AHMET ZEYTİNCİ SPOR ŞİİRLERİ

AHMET ZEYTİNCİ SPOR ŞİİRLERİ

Ahmet Zeytinci

Hayret, dehşet ve ibretle seyrediyorum. Cümle aynen şöyle''May gat senin cezanı versin''İngilizce bilenler hemen anlarlar ''Allah senin cezanı versin''cümlesinin hilkat garibesi yavrusu, yarı İngilizce yarı Türkçe. Hadi saçma sapan TV kanalları yapsın, yapıyorlar da zaten ama devlet televizyonunda ki bir programda böyle şeyler söyleniyorsa, insan üzülüyor gerçekten...

TRT her zaman dil konusunda duyarlı olmuştur. Biz böyle biliriz. En düzgün diksiyonlu spikerler hep TRT'den çıkmış hâlâ da çıkmaktadır...

Eğer bir ülkeyi sömürgeleştirmek isterseniz zaten yapılacak ilk işlerden biri o ülkenin dilini bozmak, allak bullak etmektir. Bunun tarihte bir dolu örnekleri var, araştıran bulur...

Daha buna benzer gençler arasında da denk geliyorum İngilizce Türkçe karışımı cümlelere, güya komiklik olsun diye bu cümleleri kurarken, aslında farkında olmadan ülkelerine de zarar vermektedirler. Örnek mi istiyorsunuz dolu''Havaryu ne var yu'' bir tane daha''Selamın hello'' başka ''Sitdavn yapınız'' hadi son olsun ''Çok sory"gibi saçmalıklar...

Maç ile yatan maç ile kalkan bir toplum olduk. Çoluk çocuk genç, ihtiyar hepimiz bir takım tutuyor, hepimiz ya maç dinliyor, ya da maç seyrediyoruz. Spor elbette ki güzel bir şey ama bunu fanatikliğe vurdurdunuz mu ülkemizde de saçma sapan olaylar oluyor spor adına. Mustafa Kemal Atatürk'ün şu sözünü her zaman hatırlayalım''Ben sporcunun zeki çevik ve aynı zamanda ahlaklısını severim''der. Hani nerede zeki çevik ve ahlaklı sporcular, ben çoğunda bu spor terbiyesini göremiyorum, siz görebiliyor musunuz?

..

Devamını Oku
Ahmet Zeytinci

Futbol günümüz dünyasında en popüler spor dalı olmayı açık ara sürdürüyor. Başka başka sporlar, boks gibi, basketbol gibi, atletizm gibi, zaman zaman tahtını zorlasa bile, onun seyirci potansiyeline ve insanları çekiciliğine çok da fazla yaklaşamıyorlar... Kazanmak her zaman gurur veriyor tabi ki sporda da başka başka şeylerde de... Son zamanlarda fanatiklik aldı başını yürüdü... Bu sadece bize özgü değil, bütün dünya da fanatizm futbolu, futbolcuyu ve seyirciyi avucunun içine aldı... Rakip takımın futbolcuları ve seyircileri adeta düşman bir ülkenin askerleri gibi gözüküyor öbür takımın taraftarlarının gözüne... Oysa böyle mi olmalı? Hani spor dostluk ve kardeşlikti... Hani sağlık ve zindelik için yapılıyordu bu spor ve onun bir şubesi olan futbol...


Bu gün futbol piyasası dev bir endüstri artık. Ülkeler ve o ülkelerin öne çıkan takımları hem bu işten milyarlarca dolar para kazanıyorlar hem de ülkelerinin reklamını, tanıtımını yapıyorlar... Biz Türkler ise yıllardır başarıya aç olduğumuz için, kazandığımız her başarı gözümüzde büyüyor ve adeta efsaneleştiriliyor, hem basın hem de halkımız tarafından... Hatırlarsınız mutlaka, Puşkaşlı Macaristan'ı elli sene önce 3-1 lik skor ile yendiğimiz galibiyet yıllarca kutlandı, basında ve her yerde konuşuldu durdu...


Eski zamanlarda maçlara giden büyüklerimiz anlatırdı, seyirciler karışık oturduğu halde hiç kimse de birbirine yan gözle bakmaz, kötü söz de söylemezmiş... Şimdi öyle mi? Maç bittikten sonra, cadde de bile rakip takım taraftarlarını görseler hemen paça kasnak dalıyor, dövmeye kalkıyor arkadaşlar. Neymiş, efendim üstünde Galatasaray forması ya da Beşiktaş forması varmış... Yapmayın arkadaşlar, hepimizi bu ülkenin vatandaşıyız. Milli maçlarda, var mı Galatasaray ya da Beşiktaş ayırımı?


Maç kaybeden takım ve yöneticileri neredeyse yemeden içmeden kesiliyor, bunalıma giriyor. Kazanan takım dört köşe hatta beş köşe... Kaybeden takım ters köşe... Maçlar ile hiç ilgisi olmayan insanlara hiç birisi dert değil... Kaybedenler, zannedersiniz ki anaları, babaları ölmüş, zannedersiniz ki memleket düşman işgaline uğramış... Öğrenci ise fanatik arkadaş, ertesi gün derslerine bile odaklanamıyor, sınıfta yüzünden düşen bin parça... Spor yazarları bile takım takım ayrılmış durumda... Tabi bir çoğu bunların eski büyük takımların futbolcusu, haliyle kendi takımları lehine yazılar yazıyorlar, oysa ki tarafsız yazmaları, tarafsız olmaları gerekir...
..

Devamını Oku
Ahmet Zeytinci

Pazar günü havalar güzel olunca, güneş tepede bütün güzelliği ile bize gülümseyince, ister istemez insanda havadan sudan yazılar yazıyor. Dün Cim bom maçı kazanınca bizim de haliyle koltuklarımız kabartma tozu sürülmese bile yine de kabarıyor. Başlıyoruz bugünkü Fener-Beşiktaş maçını beklemeye. Amaan boş verin ya! Fener şampiyon olsa ne olacak Galatasaray şampiyon olsa ne olacak biz bugünlerde her Türk erkeğinin olduğu gibi ekmeğimizin peşindeyiz, sonuçta hepsi yurdumuzun güzide spor kulüpleri. Yeter ki yöneticiler işi ağız dalaşına döndürmesin...

Pazar günleri bütün mesaim, çok önemli bir şey yoksa aileme ve çocuklarıma ait onu hemen söyleyeyim. Bu pazar da öyle oldu. Oğlan arkadaşlarına gitti, hanım da bayan bayana bir toplantıya, bendeniz de kızım ile doğru Gölbaşı'na. Baba kız oturduk bir kafe restoran türü bir yere, ortaya gelsin patates kızartması, yanına iki meyve suyu gel keyfim gel, değmesin yağlı boya. Bazıları diyor ''Kızarmış patates zararlı, bal tereyağı zararlı, kırmızı et zararlı beyaz et yiyin'' vallahi ben her şeyi yiyorum kolesterol de sıfır, tansiyon da, ölçtürmediğimden dolayı, işte böyle...

Göl haliyle deniz gibi değil daha sakin, dalgaları daha az, sanki daha bir dinlendirici denize nazaran. Bizler Ankaralı olarak denizden yana fazla nasibimiz olmadığı için, ufak tefek derelerle, çaylarla, göllerle idare ediyoruz ne yapalım. Ama şunun ile de kendimizi teselli edebiliriz, bizde de deniz olmadığı için İstanbul ve diğer deniz olan illere nazaran daha az kalabalık nüfusumuz vardır...

