Sonra'ya Kaç Var? (Öyküsü)

Sevim Türkoğlu
1959 - Gelecekteki geçmişimizde izimizi sürmek...
34

ŞİİR


0

TAKİPÇİ

Sonra'ya Kaç Var? (Öyküsü)

Gözlerimde yaşanmışlıklarım dizilerek uzanır sonsuz sonraya her an yola çıkmaya çağırır.


...

Oğlumun sesi geliyor kulağıma... Küçük, yumru, naif elleri ile çenemi avuçlar, kara zeytin hüzünü bakışlarını dikerdi yüzüme.
- Anne, babam evimize gelecek di'mi?
- Tabii oğlum
Derdine derman olmazdı yanıtım.
- Evimizde, yatağımda, masal anlatacak, bi de omuzlarında oturarak ayaklarımı aşağı sallandıracağım değil mi?
Tek soru, cevapla yetinmez, ukdesinde özlemle canlandırdıklarını her defasında, farklı soru yığını ile soluksuz sıralardı. Babasından söz ederken, onunla yoğrulduğu anlar göz bebeklerine yansır, ışıltısı içimi aydınlatırdı. 'Kara böceğim, yaşam sebebim. Yarına çağlayanım.' Ona olan sevgim nedense korkuturdu beni. Babası da yere göğe sığdıramazdı onu. Başından belli idi, sorunsuz sevecen olacağı, doğumu da öyle kolay olmuştu ki. Kundakta pudra, süt karışımı kokulu böcül halini kollarımla sarar, bırakasım gelmezdi. Biricik oğluşumuzdu. Hep akıllı bakardı, her şeyi kavramaya çalışırdı sanki. Tabii okuyacak adam olacak, dimdik sağlam ayakta duracaktı.


...

- Babam da bizimle gelebilse ne güzel olurdu di'mi anne?
- Evet oğlum ama bırakmazlar ki. Bitecek oğlum bitecek, yine eskisi gibi hep beraber olacağız.
- Ne zaman?
- Sonra oğlum, sen onu hep çok sev, belki o zaman daha kısa sürede gelir.
- Babam da beni çok seviyor di'mi anne, bana hep çok sevdiğini söylüyor.
Geri dönüş otobüsüne her bindiğimizde sıcağı sıcağına değişmezdi aramızdaki sohbet tarzı. Babasının yokluğu iki seneyi bulmuştu. Üç buçuk yaşındaydı. Gittikçe daha çok arar, varlığının eksikliği onu hırpalar olmuştu. O'nunla son gidişimizde babasının boynundan çekip koparmakta çok zorlanmıştım.


...
Gece onbir arabasında anne, oğul dönüş yolundaydık. Uyku zamanını çoktan geçirmişti. Kalkıştan bir süre sonra ışıklar da kapanınca;
- Hadi oğlum suyunu da iç ve başını dizime yasla, güzel güzel uyu artık e'mi güzel oğlum.
_ Peki anne, babam uykumda öper beni.
Kucağımda kıvrılan narin bedeni kısa sürede gevşemişti. Benim de oturduğum yerde içim geçmek üzere idi.

...
- Anne çişim var.
Gözümü açtığımda otobüsün içi aydınlanmış, ışıkları yanıyordu. Mola yerine varmıştık. Yolcular sıralanmış koltukların arasından geçmeye çalışıyorlardı.
- Tamam yavrum şimdi götürürüm seni.
Otobüsten indik.Tuvaletlerin bulunduğu bölüm, oldakça karanlıkta kalıyordu. Yanaşan araçlardan, inen insanlarla kalabalık oluşuyordu. Yine de dikkatli olunmalıydı, ürpertici idi. Oğlumun ihtiyacını gidermek biraz zaman almıştı. Uyku sonrası iyice açılmış, bıcır bıcır konuşması kesilmiyordu. Yolculardan bir iki kişi kalmıştı.
Teretdüt etsem de, benim de girme ihtiyacım vardı. Oğluma;
- Şimdi anne de yapacak yavrum, sen kapı önünden sakın ayrılma burada bekle e'mi, diye seslendim.
- Peki anne
Tedirgindim, çok kısa oyalandım. Acele ediyordum. Bu arada tıkırtısını duyuyordum. Çıktığımda, kapı dibinde bıraktığım oğlum yoktu. Görünmüyordu.
- Allah'ım yavrum neredesin? Diye seslendiğimi anımsıyorum.
Aynı anda dışarıdan duyduğum acı acı çığlıklar kulağımı deldi.
Oğlum! .. oğlum! .. Oğlum! .. Oğlum! ..
Allah'ım benim canımı alsaydın...

