Bin dokuz yüz altmış dokuz ya da yetmiş yıllarının başı. Mahallede ilk televizyonu biz almıştık. Alman malı Telefunken marka hem de siyah beyaz. O zamanlar renkli televizyonun esamisi bile okunmuyor. Babam kutusundan çıkarıp da sehpanın üstüne koyduğu zaman, annemin, kardeşimin ve benim yüreğim pır pır etmişti, tepeden tırnağa heyecan kaplamıştı her tarafımızı...
Hayatımızda buna benzer bir şey gördük dersek, o da sinemadır ama ona da kırk yılda ya bir kere ya da iki kere gidilir. Meraklıları bilirler, aslında televizyonun dünya piyasalarında at koşturması bin dokuz yüz otuzlu yılların başına denk gelir, her ne hikmet ise bize yaklaşık kırk yıl sonra gelmiştir. Yani Türkiye Cumhuriyetinin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk bile görmemiştir televizyonu...
Neyse lafı uzatmayalım sadede gelelim. Biz bu Telefunken adlı arkadaşı alıp da evin başköşesine koyunca, en başta biz de, sonrada mahallede ki komşularda bir heyecan bir heyecan sormayın gitsin; ya da sorun sorun ben anlatayım o tarihteki televizyon ile olan teşrik-i mesaimizi. Sokakta herkes bizi işaret ediyor parmakları ile ''Vay be bayağı zenginmiş bunlar baksana televizyonda almışlar.'' Sanki uzayın derinliklerinden dünyaya uzay gemisi ile yabancı bir cisim gelmiş o da bizim evin salonuna düşmüş. Komşular bir seviniyor bir seviniyor, zannedersiniz Ankara düşman işgalinden kurtulmuş, o derece. ''Size ne oluyor kardeşim televizyon geldiyse bize geldi.''
En başta karşı komşular, sonra sol yanda ki komşular, daha sonra sağ yanda ki komşular, sağ yanda ki komşuların bir yanında ki, iki yanında ki komşular, liste uzayıp gidiyor. Hep beraber önce bir kahve içmeye geldiler. ''Hay Allah bak nereden de çıktı bu kahve içmeler, bu bize gösterilen ilgi, daha önceleri selam bile vermezdiniz sokakta.'' Eee o kadar gelmişler, evde de televizyon var en alman markalısından, şimdi davet etmesek ayıp olur adamları, kadınları, çocukları, şanımıza yakışmaz bir kere... ''Eee hadi buyurun kardeş hep beraber bakarız azıcık bu şeytan işi merete, salon geniş nasılsa.'' Ellerimizde çekirdekler, yanında soyulmuş elmalar, portakallar, bir ara evin hanımından gelen çay ikramları, değmeyin gitsin keyfimize...
Adını mıh gibi aklımda tutuyorum
Büyüdükçe büyüyor gözlerin
Ben sana mecburum bilemezsin
İçimi seninle ısıtıyorum.
emeğinize ve kaleminize sağlık kutlarım emeği
güzel bir çalışma saygılar bıraktım.......
Siyah - Beyaz ..o günleri işleyen hoş bir çalışma olmuş Ahmet bey kutlarım okumak keyifliydi tanıdıktı satırlar bizden birileri vardı içinde çünkü . kaleminiz daim olsun ..nicelerine+10
Saygılar
Hakikaten o günler daha güzeldi insanlığımız daha fazlaydı şimdi makinelerin esiri olduk adeta...
Hocam okudum inan o zamanlar yani sihay beyaz TV lar varken bu günlerden daha aydınlık bir Türkiye vardı kutlarım saygılar sunarım .
Bana da .., apartmanda başka örneği olmayan siyah-beyaz TV karşısında yer kapmak için sandalyeleri ile komşularımızı hatırlattı bu güzel çalışma....
Kaleminize sağlık sayın Ahmet Zeytinci...
Bu şiir ile ilgili 5 tane yorum bulunmakta