Göl kenarında Belediyenin güzel bir tesisi var çoğu zaman biz oraya gideriz. İçki satılmıyor, güzel kaliteli restoranları var, kıyı şeridi var çok düzenli veee içinde bir de tesiste tur attıran tren var, kızımda o trene bayılıyor.

Aslında Ankara'nın başka görülecek mesire yerleri de var dolu. Kızılcahamam, Beypazarı, Elmadağ, Nallıhan ama çok da yakın değiller merkeze, o sebep ile her zaman da gitmek kısmet olmuyor, haliyle her şeye ekonomik bakıyoruz çoğu zaman...

..

Devamını Oku
Ahmet Zeytinci

Lise yıllarındayız, genciz, başımızda kavak yelleri ile daha adını bildiğimiz, bilmediğimiz bir sürü ağacın da yelleri... Okuduğumuz lise olan Bahçelievler Deneme Lisesi hem Ankara'nın hem de Türkiye'nin sayılı, parmakla gösterilen liselerinden birisi. Lisemiz adeta bir sporcu fabrikası... Saysam bizim liseden mezun olup da Türk Sporuna katkı yapan isimleri dudağınız uçuklar. Bu vesile ile çok da gurur duyarız her zaman için okulumuz ile... Eskilerden Fenerbahçeli rahmetli Selçuk Yula, Şenol, basketçilerden eski Tofaş ve Milli Takım Antrenörü Tolga Öngören, Burç Alp Yücel, Fenerbahçe Basket Takımından Fatih, adı aklıma gelmeyen daha da bir dolu arkadaşımız var...


Bu kadar spor ile hem futbol, hem de basketbol ile iç içe olan bir lise olur da bizde kıyısından köşesinden ilgilenmez miyiz spor ile hem de basketbolla? Çok uzun boylu hem de iyi basket oynayan çocuklar var lisemizde, biz de onlara özeniyoruz ara ara lakin boy fukarasıyız onların yanında, e tabi boyda dilenemiyeceğimize göre Allah ne boy verdiyse onun ile idare edeceğiz... Boyumuz kısa olduğu için kimse de bize ''Allah boy vermiş kapıp da koy vermiş.'' gibi bir espride yapamıyor. (Çok da kısa değilimdir ha 1.74 şimdilik)


Basket maçlarına gidiyoruz arkadaşlarla hafta sonları Atatürk Spor Salonuna... Amerikan yapımı Beyaz Gölge dizisi izlenme rekorları kırıyor o sıralar televizyonlarda... Ankara takımlarından birinde Ömürden adlı bir gard var, boyu basket için uzun sayılmaz, ama bir zıplıyor aklınız durur, çift, tek, her türlü basıyor potaya o boyla. Biraz ondan ilham kapıp, biraz da lise de ki arkadaşlarımızı kıskanmak mı dersiniz, artık bilemem, ben de basabilir miyim bu çembere diye aklıma düştü bir kere... Ne yapmak lazım, ne yapmak? Sınıfta basket takımında olan çocuklar var. Onlara sordum, bacak kaslarını iyice kuvvetlendireceksin birader, bir de iyi besleneceksin, bal yumurta filan, dediler. Ahmet durur mu? Hemen koyuldum işe...


Gelmişiz on altı on yedi yaşlarına, bundan sonra boyum fazla uzamaz zaten. O zaman yapılacak şey bacakları ve zıplama yeteneğini geliştirmek Ahmet, hadi bakalım ayağına kuvvet. Annemin eski ağır bir ütüsü var ta belki de Birinci Dünya Savaşı yıllarından kalma. Ağır mı ağır bir ütü meret. Ev de yeni ütü de var, annem onu kullanmıyor. Aldım bir gün sapından ayağıma taktım. Ayağımı da on santim havaya kaldırdım. Kaslarımı kuvvetlendirmeye çalışıyorum, bir taraftan da kolumda ki saat ile dakika, saniye tutuyorum. Öf öf pöf pöf ki pöf! Ne de ağırmış, ayağıma takınca ben diyeyim on ton, siz deyin belki elli ton oldu ağırlığı...
..

Devamını Oku
Ahmet Zeytinci

Siz hiç aynı anda iki üç işi birden yaptınız mı ya da yapana rastladınız mı? Gerçekten zor bir olay ama benim bildiğim bu işleri yapan çok tanıdığım var. Bende de oluyor bazen böyle durumlar. Geçenlerde Pazar akşamı elime gazeteyi aldım. Türk erkeklerinin yüzde doksanının yaptığı gibi gazeteyi spor haberlerinin olduğu en son sayfasından okumaya başlarım, öyle de yaptım. O sırada da televizyonda sevdiğim dizilerden biri başlamaz mı? Haliyle o da seyredilecek. Bu arada sitede ki şiirlere de yorum yazmam lazım. Aha da iki iş derken, oldu mu üç iş. Ayak tırnaklarım da uzamış onları da kesmem lazım bu arada. Bir beşinci ya da altıncı iş bulursam herhalde kafayı yerim eninde sonunda.

Çok sakıncalı bir durum gerçekten, üç beş tane işi ayrı ayrı yapmaya kalkıyorsanız zaten çok yoğun bir insansınız demektir. Gazetenin spor sayfası, her ne hikmetse biz Türk erkeklerini çok cezp eder. Fenerbahçe berabere kalmış, Kartal yabancı saha da galip, Trabzon berabere, sonra televizyonda ki o popüler diziye bakılacak, dizi enflasyonu var beyaz cam da, daha sonra da şiirler beni bekler dört gözle, bir de sitem ederler geç kalırsam ‘'Nerede kaldın Ahmet ağabey ya, yorumsuz bırakma bizi'' diye. Tırnaklarını da sonra boş bir zaman da kesiver. Hey dostum, kardeşim Ahmet'im şunları tek tek yapsan da işleri birbirine karıştırmasan. Sadece bunlar ile kalsa iyi. Bir gün dolmuşa bindim. Orta sıralarda oturdunuz mu arkadan paralar tek tek ileriye iletilmek üzere gelir, şoföre ulaşır, şoför para üstü verir, o paralar tekrar geride ki kişilere ulaşır, ayakta gidiyorsanız ve trafik polisine denk geldiyseniz, şoförün talimatıyla bir de çökersiniz, o arada kendi paranızı vermeye ve paranız bozuk değilse üstünü almaya çalışırsınız. İşte size aynı an da yapılan iki üç iş...

Seyrettiğim televizyonda ki bir dizide vardı. Birçoğunuz da seyretmişsinizdir mutlaka dizi oyuncusu geçim sıkıntısı çektiğinden dolayı bir iki işte birden çalışıyordu. Toplumda da birçok kere şahit olmuşsunuzdur. İşportacılık yapan ilkokul öğretmenleri, yine geceleri taksicilik yapan devlet memurları, garsonluk yapan başka devlet memurları saymakla bitmez.

Esnaf olduğumuzdan belirli saatlerde dükkânımız müşteriler ile dolmaktadır. Bir müşteriye hizmet verirken, diğer müşteri başka bir şey istemekte haliyle ona da cevap verilmekte o arada telefon çalarsa haliyle ona da bakacak kimseler yoksa telefonda ki kişi ile de muhatap olunacaktır...