...


Beş kardeşin ortancası olarak yokluk, yoksunluk içerisinde sessiz, sakin, ezik büyüdüm. Bizimkilerin çocuk sevmeyi becerebilmesi pek olanaklı değildi. Koruyorlardı kendilerince sadece. Orta iki'den ayrılmakla ev işlerini üstlenmek evin tek kızı olarak bana kalmıştı. Şikayet nedir bilmezdim. Hep yapılması gerekenleri gözetiyordum. Kardeşlerimden sadece biri meslek lisesini bitirebilmişti.

On dokuz'umda tanımıştım o'nu. Mahallemize yeni taşınmışlardı. O da yirmi beş'inde konuşkan, girgin tavırları ile ben dahil herkesin dikkatini çekmiş, kısa sürede kendini benimsetmiş, kendini sevdirmişti. Taksi şoförlüğü yapıyordu. İçim ısınıvermiş, üç ay sonunda ona kaçıvermiştim. Öyle uzun süre flört edilemezdi bizim buralarda. Özellikle yaşça büyük iki ağabim ile. Yine de ailem ile barışmamızı sağlamış, telli duvaklı gelin etmişti ya beni, mutluydum. Önce bir sene ailesinin yanında yaşamıştık. Azimli idi, gecesini gündüze katarak, çok çalışırdı. Senesine varmadan bir konduyu, sıcacık kendimize ait bir yuvaya dönüştürdük. Ben de boş durmaz para karşılığı dantel örer, çeyiz hazırlardım. Hiç şikayetim olmazdı hayatımdan. Daha ne isteyebilirdim ki! Fazlasında gözüm olmamıştı hiç bir zaman. Hele pazar öğleden sonra taksi arabasına bindirip sahile çay içirmeye çıkardığında, dünyalar benim olurdu.

Kadın aklı ermez her bi şeye. Çok okuyup çok bilmeyi oldum olası kendime pek yakıştıramazdım. Ancak... Çocuğum olmalıydı, adam edecek! ..


...

Oğluşum da katılınca aramıza her bir şeyimiz tamam oldu sandıydım. Çok güzeldi o günler. Kocam da, oğlumuzu öper okşar arada; 'heyt bre evimizin neşesi' diye seslendiğinde, bir ana olarak nasıl da kendimden gururlanırdım. Ben hep başkaları için var olmuştum. Hayat istediğim her şeyi fazlası ile sunuyordu bana...

Bizim oğlan bir buçuk, iki yaşına ulaştığında kocam; 'başkasının araba şoförlüğünü bırakma zamanı geldi, artık kendimize ait elden düşme bir servis aracı alayım, rahat ederiz' diyerek, işini de değiştirmeye karar vermişti. Bir ay içerisinde minibüsünde, dershane öğrencilerini taşıma işine başladı.

Bir süre sonra bizim oğlana, ev ve el işlerine öylesine dalmıştım ki, zaman geçtikce kocamdaki değişikliğin bizi nasıl sarsmaya başladığının, geç ayrımına varabildim. Değişiyordu hem de çok! ..Ona inanmaya alışmıştım. Bahanelerini haklı çıkaracak nedenler kurgulardım aklımda. Oysa 'genç bir kadına kaptırmış gönlünü' dediler. Çok geç kalmıştım. Bizden, evinden gittikçe hızla uzaklaşmaya devam ediyordu.

