her sabah saat sekiz ellide,
yokuşun başında göründüğünde,
sokağın bütün kızları cama çıkar,
saksıdaki menekselerden en az biri saksısıyla beraber asfaltı boylardı.
mahalledeki tek bakkalın kısa boylu karakuru oğlu ve aynı zamanda cırağı soner,
katıksız bir kıskançlıkla onu izler,
ne zaman fatoş un evinin önüne gelse,aksi düşünülemezdi ya fatoş ta camdaysa,
soner yakınlardaki bir konserve kutusuna sert bir tekme atardı.
fatoş elindeki bezi camdan silkelerken o anda pencerenin altından geciyor olurdu.
bakışları saat sekiz elliüçde birbirine değer daha dakika dolmadan vedalaşırlardı.
sokağın sonuna geldiğinde sekizi ellibeş geçer,
ardında kalanların yüreğinden kimbilir neler gecerdi.
bir sonere selam vermezdi zaten sokakta,
her sabah ta bir tek onu es gecerdi bakışlarıyla.
heybetli yürürdü,
fatoşun evinin önüne gelene kadar her gecen saniye daha da sertleşirdi adımları
ve her atılan sert adımda yumusardı bakışları.
bir tek gün bile farketmemişti diğer pencereleri,
fatoş yazlık sinemanın çıkışında laf arasında söylemeseydi sitemle karışık,
yine de farketmeyecekti penceredeki diğer kızları.
dokuz vapuruna yetişmek içindi bütün telaşı ve yetişirken görebilmek için fatoş u.
hiç bir sabah sekmezdi bu rituel,
hani bi ressam tablo çizecek olsa zorlanmazdı kıyafetlerin renginden baska,
herşey aynı dakikada aynı yerinde...
dokuz vapuruna yetişecek karşıya gecene kadar mutlu yuvasının hayallerini kuracaktı.
çok değildi az kalmıştı nohut oda bakla sofanın parası.
fatoşun babası diretmese 'illede evi olacak' diye,
çoktan kurmuşlardı düğün alayını,
kimbilir belki de fatoş doğuruverecekti şimdiye kızını veyahut da oğlunu.
az kalmıştı ev parasına ve az kalmıştı mahallede nara atmasına.
anacığı da istiyordu fatoşu ve illede istiyordu torunu,
kocası göçeli beri tek derdiydi oğlunun evlenmesi,
ve fatoş,
oğluna bu mahallenin en munasibi.
her hikayede gıcık bir tip vardır ya,
anladığınız üzere soner bozuyor manzarayı...
yine günlerden birgün
akşam olmuş eve dönüyordu,
vapurda yine yer bulamamış talihine küfrediyordu,
zaten bir haftadır fatoşu görememiş canı sıkkındı
havadis için binbir rica anasını yollamıştı,
yaşlı kadın önce diretmiş, sonra oğluna kıyamamıştı.
bu gün uğrayacak, fatoş a hal soracaktı.
vapur yanasınca
iskeleye ilk o atladı,
hava fena bozmuş gökyüzü kararmıştı.
mahalleye yakın manava uğradı,
bir kilo domates bir de turşuluk lahana almış,
bir kilo da
anacığına rüşvet diye en irilerinden
taze hurma tarttırmıştı.
sokağın başında göründü
saat tam altı yirmi yedide.
sokak kalabalıktı,
alıştığından farklı
kimse camlarda değil,
mahalleli yoldaydı,
önce bir dalgalandı mutlu kalabalık,
sonra aydınlandı aniden ortalık.
bir an farketti gelinle damadı,
soneri gördüğünü sandı yanında da fatoşu
sarhoşta değildi ya haydi hayırlısı.
--
önce domatesler düştü elinden
sonra bir kaç damla yaş
ayağının dibindeki
sonerin konserve kutusuna vurdu aniden
anacığına aldığı hurmaları bir yana,
fasulyenin yanında yemeyi hayal ettiği
turşuluk lahanayı başka bir yana fırlattı,
gökyüzü alçalmış omuzlarına çökmüştü,
kendini çimdikledi,
bu rüyayı hangi ara görmüştü.
sabahları dimdik indiği yokuşun başında
iki büklüm kalakaldı,
arkasını döndü
gittikçe uzaklaştı,
yavaşlamıştı adımları ve sertleşmişti bakışları
küsmüştü mahalleye ve gıyabında bütün aleme,
bir daha anası dahil onu gören olmadı,
ve bir daha o mahallede
hiç bir pencereden hiç bir menekşe saksısı,
yere düşüp kırılmadı...
Kayıt Tarihi : 3.4.2010 13:08:00
© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.
Bu şiire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!