Bir akşam saat yedi gibi eve geldim. Üstümü başımı çıkarıp ellerimi de yıkadıktan sonra sofraya geçtim. Hanım da bir güzel yemekler yapmış ki usta aşçıdır da ha bizimki kendi hanımım diye söylemiyorum. Sofraya bir güzel Ezogelin çorbası geldi. Onu içerken bir taraftan da karşıda ki kızıma derslerini iyi çalışması konusunda nasihatler ederken, diğer tarafta oturan oğluma diploma projesinin nasıl gittiğini soruyorum, her ikisinden de ayrı ayrı cevap aldıktan sonra günlük gazeteyi de dizime koymamış mıyım? Bu arada hanımın gününün nasıl geçtiğini sorup öğrenirim. Maksat zamandan kazanmak... Daha bu işler bittikten sonra İnternetin başına geçilip de onlarca şiire yorum yazılacak, üç beş öykü ve deneme okunacak beğenilenlere yine kayda değer yorumlar yazılacak. Bu arada başımı kaşıyacaktım. Yan oda da ki kızıma sesleniyorum hemen ‘'Kızııım gel de boşsan bir şu başımı kaşıyıveeer.''

..

Devamını Oku
Ahmet Zeytinci

Gıcık kaptığınız sevmediğiniz bir sürü olay ve bir sürü insan ile karşılaşmıyor musunuz sizlerde zaman zaman? ''Ooooo hem de o kadar çok ki aklınız dimağınız durur.'' dediğinizi duyar gibi oluyorum. Altı yedi milyar insan varsa şu yaşlı dünyamızda, altı yedi milyarda değişik karakter var demektir. Haliyle her insanı sevmek mecburiyeti yok, kendinizi zorlasanız bile olmayınca olmuyor. Çoğu zaman insanlara karşı ön yargılı olmamaya çalışırım, tanımaya çalışırım önce insanı, bir kaç davranışını gözlemlerim, esnaf olduğumuz için tanış olduğumuz insanlar çok haliyle...



Hani Tarkan'ın eskilerden bir şarkısı vardı ''Kıl Oldum Abi'' diye... Bazı insanlar gerçekten kıl ediyor insanı ve ben de onlara bu şarkıyı söylüyorum. Kıl oldum abi, kıl oldum amca, kıl oldum teyze, kıl oldum arkadaş. (Burada ki teyze, amca akraba olanlar değil tabi ki) Belki zaman zaman bana da kıllananlar olmuştur, olacaktır da, bunun önüne geçemezsiniz. Hiç birimiz dört dörtlük insanlar değiliz haliyle... Anlatayım bakayım size hangi insanlara niye kıl olduğumu, siz de belki bana hak verirsiniz. Böyle adamlara biz de kıl olurduk tanışsaydık eğer, dersiniz.



Bir ara Saffet Ağabey vardı, gaz çıkartma hastası. Durup dururken gelir yanına gaz çıkartır, bir de güler üstelik, iyi bir şey yapmış gibi... Şimdi bu adama kıl olmayıp da ne yapacaksın? Bir de kokulu bir de kokulu burnun direkleri kırılır vallahi... Son sürat kaçarsın adamın yanından. Başka bir tip dedikoducu Şükran Abla... Laf olsun torba dolsun diye gelir yanına anlatır da anlatır. Dur durak bilmez. Mahalle de onun kızı kim ile flört ediyormuş, bunun oğlu askere gitmemişmiş, esnaflardan Ali Ağabeyin durumu iyi değilmiş, bankalara yüklü miktarda borcu varmış. Sana ne be ablam sana ne? Laf taşıma taş taşı derler bir de. Ayaklı gazete sanki ablam...

..

Devamını Oku
Ahmet Zeytinci

Kim bilirdi acaba bu rezidans kelimesini bir iki senedir bu reklamlar hayatımıza girmeden önce. Birçok kimsenin de tam manası ile bildiğini zannetmiyorum. Ukalalık edip büyük sitelerde lüks daireye rezidans derler diye bir cevap da verip sizi sallayabilir, geçiştirebilirlerde. Sözlük açıklaması da aynen şöyle rezidansın onu da paylaşalım. ''Rezidans; içinde yaşayanlara hizmet veren, sosyal donatılara sahip, güvenlik imkânları olan, teknoloji açısından üst düzeyde olan ve yüksek kaliteli yapı olarak tanımlanabilir.'' ayrıca şu tanıma da bakmalı. ''Rezidans sözlükte, "oturma, konut, ev, ikametgah, mesken, ikamet, konak" gibi anlamlara karşılık gelmektedir.''



Dilimiz, güzel Türkçemiz bu rezidans kelimesini çok çabuk kabul etti gibi görünüyor. Bakıyorum televizyonlarda ki lüks konut reklamlarını hiç kimse ''kaliteli yapı'' kelimesini ya da ''ikametgâh'' kelimesini kullanmıyor. Sanki rezidans kelimesini kullanınca daha mı çok ev satıyorsunuz?



Artık bu lüks konutlar, diğer bir deyişle rezidanslar sosyete arasında birbirine hava atmak içinde kullanılıyor zaman zaman. Benim rezidansım senin rezidansından daha kaliteli ya da benim rezidansım senin rezidansına elli basar gibi uçuk cümleler. Bizim havuzumuz hem kapalı hem açık. Olsun bizim havuzumuzda olimpik havuz boyutlarında. Başka bir karşılaştırma, bizim saunamız var. Sizin varsa bizim de var saunamız hem de iki tane. İyi tamam saunanız var da ev sahiplerinin hepsi neden yine kilolu. Bizim yürüme bandımız var spor salonunda. Bizim de koşu bandımız var ne yapalım. ''Oğlum koşu bandı ile yürüme bandı aynı şey hızlandırırsan olur sana koşu bandı.

..

Devamını Oku
Ahmet Zeytinci

Neyse şu meşhur derbi de bitti de sonunda güzel yurdum rahata kavuştu. Bir aydır sanki memleketin başka sorunu yok gibi derbi ile yattık derbi ile kalktık. Fanatik taraftarlar ölüp ölüp dirildi nerede ise, bir bakıma takımlarını kendileri ile özdeşleştiriyorlar, takım yenildi mi yerle bir oluyor galip geldi mi isterse yüz milyar borcu olsun hiç başka bir şeyin önemi yok...


Yazık çok yazık hem de. Bu söylediklerim bir kulübü diğerinden ayırmadan düşündüğüm, yazdığım çizdiğim olsun. Çünkü az çok bütün kulüplerde fanatiklik var. Oysa Ulu Önder Mustafa Kemal Atatürk ne demiş ''Ben sporcunun zeki, çevik ve aynı zamanda ahlaklısını severim'' var mı bunun ötesi. Hangi kulüpten olursa olsun şike yapan, doping yapan, hakemlere saygısızlık yapan ve bu gibi olaylara alet olan sporcuların bir an önce spor ile bütün ilişkileri kesilmelidir kanımca...