İçkiye başlamıştı. 'Seviyormuş kendince...' Körkütük sarhoş olduğu bir gece, açıkça itiraf etmişti. Dert yumağı kartopu gibi yuvarlandıkça büyüyor, sıkıntılar üstümüze çöreklenen büyük bir çığ haline dönüşüyordu. Evimin erkeği, oğlumun babası idi. Birbirimize çok ihtiyacımız vardı. Öteki genç kadın, fettanlığı ile kocamın aklını başından hepten uçuruyordu. Bizden uzaklaşmasına, içkisine şaşkınlık ve korku ile katlanıyordum. Sürekli öfkeli dayanılmaz birine dönüşmüştü. Ben ise evimizi dirlik, düzen içerisinde ayakta tutmaya çalışıyordum. O’na üzülüyordum. Her zaman sevilen sayılan biriydi. Sık sık sarhoş görüntüsü ile rezil oluyordu. Tanınmaz hale düşmeye başlamıştı. Evimize gelişi haftada bir, iki geceye seyrekleşmişti. Eve geldiğinde oğlanı sever okşar ama benden gözlerini kaçırır yüzüme dahi bakmamaya çalışırdı. Eve yetmeyecek kadar para bırakır diklenen bakışından, istemeye ürkerdim. Yeter ki bağırış, çağırış olmasın isterdim. Ne yapacağımı bilmez haldeydim.
Ağabeylerim duymamalıydı, korkardım. Ama nasıl bir hal çaresi bulunacaktı bu gidişe, işte orasını düşünemiyordum kendimce. Sadece bekliyordum.

Günlerdir eve gelmez olmuştu. Bir gün, ansızın felaket haberini aldım. Sonunda sevgilisini sarhoş bir gecesinde, kıskançlık krizinde boğazlamış, öldürmüştü... Aşifte haliyle rahat durmamış, kocam o'na yetmez olmuştu. Bitmişti sonunda, artık 'o' kadın olmayacaktı ama şimdi de cezaevine girecekti. 'Varsın olsun, böylece uslanır, durulur nihayet' demiştim. Çıkışında yine hepten benim olacaktı ya, eve dönerdi. 'Oğlumuzla eski halimize kavuşur, unutur gideriz her şeyi' diye düşünmeye başlamıştım.

Babamların evine yerleştik, o cezaevindeyken. Bizimkiler de, 'o' kadın ölünce, duyduklarına, daha bir makul karşılık vermişlerdi. Ne de olsa erkek adamdı. Eh, olmuş bitmiş, 'namusunu' kurtarmıştı. Kadına yakışan erini beklemek, çocuğunu babasız koymamaktı. Akıllı olmam gerektiğinin nasihatini, tembihini söylenip durmuşlardı. Zaten ben de kocamı istiyordum. Hep 'o' şıllık çelmişti adamın aklını. Geçinip gidecektik 'o' çıkmasa idi karşısına. Ne de iyi bir kocam vardı, arslanlar gibi... Öyle düşünüyordum, marifetmiş gibi...

Oğlumla onu ziyarete gitmeye başladık. Ahhh ah, nasıl da özler olmaya başlamıştı, uzaklarda her şeyden yoksun cezaevinde, nasıl da değerimizi anlar olmuştu, İyiden iyiye kader çizgimizin düze çıkmaya başladığına İnanır olmaya başlamıştım. İnanmak istiyordum, çok ihtiyacım vardı güçlenmek için. Geçen kötü günleri unutmam, yokluğunda oğlumuza sahip çıkmam gerekiyordu. Uzun sürecekti mahpusluğu, kolay mı bir can almış, katil olmuştu. Yine de kocamdı işte, hep onu haklı çıkaracak bahaneler üretiyordum.


2-

....

Uzun sayılı günleri böylece geçirmeye çalışıyorduk. Garip yazgım son tokadı ile beni yıkıncaya kadar. Oğluma dayadığım yaşam sevincimi, elimden alıncaya kadar. Bizi onsuz bıraktı. Ben bu çileyi hak edecek ne yapmıştım ki? O günden sonra ben de, kör karanlıkta dondum kaldım. Geride kalan oğlumun yokluğunu hiç bir şey kapatamayacaktı.
Daha kötüsü, acı içerisinde kıvranırken bu olaydan, sonraları kocam beni suçlamaya başladı. Aklı perişan, bana saldırıyordu. Oğlumuzun ölümü ile kendisinden intikam aldığımı düşünüyordu. İyiden iyiye ruhsal durumu bozuldu.

