Tul-i Emelden yoruldu ruhum bir sekine arıyorum!
Sakin ve ıssız bir sahile çekilip dinlenmek istiyorum!
İnce ince, nazlı nazlı sızılıp cennetten gelsin buhur!
İçimi doldursun, kırık yüreğimi doğrultsun huzur!
Paslanmış sezgilerim, körkütük hislerime ufuk arıyorum!
Yazmak dünyanın en zor işiymiş. Yazmak her şeyden evvel, insanın kendisini anlaması, keşfetmesi, tanıması ve anlamlandırmasıdır. Sonra en dar halkadan başlayıp, suyun üzerine düşen bir taşın oluşturduğu halkalar misali, bir sonraki daha geniş halkayla devam edip en geniş halkaya varıncaya kadar insanları, yaşanılan çevreyi ve olup biten herşeyi aynı şekilde anlamak, keşfetmek, tanımak ve anlamlandırabilmektir. Onun için yazmak demek, bir yerde ve aynı anda, derin sezgi gücüne sahip bir sosyolog, çok iyi bir psikolog, kabiliyetli bir hekim, sabırlı bir öğretmen, emeğe aşık bir zanaatkar, kelimelerle resim yapabilecek kadar hünerli bir ressam, herkesin yerine kendini koyabilen müthiş bir tiyatrocu, tasavvur gücü alabildiğine geniş bir senarist ve bütün bunlarla beraber hepsini bir harmoni içinde işleyebilen başarılı bir yönetmen olabilmek demektir. Öyle olunamasaydı Jan Valjean’ın baş döndüren değişimi anlatılabilir miydi? Öyle olunamasaydı Raskalnikov’un işlediği korkunç cinayet açığa çıkartılabilir miydi? Çıkartılırken de ‘Raskalnikov, o cinayeti işlemekte haklıymış’ dedirtecek kadar farklı psikolojik tahliller yapılabilir miydi? Öyle olunamasaydı Martin Eden’in hayran olunası hayat hikayesi kaleme alınabilir miydi? Öyle olunamasaydı Kafka’nın ‘Dönüşüm’ündeki insandan böceğe geçişin hüzünlü serancamı resmedilebir miydi? Asla hiç birisi edilemezdi. Buradan yola çıkarak diyebilirimki, yazarlık demek, ilk insandan son insana kadar, bütün bir insanlığın yaşamını, o yaşamın içindeki tüm faaliyetlerini ve faaliyetlerinden kaynaklanan ne varsa; mutluluktan kedere, aşktan terkedilmişliğe, kavuşmaktan hasrete, barıştan kavgaya, terakkiden tedenniye kadar bütün serüvenlerini tek başına kaydetme ve muhafaza etmeye talip olmak demektir. Bu açıdan yazar, tek başına talip olduğu bu meslekten dolayı, sonsuza dek Tanrıdan sonra bütün bir varlığın tek şahidi ve tek varisidir.
Çanakkale boğazı insanlığın düğümlendiği yer!
Orduları yenmişti orada tek başına Seyyid er!
Masal sanma! gel tarihe soralım bak ne diyecek!
Su yerine oluk oluk kan akmış hepsi gerçek!
Yedi düvel gelip demişki; dünyanın sahibi biziz!
Sensiz ev de yetim, eş te yetimmiş, çocuk ta!
Yaratıcının yeryüzünde gölgesiymişsin baba!
Sensiz ekmek te küsmüş, sınıftaki arkadaş ta!
Yüce Tanrı'nın şefkatten kapısıymışsın baba!
Yokluğunda evde düzen dirlik ne mümkünmüş!
Çölün bir hikayesi varmış efsanevi ve masalsı!
Bir arslanı meşhurmuş çölün, bir de fırtınası!
Ya Kays’ı aşkıyla Mecnun eden fettan Leyla’sı?
Çöllerde yaralı bir arslan etmiş onu çılgın sevdası!
Çöl aşkıydı bu, ateşlerden de kızgın ve sıcak!
Sürgün etti beni cennetimden seyhan gözleri!
Savruldum gayyaların en koyu karanlığına!
Ruhumdaki petek petek yaralar onun izleri!
Esir oldum ışıktan büyüleyici bakışlarına!
Bitmez bir yolculuğa çıktım dokununca ellerine!
Bir iktidar mücadelesidir hedef riaset!
Ya muktedir olunur ya da muhalefet!
Sordun mu siyasetçiye işi gücü hizmet!
İhtirasların süslü maskesi olmuş siyaset!
Çıkarlar esastır menfaatler en önde elbet!
Çölün bir Leylası meshurmus bir de Gülü,
Orada yeşermiş dunyanın en güzel sümbülü.
Her taraf kuruymus, her yer sessizmis ve ölü,
Orada gülümsemiş kainatın en tatlı Gülü.
Bir aşk hikayesiydi bir merhabayla başlamıştı!
Ne ben onu ne de o beni daha önce tanımıştı!
Bir şimşek bakışla gönlümü nasıl avlamıştı?
Bir gülümsemeyle yüreğimi nasıl hoplatmıştı!
Tutkuydu, arzuydu karşılıklı duygularımız!
Hangimiz zamanı geriye sarmazki hayalinde? !
Keşke çocuk kalsaydım demezki kendi içinde? !
Bilmezki insan orda ne darlık, ne de yokluk!
Ah sana tekrar kavuşabilseydik çocukluk!
Ne geçmişin hüznü var orda, ne gelecek tasası!
Bu şaire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!