Söz Yontusu
bulutların üstünden
düşerken ışıldayan kuş tüyleri
okuyabilir misin beni
gün sarsılıp tutar mı geceyi
kuma bile yazarım
gel-gite kapılan gözleri
suyun aşındırıp yarattığı taştan
şiddetini çözerim kavganın
okyanus renk verecek korkak masmavi bir çığlıkla
derinlerde köpek balığı kokusunu almış martılar
yakamoz ve sürüyle balık saplanacak kıyıdan kıyıya
gök mavi, deniz mavi bir ömür ellerden kaydı kayacak
suyla tanışan bulut, buluta kırgın su barışacak
sessizliğine sinmiş gecede
yıldızlar gözlere eş akşam karasını sarınacak
birbirine çarpmayan kelimeler arayacağız işte o zaman
resimlerde boğulmayacak kelimeler
tam çözmeye başlamışken tonunu
çekileceğiz sözsüz bir yanından sayfaların
yığılıp kalacağız bulutların karnına
uzaklaşan bir gemi ufuk çizgisidir hâlâ
konuşmak isteyeceğiz ama en çok da susmak yakışacak
kelimeler tutunmuş kelimelere asalak kelimeler
kaç dilden anlatsak buluttur denizde yatan gök mavisi
kaç dilde dile geliriz göğsümüzü yarsalar
inatsa inat sıkılacak kemer de yok artık
söylenmemiş sözler kurtulacak
parmaklarıma uzanınca doğacaksın her sabah
iki yamaç arasında durgun geceden
tut elimden gireceksen kanıma elini ver elime
bir tutam toprakla beraber kopan kuru bir dalsak eğer
umut var nereye eksen tutar bir tutam kökle sökülünce kuru dal
sögüt kırılmamak için eğilir meşenin bükülmezken bileği
kırağı çalar zamansız meyveye durmanın acemiliğini
nedir hayat
birbirini yiyen iki göz gibi çok imge lazım bana
kulak kulağa versin sırrını seni sarıp saklasın içinde
her baş kaldırışında örtüp sözü kapayacak
geriye sadece senden uslu bir adem kalacak
kavga hayatsa, hayatta kavga... birini alsan biri kalmaz
gözünde iki adım koca bir dünya
bir ucundan bir ucuna duvarın kefi tutardı hâlâ
hayat mı arşınlamak duvarı
duvarla konuşup resim yapmak
toz olmak köz olmak savrulmak
altında ıslandığım dolunay anlamlı koşturmak için
naska çizgileri mi yoksa pramitler mi
firavunlar mı nemrut mu
yükselen gökdelen mi yoksa
kaplumbağalar geliyor aklıma evi sırtında
bir su altında ölmüş ama bana bakıyor
bir de adım atsa mayın patlayacak
boğulmakla bir bakıyor
bakıyor birisi ölü birisi henüz diri
en çok kaplumbağalar geliyor aklıma
ters çeviriyor biri gidiyor
kendi başına doğrulamayan kaplumbağa
açlığını yendi diye iki fasulye kökünde
canından olan kaplumbağa
yüz yıllarca yaşamış orada
tersine dönmeden dünya
bir yılanın fareyi yutması da hayat
bir farenin yılanı yemesi de
gel kov sineği
gel kör arıyı uzaklaştır kanamış etinden
gel kandan kopar gözlerini
çarkı böyle döner bu dünyanın
gel önünde dur gel kurdu yedir kuzuya
çarkın özü ters gel öldür beni kurtul bu azaptan
çevirecek olan çevirsin özü diriyken
sıçrasın dursun kurbağa
göl kendinin sansın, avunsun
seni alıp atmalı iki yamaç arası o çukur şehre
ara dur orada direngen meşeleri
kaçıncı yangındır, kaçıncı sürgün
kaçıncı bilinmedik yollara düşmüşlüğüm
anlat kadın bulutlara onlar anlar dilimden
güneş hep benimleydi demir parmaklıktan sızarken
hep inandık ne oldu
güneş doğudan doğdu
hırçın biri vururken şamarı güneş mi sarsıldı
yoksa batıdan mı doğdu özgürlük
hey özgürlük bulutların üzerinde serilmiş bekler
yeryüzünde girmediğim karanlık kalmayıncaya
tenezzül etmem uyumaya
gel uyut, gel elimdeki ekmeği al
gel bana dilini öğret
nasıl öldürülür insan
