Bir kış günü,çıkıverdin karşıma
O gökmavisi gözlerin,ateş düşürdü içime
Kızıl sacların,sırma gibiydi yüzünde
Ürkek bir ceylan gibi,usulca yaklaşıverdin
kafede yanıma.henüz tam anlayamadığım,
Şiptarca,bir şeyler söylemek istiyordun
sanki bana.
Biraz mahcub,birazda ürkek,
bende hafiften baktım,senin o gül yüzüne.
Bir şeymi var dercesine, cat pat
Şiptarca’mla bende,bir sandalye çekip
oturmanı söylemeye calıştım,yanı başıma.
Ürkek bir ceylan gibi,sandalye’yi
yanı başıma yerleştirip,oturdun benimle
diz dize,hafiften utanarak
baktık birbirimize.O an
dillerimiz sustu,gözlerimiz bir şeyler söylüyordu
birbirimize.ben bir seyler yazıyordum bilgisayarda
uzattın,o narin ellerini,bilgisayarın klavyesine
belliydi,bilgisizdin bu konuda,
bir şeyler diyecektin,sanırım bana
ben hissettim,o minik bir kuş gibi,
göğüs kafesinde çırpınan yüreğinin feryâd’ını.
çıkardım hemen cebimden,bir kağıtla kalem’imi
çat,pat anladığım kadarıyla,
profesyonel bir kuaför’dün.
ismini yazdın önündeki kağıda,
gökmavisi gözlu,güzel Şiptar kızı
isminde,gözlerin kadar güzeldi.
büyülemiştin beni,Şiptar ceylan’ı Aderita
sonra,tarzanca devam ettik muhabbete.
kalk iş yerime gidelim diyordun bana,
bende tamam,dü minut
(2 dakika)
dedim,
sana.hemen işim çıktığını söyledim,
karşıdaki yazıştığım arkadaşıma.
sen az önde,bende birkaç metre gerinde
çıktık kafe’den cadde’ye,sen ilerde durdun
karşıdaki bir dükkan’ı gösteriyordun elinle bana
oraya taşınacaktınız,anladığım kadarıyla.
sonra sen yürüdün,caddenin karşısında
bir aralığa doğru.bende az geriden
takip ettim seni,ürkerekten.
gide gide,mahalle arasında
bir kuaför dükkan’ına ilettin beni
dükkan’ın önünde bir kaç kadın
önde sen,sonra yanıbaşında ben
Şiptarca,kadınlara dedik günaydın.
sen içeriye ilerledin,kapıdan
bense bakıyordum,tereddütlü gözlerle
sağa sola,birileri bana, sende gir
diyerek cesaret vere.
hele sükür,kadınlar farkettiler
ürkekliğimi,içeriye davet ettiler
güler yüzlerle beni.
yavaşça ilerledim sana doğru,
merdivenlerden yukarıya çıkardın beni.
kadınlarda çıktılar yanımıza,
tek,tek eylediler bizi hoşamedi
sonra,bir şeyler konuştunuz aranızda
ben anlamıyorum Şiptarca.
sormaya çalıştınız,ne içersin diye
sükür,bazı içecek isimleri aynı sizdede
ben tesekkür ederek dedim kafe
sonra,birer sandalye çektin altlarımıza
diğerlerini gönderdin aşağıya,kibarca.
seninle,oturduk diz dize,
geldi kafelerimiz,içiyoruz göz göze.
kafeleri bitirdik,aldın elimden fincanı
uzattın,o nârin ellerini yanaklarıma
başladın hafiften okşamaya.
yeni traşlı,yumuşacık yüzlerimi
derken,ben ne olduğunu anlamaya
fırsat bile bulamadan,
başladın yanaklarımı öpmeye sen.
ben,çarpılmışa dönmüştüm.
hastanın doktora teslim oluşu gibi,
bende sana teslim olmuştum.
yanaklarımdan öperken hafiften,
başladın aniden öpmeye,dudaklarımdan.
bende,sana karsılık verdim,gayri ihtiyari
sana vurulmuştum sanki,o an.
dakikalarca öpüştük seninle,
dudak dudağa,bedenlerimiz birleşti
arzu ve şehvetle.
aldım seni,sert erkek kollarımın arasına
senin bana olduğun gibi,bende
hasretim aylardır,kadına.