Mayıs ayı geldi, havalarda bir ısınmadı gitti güzel yurdumda. Sanki mevsimler birer ay kaydı gibime geliyor, nisan yağmurları da pek fazla yağmadı, yağmur mayıs da yağar oldu. Dünyanın dengesi değişiyor, düzeni tabiatı arızalanıyor gibi. Bunu da yapan başka kimse değil ha sakın öyle zannetmeyin biz insanlar. Londra Hayvanat Bahçesinde gidip görmüş olanlar az çok bilir, bir aynanın üstüne demir parmaklık gibi çizgiler çekilmiş ve üstünde de şu yazı ''Dünyanın en vahşi hayvanını görüyorsunuz'' tabi baktığınız zaman gördüğünüz kendiniz, yani insan. Hiç bir hayvanın, buna en vahşileri aslan, kaplan, çakal veya sırtlan da dâhil bir seferde yüz binlerce canlıyı öldürdüğünü gördünüz mü; ama insan denen vahşi yaratık Hiroşima'da yüz binlerce insanı, sade insanı da değil, hayvanı bitkiyi bir anda yok etti. Şimdi burada gel de aslanları ve kaplanları baş tacı yapma. Hem onlar hayatta kalmak için bir yerde mecburlar bu davranışa, ya insan?


Bahar da gelince okullarda pikniklerde başladı, her tarafı çiçek kokuları, kedi viyaklamaları, kuş cıvıltıları aldı. Okul çocukları sık sık pikniğe gidiyorlar. Bu arada anneler günü geldi geçti, her ne kadar çoğu baba hazzetmese de anneye alınan hediye parası kendilerinden çıktığı için. Aslında yarım elma gönül alma demiş atalarımız değil mi? Çok da cafcaflı pahalı şeyler almaya gerek yok, önemli olan hatırlamak ve hatırlanmak gerisi teferruat, ufak bir eşarp, bir buket çiçek, bir çift çorap...
..

Devamını Oku
Ahmet Zeytinci

Sabah pazar oldu mu gerine gerine öyle yatıyor insan saat ona on bire kadar. Tembellik edesi geliyor, bir türlü kalkmak istemiyor insan yataktan. Bir zamanlar ''Tembellik Hakkı''diye bir kitap okumuştum galiba sanıyorum Fransız bir yazardı. Onu yazınca hemen Ulu Önder Mustafa Kemal Atatürk'ün sözü de geldi aklıma ''Tek bir şeye ihtiyacımız var, o da çalışkan olmak'' acaba Tembellik Hakkı kitabını zamanında okusa ne düşünürdü Ulu Önder...

Hava ve su insanın iki temel hayat kaynağı, onlar olmadan asla olmaz, işte bu sebep ile biz de havadan sudan bahsediyoruz. Edebiyatta da ara sıra havadan sudan bahsetmek gerek hep ciddi hep ciddi konular yaz insan bunalıma girer kardeşim...

Ha bu arada benim yarışmamda başlamış şu Kenan Işık'ın sunduğu ''Kim Bir Milyon İster'' doğru düzgün televizyon seyretmem ama konu bilgi yarışması oldu mu hoşuma gider. Bazı yarışmacıları Kenan Işık'ın; tabi hak edenleri bozması da hoşuma gidiyor açıkçası, ilkokul çocuğunun dahi bileceği bir soruda zorlanıyorsan hiç çıkma oraya kardeşim sen de...

Öğleden sonra öyle aheste aheste Gölbaşına doğru seğirttik yine. Tabi oğulcuğum yine kendi başına takılmayı yeğ tuttu bizle olmaya, kızamıyorum ne yapalım, onun da kendi çevresi kendi arkadaşları var, haliyle bizimle zaman zaman takılsa da çoğu zamanda takılmak istemiyor.

Bu haftada balkonda oturamadık, ama haftaya bayağı ümitliyim iyice ısınacak gibi sanki havalar. Balkon ev de yegâne nefes alınabilecek yerlerden biri, zamanında balkonlu evi olmayanların çok iyi anlaması lazım beni...

..

Devamını Oku
Ahmet Zeytinci

Kızım daha okula gitmiyorken elinden tutar bakkala ya da markete götürürdüm, götürürken de marş söylerdik beraber ''Başka bir aşk istemez aşkınla çarpar kalbimiz, ey vatan gözyaşların dinsin yetiştik çünkü biz'' bilirsiniz bu marşı çoğunuz, ilkokulda söylemeyeniniz yoktur. Şimdi büyüdü artık eski kadar sık olmasa da yine söylüyoruz bazı bazı, maksat küçük yaşlardan vatan sevgisini öğrensin keratalar...

Şu sıralar herkes maça kilitlenmiş durumda olay oldu, sanki Türkiye'nin Fenerbahçe-Galatasaray maçından başka derdi yok. Adam asgari ücret ile dört kişilik ailesini zor geçindiriyor, hanımına da yalan söyleyip İstanbul'a maça gidiyor, yazık çok yazık anlamak zor gerçekten böyle insanları. Başkan da demeç vermiş ''Cimbom son maçta Fenerbahçe stadında kupayı kaldırırsa ben de kahrederim'' diye. Sanki biri başka ülkenin takımı, meydan muharebesi değil ha yapılan spor karşılaşması, fanatikliğin bu kadarına hiç lüzum yok bence...

Havalar iyice gevşedi, geçen hafta biraz uzandık Gölbaşı'na ama yine de ara ara yağmurlu günlerde olacak, olması da lazım çiftçiler açısından düşünürsek eğer...

Pazar öğleden sonra çıktım bir alışveriş merkezine. Bu sıralar araba ile fazla uzaklara gitmiyorum. Eee benzin aldı başını gitti, beş liraya doğru tırmanıyor, kolay değil arabaya benzin yetiştirmek. Hatırlıyorum da bundan bir buçuk sene önce iki lira yetmiş kuruş civarındaydı. Nerdeeen nerelere gelmiş fiyat. Maaşlara yüzde on zam, benzine yüzde seksen, oh ne âlâ, ben de yönetirim böyle güzel güzel ülkeyi...

Kuşların cıvıltıları çoğu zaman kulaklarımıza kadar geliyor. Pazarları kızımla çoğu zaman site içinde dolaşıp bilumum hayvanatı ziyaret ediyoruz. Köpek var, kedi var, kuş zaten dolu. Kızım illa da köpek istiyor, hanım ile ben de şimdilik karşı çıkıyoruz, almak ile bitse bakımı da var tabi. Ben kedi getireyim kızım sana diyorum, ona da yanaşmıyorlar. Kedi parasız pulsuz, işyerinde ki mahallede daha önce bahsettiğim yavrulardan bir dolu var ki. Biz de işin ekonomik yönüne bakıyoruz haliyle, köpek en az beş yüz kâğıt, kedi bedava, Çakırın yavrularından...

..

Devamını Oku
Ahmet Zeytinci

Geçmiş zamanlarda Ferhan Şensoy'un yazıp kendisininde oynadığı bir oyunun adıydı ''Kahraman Bakkal Süpermarkete Karşı'' diye sahnelendi bir çok kere. Bakkal gibi küçük esnaf takımı sınıfına giren iş sahiplerinin büyük marketler ile olan mücadelesi anlatılırdı iki buçuk üç saatlik bu oyunda. Şimdilerde biliyorsunuz her yanımızda AVM dedikleri büyük alışveriş merkezlerinin borusu ötüyor büyüklü küçüklü bir çok şehirlerimizde...