Dermanımız kesiliyordu. Ona, görüşe gitmemi, ziyaret etmemi yasaklamıştı. Çıkışında beni boşayacağına dair haber salmıştı. Bizimkilerin yanında tam bir sığıntı olmuştum. Sesim soluğum kesilmişti. Yarı ölü gibi ortalıkta dolanır olmuştum. Zaman geçiyordu ama ben, gerisinde duruyordum sanki. Umutlanacağım her şeyimi yitirdim. Avuçlarımda bunca zaman sızılarımı biriktirmiştim. Ne yapabilirdim bundan sonra, bu kadar çaresiz. İçimdeki kör boşluğu neyle doldurabilirim ki! .. Eskiyen yanlarımızla, yitirdiklerimizle, yok olanlarla, yama tutmaz haldeydik artık! ..


...

Böylece geçen zaman üzerime, ezercesine devrilerek kahrını kattı. Kaç sene geçti oğlumsuz, tek başına...Hiç bir şey önemli değildi artık. Anlamsızdı seneleri saymak, ha bir eksik, ha bir fazla. Ben, otobüste oğlumla uyuyorum hala... O’nun kokusu ile...
İşte, sonunda bir zamanlar gelmesini özlemle, sabırla beklediğim kocamın mahpustan çıkış zamanı da geldi. Kocam yarın çıkıyor, tahliye ediliyormuş. Kim bilir, belki de, yüzümü dahi görmek istemeyecek. Peki, benim yarınım, yüzüme görünecek mi? Öyle yalnız, yorgunum ki, bitirmeliyim çaresiz debelenmelerimi. Kurtulmalı, kurtarmalıyım herkesi. Hem oğlum da üşüyordur bensiz, benim gibi...


...

Gün batımına yakın zamandı. Yerde bir kadın, kan birikintisi içerisinde kıvrılmıştı. Çevresine toplanan bir kaç kişi meraklı boş bakışlarla anlamsızca fazla yaklaşmaktan ürkerek dolanıyordu. İçlerinden biri, cansız yatan bedene yaklaşan görevliye;
'atladığında evde kimse yokmuş galiba, annesi ve babası ile oturan bir kadındı, komiserim' diye seslendi.

Görevli, yerde gördüğü savrulmuş kağıda uzandı. Üzerinde el yazısı ile karalanmış notları farketti.
Bir şiirdi, kim yazmış acaba diye düşündü...


SONRAYA KAÇ VAR?

Kadın kısmı bu, şaşı aklım ermez
ulaşır mı geri geri giden hedef yarına?


yüzüm arkada eğik, adımlar önümden öte
geriden bakındı ileri giden ters heybem
sırtımda aynanın çatlak sırrı
peşi sıra taşıdı kırgın cam parçalarını...


kesildi güze dönen soldu un ufak baharım
yok oldu kırpıntı muştular karabasan uçuştu
sığmaz avuçlarıma sızdı biriken parmak arası sızı...


içimden taşan soğuk karanlık ne olur
sonraya kaç var?
yeter artık üşüdüm, ölüme ört üstümü...

'Son arzusunu yerine getirmeliyim' diye düşündü. Toplanan kalabalığa seslendi;

'üstünü örtecek bir şeyler getirin...'


Sesil

Sevim Türkoğlu
Kayıt Tarihi : 6.11.2006 00:47:00
Yıldız Yıldız Yıldız Yıldız Yıldız Şiiri Değerlendir
Yorumunuz 5 dakika içinde sitede görüntülenecektir.
  • Meral Yağcıoğlu
    Meral Yağcıoğlu

    içimden taşan soğuk karanlık ne olur
    sonraya kaç var?
    yeter artık üşüdüm, ölüme ört üstümü...

    sonraya çok var çok.
    günü yaşamak dururken

    Cevap Yaz

TÜM YORUMLAR (1)

Sevim Türkoğlu