ben doğurmak için çekerken en katlanılmaz sancıyı
gel çıkar kalbimden gözlerimle verdiğim seviyi
sen uyu kadın saç tellerinde dolaşırım haberin olmaz
sen uyuma yeryüzünün laneti
kendime gelinceye diyeceğim
uyan be kadın gözünün ışığına doyur beni
yoksa denizi mi kurutturacaksın bana
güvenme dalgaların vuruşuna
gel - gitlerine bu dünyanın
elim değmişken ela göz yeşil göz
ağaç çalı çırpı gün batımı ne varsa
hepsini sökeyim
çok yaklaşırsan gel - gitlere
oradayım bilesin
madem kaburgamdan doğdun
kestiğim tırnakları yolluyorum sana
köhne karanlığı kazman için
haydi durma kaz kurtul bu cehennemden
kim doğmuş kaburgandan
iki benli bir canım var konuşturur dururum
kadın da erkek de kaburgalarını kırmalı ki
iki damla aksın gözden göğse
gel `sen ben yok` oyunum gel
gel benim bizim sizim
doğuracaksan özgürce doğur aşkı
kölenin aşkı olmaz
köle pazarında esir düşmüş sözü tutuklu düş
hani elimi tutacaktın
bu an, o an mı şimdi
elini korkak alıştırma tut dedim
sana deseydim keşke ama kendime dedim
gel tut benim bizim sizim
güvercin ürküyor kartaldan
ah kartal da ürkseydi ya güvercinden
yem olmazdı insan
her zaman takılacak bir yer olur
ne kartallık söker ne güvercinlik
en yükseğinden zirvelerin atlamazsam
alır kucağından gelincik kenarına bırakır gider bulut
ben ve gelincik kalırız
su yürür sonra damar damar ilerleriz hayata
vuran rüzgar da bizden damarda akan da
yeri yok gidecek artık rüzgarı yaratan deniz,
dolunay çekimi gel git
dalgalardır, dalgalardır evet beni sana getiren
bu dalgada kesilmiş rüzgarım
kuma gömülür kalırım sıcağında temmuzun
hem kum yakar hem güneş
taş olsa yanar ben yanmam
derim yanar ayrış derim benden de
dudağıma düşerse su damlası su yanar
bu temmuzlar kaç gün sürer
sen bir kum tanesi ben bir damla
yazın buharlaşırsam eğer, kışın donar kalırım
damla hiç kendi kalamaz kumun çekiminde
kum emdikçe suyu değişir
bu çekimden ne serpilir ne yeşerir
ne serpilir de yeşerirse o tat verir
gerisi denizle kum arasındadır
gel ortasını bulalım sen bir kum tanesi
ben tuzlu bir damlası denizin
ikimizde ordan geldik o köpüklü dalgalardan
ikimizin de bir anası
göz yaşı kadar bir damlayı bindirip dalgalara
çarpa çarpa kayalarda öldürmek var
gel ayıkla ne kaldıysa
hangisinde yağmur hangisinde şimşek yüklüdür
şimşek olsun bulutum kavgaya bayılırım
kardeş mi olursun, kavgacı mı
kavgacıysan başımın tacı
güneşte göz kamaştıran kum tanesi
ışıldayıp gelmezsem havada vur beni
bulut görsün ağlasın ölümüne dölünün
işte deniz mavidir hâlâ
işte güneş gülüp de geçiyor seninle kavgaya
içi çekilmiş kılcallarından köklerin sızısıyla doğar gün
ne insafı var ne amanı
gün benim, yani sen yani özgürlük
çekim çekim çekiyor kendine öz
yani barış demek değilse gün
ve gür kavgadaysak barışa gebe
sen deniz ben dalga olurum
sen deniz ben balık, kulaç atar dururum
sarıp sarmaladım imgemi
bir tutam söz kırıntısı cebimde
yosun tutsun imgeleri ben canımın peşindeyim
can bu can yarısı senin, yarısı bin bir parça
denizin, güneşin, dalganın, kayanın
bir parça da benimse eğer
en küçük hücresinden doğmasını bilirim
yelkenleri aç yüzsün gemi
yolcular eski yolcu değil dalgalar okşuyor gemiyi
kaptan da değişti ve dikine vurmuyor güneş
ufuk göründü gölgelerse serin mi serin
bak bulutlara onlar da yön değişti
doğudan batıya esiyor rüzgar kuzeyden değil