Küçükesnaf adı üstünde kısıtlı bir sermaye birikimi ile ailesini geçindirip helal rızk peşinde koşan kişi. Bendeniz de o güruhun içinde gurur duyarak gidip geliyorum işime... Bundan otuz sene önce başkent Ankara'da bir, bilemediniz iki üç tane büyük alışveriş merkezi varken şimdilerde bu sayı otuzlu sayıları bile geçti neredeyse. Alış veriş merkezlerinde A'dan Z'ye kadar her şeyi bulmak olası tabi ki bu onların en büyük avantajı. Alışverişinizi yapıyorsunuz, sinemasına gidiyorsunuz, yemek yiyorsunuz, bazılarında spor salonu dahi var. Oysa cadde ve sokaklarda küçücük dükkanlarında geçimini temin etmeye çalışan esnaflar çoğu kere güne bir sıfır yenik başlıyorlar bu durumda. Cadde ve sokaklardan artık insanlar ellerini eteklerini çeker oldular. Oysa ki küçük esnaf toplumun can damarıdır, çimentosudur. O iyi olursa, o güzel para kazanırsa, mutlu olursa ülke de her şey yolunda demektir. Küçük esnaf orta büyüklükte ki işletmeleri, orta büyüklükte ki işletmelerde büyük işletmeleri ayakta tutar.


Mantar gibi her yerde AVM denen büyük alış veriş merkezlerinin yapılmasına sınırlamalar getirilmesi, küçük esnafların korunması açısından çok önemli bir olgudur. Tabi ki AVM ler de gerekli bir ülkeye lakin bunların sayısı ihtiyaca göre ayarlanmalı. Dünya markaları buralarda işletme açıp mallarını çok yüksek fiyatla satmaktadırlar haliyle burada kiralar ve mülk ücretleri çok fazladır. Bu da satılan malların fiyatını astronomik rakamlara yükseltmektedir...


ATO Ankara Ticaret Odası Başkanı Gürsel Baran'a kulak verelim. ''Ticaret envanterinin bulunmaması nedeniyle ihtiyaçtan fazla AVM yapıldığını söyleyen Gürsel Baran AVM'ler cadde ve sokak mağazacılığına zarar vermemelidir.'' dedi...
..

Devamını Oku
Ahmet Zeytinci

Bundan seneler önce,daha rahmetli babaannem ve babam hayattalar.Soğuk bir kış günü,lapa lapa kar var Ankara'da,akşam sohbet ediyoruz; amca çocukları da var.Annem,kardeşim,babam ve ben.Bizim apartman aile apartmanı olduğu için,zırt pırt birbirimize girer çıkarız.Deyim yerindeyse,evler yolgeçen hanı gibi aramızda...

Daha o zamanlar babaannem yüzbeş yaşlarında,sağlıklı dinç,hayatında doktor nedir bilmez.Ara sıra amcaoğlu akordion çalınca bizlen beraber atabarı bile oynar...

Bizim içimizde bileği en kuvvetlimiz büyük amcaoğlu Adnan'dır.Geri kalan üçümüz bir adam etmeyiz.Onun yarı kuvvetine bile erişemeyiz...

Spor mağazalarında bileği kuvvetlendirmek için satılan halkalar vardır; vücut çalışanlar bilir.Adnan abim biryerden almış eve getirdi.Hepimiz deniyoruz sırayla halkayı.Sıkıyoruz ve bırakmadan dakka tutuyoruz.Küçük amcaoğlu Murat iki dakika tuttu,ben iki yirmi filan tuttum,kardeşim üç dakika kadar dayanabildi,halkanın ele verdiği baskıya,en çok büyük amcaoğlu üçbuçuk dakka dayanabildi; bir ara babam denedi o da fena tutmadı o yaşında...

O sırada koltuğunda bizi seyretmekte olan babaannem; şivesiyle de konuşarak''Naydiyersuz ola,o nadurki''dedi.Babam''Anne bu halkayı elimizde böylece sıkıca tutuyoruz hiç bırakmadan''diye cevap verdi.Babaannem''Verin bakayım bir de ben deneyeyim''dedi...

..

Devamını Oku
Ahmet Zeytinci

Lise yıllarında, cuma öğleden sonraları dağılırdık Ankara'nın sokaklarına. Yetmişli yılların sonu seksenli yılların başı idi tarihler. Daha İnternet hayatımıza yıldırım hızı ile girmemiş, adı bile geçmiyor hiç bir yerde, kimsenin bu konuda bilgisi yok. Aynı şekilde cep telefonu da yeryüzün de daha kullanımda değil. İşte o yıllar biz gençlerin en büyük tutkusu, bilardo salonlarında bilardo ve masa tenisi oynamak. Aramızda bu işi çok iyi becerenler olduğu gibi, benim gibi yeteneksiz amatörlerde var; sonradan epey geliştirmiştim ama kendi hakkımı yemeyeyim...

Tunalı Hilmi Caddesinde ki Öztekin Bilardo Salonu biz liseli gençlerin en büyük buluşma yeriydi. Sabahçı olduğumuzdan, cuma öğleden sonraları, çantayı atıp, kravatları çıkartıp, spor ayakkabıları ve kot pantolonları alta çekip doğru oranın yolunu tutardık. Sigaraları da yeni yeni ciğerlerimizle buluşturuyoruz. Sonradan kokusu çıkacak ama serde gençlik var, arkadaşlarımız içiyor biz içmesek olmaz, millete hava basmasak olmaz. O yaşlarda ki delikanlı psikolojisi işte ne yaparsınız?

Cuma günü sabahı bir başka mutlu olurduk. Öğlen saat 13.00 oldu mu son ders zili çalacak demektir ve sınıfta ki kız, erkek bütün öğrencilerin gözü illa ki saatte. Hele bir de son ders, önemli bir ders değilse, beden gibi, müzik gibi, gönül yaylarımız iyice gevşemiştir o dakikalarda. Tatlı tatlı sohbetler olur son derste. Her türlü muhabbete varız gençlik olarak, ceylan muhabbeti, geyik muhabbeti, muhabbetin yüz çeşidi...

Bir de Kızılay'da Sakarya Biracıları var. Çok sık olmasa da, ara sıra oralara da takılıyoruz. İki bira, bir tabak kızarmış patates önümüze geldi mi değmeyin keyfimize. Hesap her zaman ki gibi öğrenciye en uygun ödeme şekli ''Alman Usulü'' yani herkes kendi kesesinden yesin içsin saltanatım var benim durumları diyeyim siz anlayın...

Ortaokula ilk başladığımızda cumartesi yarım gün olan öğrenim daha sonra lise yıllarında kaldırılınca tatilimiz cumartesi ve pazar olmak üzere iki güne çıktı. Bir de sabahçı olduğumuzdan, cuma öğleden sonrada tatil ve iki buçuk gün biz liselilere ilaç gibi geliyordu. Ortaokula giden ve öğlenci olan kardeşlerimiz haliyle bu duruma epeyce bozuluyor olsalar bile, biz de onlara ''Aslanım bu iş sırayla siz de bizim sınıflara gelince aynı şeyleri yaşayacaksınız.'' diyorduk...

..

