfsal ve kültürel oluşmalar gibi vesileci nedenlerde cinsel birleşmelerin edimsel seçiciliği içinde oluşla, cinsel partner seçimine az çok katkın olmaktadırlar. Bu gibi seçme ayıklamalar da, dıştan cinsel seçiciliğin sosyo toplumsa kültürle sağlanır olan inşası üzerine bindirilmiş durumdadırlar.
..
Toplumlar, tarihte, ilk emek ürününü biriktirişle, yani toplum: insanın hüner yoğun, aletsel üretiminin ortaya koyduğu bir şekilleniştir. Akabinde bu hal, insanın emeğine sahip oluşunu doğurdu. Bu da, özelleşmeyi (özel mülkü) zorunlu kıldı. Yani toplum; insanın hüneri ile nesnelin yasallığını birleştirip, insanın soyut bilmesi ile pratik kılma yeteneğinin, sarmal üretim ilişkisidir.
Toplumsal yapı da, halksal yapıyı belirleyerek, halksal yapıyla dışsal, ama yan yana, birlik içinde hareketle, hemen organik ilişkiye girdi. Bu birlikte hareket, otoritenin sınırlıkları iledir. Otorite (anayasa-toplumsal mutabakat) , bir toplumsal düzenleniş, bir nesnel oluştur. Otorite yapılan ilke maddenin biri de, din ve devlet işinin ayrı ayrı gözetileceği gerçeğidir. Bu anlayış, dini işin, ait olduğu alana, yani halkın uhdesine bırakılmasıdır. Dinin toplumsal yapıya karışmayıp, toplumda ön görülmemesidir. Dinin toplumda etkin kılınmaması laikliğin otoriter tutumudur. Bireyler ve yöneticiler, kamuda, toplumda, işlerine dini kanaatlerini ve anlayışlarını karıştırmayacaklardı, o kadar. Halk içinde din anlayışlarını diledikleri gibi yaşayacaklardı. Toplum aklın işletileceği, akıl ilkelerinin geçerli olduğu (laik) alan olmuştu. Toplumsal yapıda din kuralının geçerli olması demek, sömürü düzeninin dinleşip, ilahi bir havaya sokulması demekti. Eylemleriyle güvenilir olamayan insanlar, dinsel görüntü ile bunu sağlayacaklardı!
Bu, toplumsal sözleşmenin (otoritenin) : bu kurucu iradenin; içinde halk da vardır. Halk süreçte gerektiğinde, bu otoritenin inşası için savaşım vermiştir. Bu nedenle halk iradesi, geçmiş aslilikle, şimdiye de şamil edilir. Bu halk iradesi otorite; üç erke güçler ayrılığı ile ilke olaraktan yetkilenme dağılımı yapılmıştır. Bu yetkileme, kaynağını anayasadan alır. Halk iradesi bu üç uygulamanın birlikte işleyişi ile soyut olarak gerçeklenir. Mevcut halk, cari otoritenin yetkilenesi ile parlamentoyu seçer, ya da parlamentoya seçilir. Halkın seçip seçilmesi, ne bir hak, ne de özgürlüktür. Yani her hangi bir yönetimi oluşturmak için ille de böyle bir yapılaşma şart değildir. Toplum bireylerinin kurumlarında bir yönetme ve görev dağılımı ile özel yönetilişe katılım vardır. Bu hak ve özgür oluşu sağlar. Esasen toplumun ilişkilenişinden tamamen habersiz olan geniş halk kitleleri vardır. Bunların yönetime aks eder oluşu tartışmalı olmalıdır. Halkın bu pragmatık yetkilenmesi bir zorunluluk ve bir bağımlılık değildir. Sadece yetkili kılınıştır.
Yönetim parçalı, bölüşürsel, sorumlulukların koordine denetilme sorumlulukları ile gerçekleşir. Bu da şöyledir: Yargı, yürütme, yasamadır. Realite ve teamül olaraktan basın halk koordine oluşumu ve etkilemesi, sivil toplum kuruluşları etkilemesidir. Paylaşımlı yönetsel yapı, asli unsurların, toplumu düzenlerken, toplumsal sözleşme denen yaptırımını otorite olarak belirledi. Böyle bir bölüşürlü yapıda halk o andalıkla zaten olamaz. Bu ehliyetin organizesidir. Halk burada sadece icrayı seçer. Kurumları çıkarsal olarak hayati bilen halk, buraların eylemlerine destek Ya da köstek olarak, kurumlar eli ile yönetimde soyut olarak kendini gösterir. Etkileri çok çabuktur ve koordineli olursa belirleyici olur. Yasalar dâhilinde.
Bu da, devlet denen olguyu, yani güç kullanımını ve devletin, toplumun devamlılığını üretim ekseninde ortaya çıkardı. Temel amaç bunların uyumlu etkileşimi ve işletimi ile insanların mutluluğunu sağlamaktır. Ana temel otorite yıkılırsa, toplum ortadan kalkışa bozulur. Çünkü süreçsel yapılar inşanın temelidir.
..
Demokrasi adına gibi bir tanımlama, belirsizliği koruyan bir tanımlamadır. Örneğin; 'Ayşe ve Ali adına, kamu alacaklarından doğan haklar nedeni ile'; bir talep girişmesi başlatılsa; bunun bir anlamı olurdu.
Çünkü, Ayşe ve Ali’nin bilinen bir som varlıkları vardır. Ve Ali ile Ayşe’nin kendi somut olan toplumlarıyla da somut bir ilişkisi vardır. Demokrasi bu anlamda somut bağıntılı toplumsal olacaktan talep eşilir, bir hak arayışın, yol ve yöntemidirler.
Oksimoron, zıtlıklar olan hukuk, demokrasi, laiklik gibi kavramların çelişmeler entegresiyle, sistem dinamiğini bir arada işlev ve denge unsuru kılınmasıdırlar. Hukuk; sistem tutumlarını belirleyip, sınırlarken; demokratik tutumlarınız; hukuka değin olan bu sınırlanmaları ve hukukun belirlemelerini; hukuk ve laikliği yok saymazla, az az kemirir ve yumuşatır.
Ya da demokrasi hukukun kullanımını yumuşatırken, hukuk ve laiklik yok gibi davranmaz. Laikliğin kullanımı; bu iki yapının işleyişine karşı gibidir. Eğer laiklik uygulanmazsa hukuk ve demokrasiyi de ortaya koyamazsınız. Hukuk kişinin tekilci hallerine fazla parçalanamadığı için laiklik ve demokrasiye karşı hukuk biraz ceberut gibi olmaktadır.
İşte oksimoron burada gözetilmesi gereken çelişkin üçlü entegre bağıntıyı gözetebilmektir. Kimi durumlarda demokrasi galebe çalarken hukuk ve laiklik biraz gerileyebilir. Kimi yerde Laiklik yoğunlaşması biraz artarken; hukuk ve demokrasi mini minnacık gerileye bilir. Gel yapılan yerde birazcık git, git yapılan yerde birazcık gel olacaktır. Değilse birisi diğerinin yerini alan bir dışlama ve doldurma olmamalıdırlar.
..