bu iş böyle olmaz kırıp kalemin ucundaki korkuyu
dele deşe yazmak
dele deşe söve seve sarsa sarsa yazmak gerek
köleliğin ana dölünü geçtim insana geldim çoktan
insanda kıvranan o yan duman duman saran
eğil diyeyim kulağına dağılıp gidemeyesi nedir
başı neden dumanlı derler bilir misin dağlara
neden kocaman of çeker yiğitler
ağlamamak için öfkesinin yarısını bir öff'te çıkarırlar
yarısı kalır güçlerinin
düşmanına değil, döner dostuna yedirirler
off ki off haydi kadın göster yiğitliği,
hayatın senle başladığını
bu çekimden serpildiğini
sen bir kum tanesi ben tuzlu bir damlasıyken denizin
bir başka çukur açacağım
içine çamur sonra ona aşık ben
çamura deniz tuzu katacağım ve kanacağım
işte hayat orada başlayacak
ve güleç yüzlü çocuklar el ayağa bakmadan büyüyen
çamursa çamur diyecek seven
bata çıka sevecek çocuklar sarılmışken birbirine
ayırma renkleri ayrı diye gülün güleç yüzünü
nasıl da şaşarım çocuk analığımla
doğurmuşum da karanlığın hükmüne sütüm fışkırmış memeden
büyümüşüm masumca parçamla buluşmuş da kendim olmuşum
can vermişken can katmışım kendime ki özgür doğmuşum
hoş geldin bebek hoş geldin insan
doğmak yalın bir gerçek bir olgu sadece
özgür nedir bilmez bile
sadece doğar günes gibi karanlığı yırtarken
sıcak olduğunu bilmeden sevinin
öylesi adsız gelişlerim işte
dünyaya saçılan her zerremde
tek sihir aşktır parçalanan hücresi
yarına doğan yeni bir dünyadır ellerimde ışıl ışıl
göz bebeğim söz bebeğim öz bebeğim
yüreğin yüreğimdir rengim
ileriye bir adım, buydu bütün hayatım
gerisi gelir zincirsiz kefensiz
peş peşe aşk doğar elbet
benle başlamıştır ilk hareket ve benle vardır
of ki of kara yazmalı dünya
hücrelerin mi parçalandı yoksa
toprak yatağımsa / kefi yorganım
okyanustan geliyor az buz değil
ben insandım ne çamurdan ne kaburgadan
anamın döl yatağından ağlayarak doğdum
martılar nerede bilmem gülen sesleriyle
düşe çeyrek kala sağır mısın be adam
dalga dalga denizden denize dağdan dağa kanatlanıp uçmak
çığlıkları cebimde martıların
delik deşiktir cebin çığlığın canı çıkmış
bin çığlığı takmış köpüğe
hayatı getirir, yağmur da ne bu selde
çığlıkları cebimde martıların
kurudu gözüm ıslandı hece
henüz boğulmamış susmamış bu yürek
bir kavga başlattım bu gece
senden habersiz söz yonttum hecelerden
süzdüm kendimi hayır süzmek değil
elekten geçtim
öyle ki elek de ben elenen de
harca tutun beni şimdi
üç duvar ekleyip de içinde bıraktım kendimi
tek tanık yıldızsız gece
ve o dağ sırtının ağrısı şelale
en beyaz köpüğe ben bindim
en diri sözün eriyle yüzdüm
koyun koyuna aşk söküldü tan yerine
doğdum iç içe yaratılan gün ve gece ile geldim
hayat hangisinde başlar
günde mi gecede mi
yarısı senden çıkan öfke
hoş geldin nazlı bebek yarısı ben başkası yok içinde
hepsi ben hepsi sen senden içe insan
kendine ana olup kendini doğuran
ey nemrut, ey firavun eyy çağımın en barbar sistemi
çıkar al batan güneşi
gel de durdur suya yürüyen ay gölgesi
tut yaprağımdan savur gücün varsa
dönsün tersine
yoksa diz çök insanlığa gerine gerine söyle
Evin Okçuoğlu- Ercan Cengiz
Ercan CengizKayıt Tarihi : 16.2.2009 23:47:00





© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.
kaçıncı yangındır, kaçıncı sürgün kaçıncı bilinmedik yollara düşmüşlüğüm anlat kadın bulutlara onlar anlar dilimden güneş hep benimleydi demir parmaklıktan sızarken

TÜM YORUMLAR (3)