Devamını Oku
Ahmet Zeytinci

Çoğu zaman sokaklarda caddelerde gezerken tabelaları okumaya özen gösteririm. Birçok tabela firma sahiplerinin karakterini de yansıtır ara sıra. Emlakçi tabelalarına baktığınızda ''Benin Evim'' ya da ''Sıcak Yuva'' veya ''Yuvam Emlak'' gibi benzer isimde firmalara rastlarsınız. Hatta reklamlarına sloganda eklerler filankes emlak ''Yuvanızı yapar.'' ben de o reklamı görünce ''Hadi len oradan derim yuvayı dişi kuş yapar.'' Spor mağazalarına baktığınız zaman ''Atletik'' ya da ''Kros'' veya ''Sportif'' gibi isimler karşınıza çıkar. Gerçi mahalle aralarında bile şimdi kalmadı ama bakkal işletmeleri ile karşılaştığınız zaman ''Bizim Bakkal'' veya ''Aile Bakkalı'' ya da ''Güven Bakkal'' gibi küçük işletme isimleri görüş alanınıza girer. Ha keza o da az kaldı şimdilerde terzi esnafı da ''Altın makas'' gibi mesleği ile yakından ilgili isimler koyarlar dükkanlarına...

Gelelim bu meşhurluk meselesine. Yine hizmet sektörü olan çoğu firmaların tabelalarında görüyorum, meşhur dönerci Abuzuttin Usta ya da meşhur pideci Kahraman Usta ve ya meşhur lokumcu Necati ağabey. Bu örnekleri çoğaltabiliriz. Meşhur leblebici Sinan Usta daha bir sürü meşhur piyangocu Kısmet Abla, meşhur çiğ köfteci Zeynel Birader. Sanki meşhur piyangocudan bilet aldın mı büyük ikramiyenin sana çıkması garanti ya da meşhur bir dönercide yemek yedin mi karnın mutlaka tıka basa doyar. Öyle mi zannediyor acaba insanlar...

''Ağabey şura da meşhur bir lokanta var bir ızgara yapıyor, parmaklarını yersin vallahi, biraz pahalı mahalı olsa da meşhur ağabey bu lokanta Rüknettin Usta'nın yeri gel girelim geçen ben yedim çok güzeldi hem de diyeyim yani meşhur çoook meşhur.'' sonra devam eder '' Yemekten sonra çay kahve ikram ederler hatta onlar bile meşhur, çayları Seylan'dan, kahveleri Yemen'den özel olarak getirtiyorlarmış kominin biri söylemişti.''

'' Hey dostum benim oğlanın işleri iyi gitmiyor, hep zarar hep zarar, senin bildiğin meşhur bir Hoca varmış Ardahan'da nefesi kuvvetli, uzak muzak ama Hoca meşhurmuş, bizim oğlanı ona götürsek de bir okuyup üflese, işleri açılır belki, şimdi normal hocalara götürsek etki etmez, bu meşhurmuş bir ön ayak ol da götürelim şu bizim oğlanı.''

''Aha şu sokağın başında meşhur bir mandalcı var, çok meşhur bildiğin gibi değil bunun sattığı çamaşır mandallarını, ta Çorum'dan Adıyaman'dan, Bitlis'den almaya geliyorlarmış, siparişleri yetiştiremiyor imiş adamcağız. İnternet sitesi bile varmış Mandalizm diye. Mandal siparişini veriyormuşsun bir ay sonraya gün veriyormuş sana, dedesinin dedesinden beri bu iş ile uğraşıyormuş.''

..

Devamını Oku
Ahmet Zeytinci

Bizim gençliğimizde seksenli yıllara denk geldi. O zamanlar nerede İnternet, nerede bilgisayar; ama yine de sosyal faaliyetlerden pek geri kalmazdık. Kimimiz halkoyunlarına giderdi, kimimiz bilardo ve masa tenisi salonlarına, kimimizde karate ve tekvando adı ile bilinen sporları yapardık. Bendeniz Hikmet cennet kuşu da üçüncü sırada saydıklarımdan biri olan tekvando sporuna o meşhur Bruce Lee denen adamın filmlerini seyrede seyrede başladım, bir başladım pir başladım. Kiremitler ve mermerler karşımda tir tir titriyorlardı...

Haftanın üç günü bir salonda arkadaşlar ile hoca nezaretinde ha babam de babam tekvando yapıyoruz. Ter sırtımızdan değil de başka bir yerimizden çıkıyor adeta. Bazen yoğunlaşmak için ha hu hiya diye de sesler çıkartıyoruz. Baştan çok garibime gitse de bu sesler, sonradan arkadaşlarım gibi ben de alıştım. Hızımı alamıyorum bazen antrenman bitiminde sokakta yürürken de hu ha hayt diyorum, millet de bana dönüp pis pis bakıyor ''Deli mi ne bu adam? '' diyorlar. Hiç birine aldırmıyorum. Tekvando aşkı, Bruce Lee amcanın aşkı tavan yapmış durumda ben de, kimse hiç bir kuvvet o aşkı yerlere indiremez...

Hafta sonları salona gide gele bir şeylerde kapıyoruz hocamızdan. Üç ayda bir kuşak imtihanı varmış, biz daha beyaz kuşaktayız, daha ileride bunun sarısı, yeşili, mavisi, kırmızısı, siyahı var. Günler gelip geçtikten sonra kuşak imtihanı geldi çattı. İçimizde bir kıpırtı bir heyecan sormayın gitsin. O çocuk aklımızla yüreğimiz pır pır ediyor hocalarımızın karşısında. Görenlerde sanır ki kuşak imtihanına değil de üniversite sınavına giriyoruz.

Kuşak imtihanına girdik çıktık ve alnımızın akı ile sarı kuşağı kaptık en babasından. O zamanlar daha bekârım. Gücüm kuvvetimde yerinde, yan bakan filan olursa dersini veririm diye düşünürken hop iki üç tane çakal çıktı önüme. Aklı sıra alay edecekler benim ile. Yer miyim ben? Sardılar etrafımı giriştiler bana. Haliyle benim elimde armut toplamıyor, ben de ya bismillah deyip paça kasnak daldım üçünün arasına ''Eee dedim Hikmet öğrendiklerini uygulama zamanı şimdi hakkını ver oğlum yaptığın sporun.'' Her ne kadar sarı kuşakta öğrendiklerim üçünü birden haklamaya yetmedi ise de yine de epey hasar verdirdim haytalara, bizim de az buçuk şakülümüz kaydı desem yeridir. Arkadaşlar sağ olsunlar araba ile beni en yakın hastaneye atıverdiler. İyi ki de atıvermişler, biricik aşkım Gülcan hemşire ile orada o hasta yatağında yara bere içinde iken tanışmak nasip oldu, daha sonrasında evlenmek de kısmetmiş...

Sonrasında bir yaz günü mahallede arkadaşlar ile oturuyoruz. Baktım bizim İsmet iki elini başının arasına almış kara kara düşünüyor ''Ne oldu aslanım ne bu halin Karadeniz de gemilerin mi battı ''dedim. Evlerini müteahhide vermişler, yıkıp yeniden yapacaklarmış ama yıkım için dozer kepçe filan gerekiyormuş, onlarda çok para istiyorlarmış. Dur hele dedim içimden. O sıralarda arkadaşlar ile kırmızı kuşağa kadar gelmişiz hani en mermerlisinden kiremitlisinden. Döndüm İsmet'e ''Aslanım biz senin babanın ananın hayrına bu evi yıkarız tekvandocu arkadaşlar ile hiç merak etme sen birader.'' döndü bana ''Sahi mi diyorsun ağabey'' başımı hararet ile sallayıp omzuna hafifçe dokundum ''Tabi oğlum tabi sen merak etme biz ne mermerler ne kalaslar kırdık alışığız zaten.'' Oradan sevinçle bir gidişi bize bir dualar edişi var ki İsmet kardeşin sormayın gitsin...

..

Devamını Oku
Ahmet Zeytinci

Sonu da güzel aslında ama ben her zaman ilkini tercih ederim. Bahaar, bahardan söz ediyorum canım ilkbahardan. Fazla bekletme sevgilim, gözümüz yollarda özlemle seni bekliyoruz baharım. Hele o beyaz beyaz çiçekler açtı mı, sabahın köründe cıvıl cıvıl kuşlar ve cırcır böcekleri ötmeye başladı mı değmeyin keyfime... Sade benim keyfime mi? Kedilerin, köpeklerin, böceklerin, sineklerin, kelebeklerin, kurbağaların ve bilumum canlının da değmeyin keyfine...

Bakın adı bile yetti daha üçüncü cemre bile düşmemişken. Hadi atın kışın miskinliğini üstünüzden, kışın sünepeliğin i bir kenara bırakın. Çekin ciğerlerinize sabah işe gitmek için yola çıktığınızda baharın o sakin ve dingin havasını. Güvercinler ve serçeler çoktan dallarda ve telefon tellerinde ki yerlerini aldılar bile, çifte kumrular ilanı aşka başlar kısa bir zaman sonra, magazin gazetelerine reklam olmadan asla. Tabiat ana canlanmaya başladı. Bir müddet sonra akşamları camları bile açarsınız ara sıra...

Sanmıyorum ki şair ve yazarlara ilham veren bahar kadar başka bir mevsim olsun. Tabi ki vardır yazdıklarını ürettiklerini başka başka mevsimlerde fazlalaştıran, ama genel olarak bahsediyoruz bu durumdan...

En başta hava kirliliğinin minimuma indiği bir mevsimdir bahar. Kız Çocuklarımıza çok takarız bahar ismini. Aydınlık bir mevsimdir, kışın kısa günleri ve uzun geceleri gider, yerini geceleri bile dışarı rahatça çıkacağımız bahar ve yaz günleri alır. Güzel şiirler ve şarkılar vardır bahar ve yaz üstüne. Hemen aklıma gelen biri ki zamanında ben çok sevmiştim bu şarkıyı herkes gibi. Şöyle devam eder gider sözleri ''Baharı bekleyen kumrular gibi sen de beni bekle sakın unutma, ellerin havada gözlerin yolda bir tanrıyı bir de beni sakın unutma.'' Bülent Ersoy'un ya da Muazzez Abacının o gür sesi hem kulağımıza hem de gönlümüze hitap eder ve mest eder bizi...

Yavaş yavaş hafta sonları, cumartesi ve pazar günü piknikleri başlar artık, çoluğu çocuğu, yaşlısı, genci hep beraber takılırlar. Çalışanlar bütün bir haftanın stres ve sıkıntısını bir hafta sonunda çayırlara, çimenlere, bir de kızgın mangalların arasına bırakırlar piknikten dönerken...

..

Devamını Oku
Ahmet Zeytinci

Orta okuldayız, bir hevesle bir hevesle okuyoruz zannediyorsanız aldanırsınız, tembel tenekenin tekiyiz, bize ders sormayın da onun dışında ne sorarsanız sorun, telefon ile joker hakkımızı bile kullanmadan, hatta arkadaşımız, can kardeşimiz Hakkı'ya bile sormadan cevaplarız ders dışında ki bilumum soruları... Derslerimiz kötü ise de beden dersinden on üzerinden on, on bir her türlü notu alırız, atletik bir yapımız var haliyle, dal gibi incecik sayılırız...



Beden Öğretmenimiz Eşref Bey çok cana yakın, atletik de üstelik, iyi bir Hoca. Eee ilkokuldan orta öğretime geçince öğretmenlerin hepsi bir an da Hoca olmuştu. Siz boş verin o eski dizilerden Hayat Bilgisinde ki hayali tip Afet Öğretmenin ''Hoca Cami'de Hoca Cami'de'' lafına... Hoca hem okulda hem de camide...



Çoğu kere serbest kalsak da beden dersinde zaman zaman Eşref Bey, şınav çekme, mekik çekme, takla, perende, ve köprü kurma, kasadan atlama gibi hareketlerde yaptırıyor bizlere. O zaman bileklerimiz kuvvetli kilolarımız az, şınav da bana mısın demiyoruz, mekik de öyle, lakin, şu köprü kurma yok mu köprü kurma, işte onda şapa oturuyoruz. Eşref Hoca'ya ''Hocam benim idealimde ki meslekler arasında mimarlık, inşaat mühendisliği yok kesinlikle şu köprü kurma işini bana yaptırmayın diyorum.'' tınmıyor dinlemiyor beni, dinlemediği gibi bir de ''Oğlum bunların ileri ki hayatınız da sizlere çok faydası olacak, sonra bana dua edersiniz.'' diyor Hocamız. Allah Allah ne faydası olur ki bana köprü kurmanın, diye düşünmeden edemiyorum. En fazla ileri de köprü kurup torunlarımı göbeğime oturturum, diye geçiriyorum içimden, ona da o tarihte seneler seneler var daha...

..

Devamını Oku
Ahmet Zeytinci

Kuşumuz Uçmaz Kedimiz Kaçmaz Fino Desen Hanım Korkar


Hayvanları seven de var sevmeyende, bendeniz sevenler takımın dahil olduğum için kendimi her zaman bahtiyar hissetmişimdir... Kedi cinsi de köpek cinsi de beni çok seveler, Ahmet ağabey derler de başka bir şey demezler, yok yok onu da demezler de ben uydurdum... Nasıl konuşsun ki kedi köpek biraderler, amaan işte hayvanatlar diyecektim... İnanır mısınız, beni gittiğim banka şubesine kadar takip edip kapıda bekleyen sokak köpeği bile var. Yok vallahi ben demiyorum, cebimde para var gel korumam ol diye, öyle tin tin tin geliyor peşimden...


Eve hayvan alalım mı almayalım mı tartışması bizim çocuklar büyüyünce iyi alevlendi. Kızım ve oğlum köpek de köpek illa diye tutturdular. Bendeniz kedilerden yana kullanıyorum oyumu. Kedi olmazsa kuş da olabilir diye de antiparantez bir düşüncem var... Bizim hanım da ne kedi istiyor ev de ne de it, ay it mi dedim, köpek işte anlayın. Kuşa bir derece, az da olsa sıcak bakıyor onu da kafesten çıkartmamak kaydı ile... Ben de acırım haline kuşun tabiatı ile hapis hayatı yaşayacak kuş kafeste. Arada çıkarmak da lazım, hanım da ''Her yere pisliyor altını da bağlayamayacağımıza göre kafes de kafes illa'' diyor. Ben onun ardı sıra gezer bilumum büyük ve küçük abdestlerini temizlerim Hanım diyorum, oralı olmuyor. Durun canım, durun, daha almadık. Bunlar ev de aramızda geçen tartışmalar sadece birbirimizi üzmeden, kırmadan, dökmeden...


Köpeğin en zor tarafı, her sabah her akşam tuvalet ihtiyacı için dışarı çıkartacaksınız bir kere. Aldık mı baştan benim oğlan ile kız bir hevesle yapar o işi, sonrasında ihale bana ve hanım kalır, arkadaşlarımdan biliyorum, hep böyle oluyor. ''Ama babaaaaaaaaaa dersim vaaaaaaaaar.'' dedi mi çocuklar siz de yelkenleri suya indiriyorsunuz, isterseniz indirmeyin indirtiyorlar... Onlar dersim var dedi mi ben de sinirden kendimi yiyorum ve ''Dersini almış da ediyoooor ezbeeeeeer '' türküsünü mırıldanıyorum istemeye istemeye ya da isteye isteye hiç fark etmiyor. Sonuçta paşa paşa dışarı çıkarıp da gezdiriyoruz kuçu kuçu arkadaşları...
..

Devamını Oku
Ahmet Zeytinci

Herkesin bir dolu zaafı var. Bunlar karşısında bir çoğumuzun iradesi zayıf düşüyor maalesef. Bu durumda da olanlar bize oluyor, eğer ki irademizi güçlendirmez isek, maddi manevi bir takım zararlara uğramamız da kaçınılmaz oluyor...


Eşeleyelim bakalım, ne zaaflarımız var ve bunları nasıl kontrol altına alırız? Almamızda lazım zaten yaş kemale erdi neredeyse dede olacak olgunluktayız. Ta çocukluktan beri devam eden şans oyunları hastalığımdan seneler önce kurtulmuştum lakin kurtulana kadar neler neler çektim, anlatsam ciltler dolusu roman olur. İşte birinci cilt... Önce kare şeklinde spor toto vardı, bizim yaşımız tutmazdı ve annemize imzalatırdık oynadığımız kuponu götürür bir bayiye yatırırdık. Bazen de o toto kağıtları ile amiral battı oynardık. Bir gün hiç unutmuyorum, cebimde param her nasılsa bol, tuttum otuz tane milli piyango bileti aldım. Olta mızı attık başladık beklemeye... Dokuz, on dokuz, yirmi dokuzunda çekilirdi hep bilirsiniz... Yok arkadaş yok, ne ola ki bir tanesine amorti çıksa, o da na mümkün. Sonra Sayısal Loto, şans topu, kazı kazan, daha sonrasında iddia, at yarışı, diğer bir adı da dıgıdıktır hastaları arasında... Düşünüyorum, düşünüyorum, sadece düşündüğüm ile kalıyorum bir yere varamıyorum. Hem param gidiyor, hem sağlığım, hem sinirim bozuluyor. En nihayetinde yok dedim Ahmet bu böyle olmayacak. Sen bu kadar iradesiz misin ki bunların esiri oluyorsun? Bir an önce kurtulman lazım bu saçmalıklardan. Kendi kendime telkinlerde bulunuyorum. ''Ahmet bilet alma bilet alma.'' duruyorum duruyorum tekrar... ''Ahmet Loto oynama Loto oynama bu hafta çekiliş yokmuş zaten oynama.'' aklıma geliyor tekrar ''Ahmet kazı kazan çekme kazı kazan çekme aslına bakarsan o kazı kazıklan kazı kazıklan, yapma Ahmet otuz milyon bilet var büyük para kazanan on kişi yapma etme, gitme.''


Böyle beyin yıkaya yıkaya, (Kendi beynim haliyle) seneler önce kurtuldum, bu işten ki tam da neredeyse bana plaket verecekmiş Şans Oyunları Genel Müdürlüğü... Aman canım istemez plaket milaket, benden uzak Allah'a yakın olun. Gölge etmeyin yeter...


Bir çok Türk İnsanı gibi benim de kilo problemim var. Bu da haliyle sıkıntı yaratıyor. Tahmin ettiniz tabi ki tatlıyı çok severim. Ne yapayım rahmetli babaanneme çekmişim. O bir oturuşta iki kilo baklavayı yerdi de bana mısın demezdi. Hem de doksanlı yaşlarda bile... Ahmet kendine gel sayıyla, yaş ilerliyor haliyle kalp damar rahatsızlıkları, tansiyon, şeker hepsinin namlusunun ucundayım. Birinin bana hem de yüksek sesle söylemesi lazım. Hem de bağıra bağıra ''Tatlıdaaaaaan uzaaaak duuuuuuuuuur adamım.'' Resimlerine bak Ahmet yemesen de sonra da ağzını şapırdat. Ya da tatlı yiyen adam taklidi yapmaya çalış. Yiyormuş gibi yap, hem de yüz kasların gelişir. Geçme pastanelerin, baklavacıların, tatlı satan lokantaların önünden. Tatlıcı gördün mü, karşı kaldırıma geç. Gazete ve dergilerde tatlı hakkında yazılanları okuma, resimleri görme... Merak etme ne yazılar ne de resimler küsmezler sana... Bıraktım kardeşim ben tatlı yemeyi hür iradem ile lakin öyle ara sıra karşıma geçip de ağzınızı şapırdatarak karşımda baklava, çikolata, dilber dudağı, hanım göbeği yemeyin, benim de sağım solum belli olmaz sonra saldırırım hem size hem de tatlılara...
..

Devamını Oku
Ahmet Zeytinci

Tirmanya veliaht prensi, on yıl önce babasının ölümü üzerine başa geçmiş, ülkesini tıngır mıngır, paşa paşa yönetmekteydi. Tirmanya büyük ve verimli topraklara sahip, ekonomik potansiyeli olan, zengin yeraltı yerüstü kaynakları, üç tarafıda denizler ile çevrili, genç nüfusu bol, herkesin burada yaşayıp, burada ölmek isteyeceği nadir ülkelerden birisi idi...

İnsanları sıcak kanlı, dost canlısı ve çok sabırlıydı. Yeni kral babası ölüp de başa geçtiği zaman, bir müddet de fena yönetmedi ülkeyi, ancak daha sonra tüm dünya ekonomik kriz moduna girince, hali ile Tirmanya'da bundan ister istemez etkilendi. Yalnız çiçeği burnunda kral kendince ekonomiyi iyi biliyordu; İngitere'nin kalburüstü üniversitelerinin birinde ekonomi tahsil etmişti.''Bu krizler bize vız gelir tırıs gider teğet geçer teğet''diyordu sevgili halkının gözünün içine baka baka...

Kriz ülkede birçok kişiyi işsiz bırakmış, parasızlık birçoğuna kafayı yedirtmişti . Fabrikaların çoğu kapanmış, bir kısmı da işçi çıkartmış ya da kapasiteyi azaltmış öyle ayakta duruyordu.''Birşeyler yapmalıyım ülkem için halkım için'' diye düşünmeye başladı kral. Birden kafasında şimşekler çaktı, beyni iki kat daha hızlı çalışmaya başladı, halkının mutluluğu için herşeyi yapmalıydı. Tasarruf tedbirleri alacak, ülkesini darboğazdan tabiri caizse ''tereyağından kıl çeker gibi'' çekip çıkaracaktı. Başarılı olursam tarihe bile geçerim diye kalbinden geçiriyordu ara ara...

Sabah makamına geçti, büyük bir şevk ve heyecanla içi pır pır ediyordu. Kırmızı yeşil karışımı telefondan hemen ekonomiden sorumlu bakanını aradı. Yumuşak ve gayet babacan bir ses tonu ile''Filankes fişmekan, müsteşarınıda al yanıma gel hemen, sana diyeceklerim var'' dedi...Bakan müsteşarı ile birlikte bir müddet sonra kralın sarayına dühul etti. Karşlıklı koltuklara oturup hal hatır sorma faslı bitince, kral bodozlama konuya girdi...


-Sayın bakan, sayın müsteşar, zor bir dönemden geçiyoruz bildiğiniz gibi...
..

Devamını Oku