hafiften ayırdık dudaklarımızı,
şu olmuştu,ilk ve tek kelime
bal dudaklarından dökülen,
Şiptarca bukur,Türkçe’si güzel
bende katılmıştım,o mutluluğuna
Şiptarca demiştim,şum bukur
anlamı Türkçe’mizde,çok güzel
bu özlem ve arzu faslından sonra,
sen cağırdın yukarıya,yanımıza
arkadaşının,aramızda tercüman’lık
yapacak,küçük kız’ını
Ana,Ana haydi kıtu,tölûtem
Ana,Ana lütfen buraya gel
geldi yanımıza,bizdende mahcub olan
öğrenci genç kız Ana
ingilizce sordu bana,ismin ne
bende ona söyledim ingilizce
sordu bana,memleketin nere
ben ingilizce cevapladim,Türkiye
dediler yaşın ne,ingilizce
bende cevapladım,öylece
senin yaşını söyledi.tercüman
benim yaşım,şu dedin sen
içimden geçirdim,uygun bir yaş
Ana’ya sordurdun,olurmu benimle arkadaş
cevabim,elbette olurum.uygun bir arkadaş
sonra sorular,olmaz olası sorular
Türkiye’ye gotürürmüsün.Ankara
İstanbul.
ben elbette,evet diyebilirim,ama
ne ingilizcem güzel,nede Şiptarca
söyledim ortak bir kelime,kısmet
ne bileyim,sizde baştan savmak anlamında
imiş kısmet.bizede birkaç dakika imiş
Şiptar kızı,senden olacak kısmet.
söylettin tercüman’a,öyleyse
burda biter arkadaşlık,
ismimi söyleyerek eyledin,ahu feryat
düşürmüştün,benimde ciğerime od.
vuruyordun ellerini dizlerine,
yaşlar dizilmişti inci gibi,
o gökmavisi,güzel gözlerine
hâlâ içim yanıyor,unutamıyorum seni
Şiptar kızı,gökmavisi gözlerini
anlamasamda,sıcaklığını ta yüreğimde
hissettiğim,o tatlı sözlerini.
unutamıyorum,unutmayacağım seni
gökmavisi gözlu,güzel Şiptar kızı,Aderita.
Kayıt Tarihi : 1.11.2006 22:27:00
![Yıldız](/Content/img/y_0.png)
![Yıldız](/Content/img/y_0.png)
![Yıldız](/Content/img/y_0.png)
![Yıldız](/Content/img/y_0.png)
![Yıldız](/Content/img/y_0.png)
© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.
Arnavutluk; a çalışmak için giden,bir türk arkadaşımızın yaşamış olduğu kısacık bir hikâyedir aslı. Bizde o hikayeden ilhamla,şiirsel bir dille anlatmak ve paylaşmak istedik olayı.
![Muhammed Gözübüyük](https://www.antoloji.com/i/siir/2006/11/01/siptar-kizi-aderita.jpg)
tebrikler
selam ve saygılar
Bir kıs günü çıktın karşıma
O gökmavisi gözlerin, ateş düşürdü içime
Sırma sırma kızıl saçların düşmüştü yanağına
Ürkek bir ceylan gibi usulca yaklaştın kafede yanıma.
Henüz tam anlayamadığım,
Siptarca,bir seyler söylemek istiyordun
Biraz mahcub,birazda ürkek
Bende hafiften baktım senin o gül yüzüne.
Bir şey mi var dercesine,
Çat pat siptarca’mla
Bir sandalye çek, otur demek istedim yanı başıma.
Gözlerini ayırmadan oturdun benimle diz dize,
Hafiften utanarak baktık birbirimize.
O an dillerimiz sustu,gözlerimiz bir şeyler söylüyordu
Aklından kim bilir neler geçiyordu
Ben bir seyler yazıyordum bilgisayarda
Bilgisayarin klavyesine uzattın o narin ellerini
Belliydi,bilgisizdin bu konuda,
Bir şeyler diyecektin,sanırım bana
Hissettim,minik bir kuş gibi
Göğüs kafesinde çırpınan feryatlı yüreğini
Çıkardım hemen cebimden kağıt kalemi
’Aderita’ ismini yazdın önüne koyduğum kağıda
Gökmavisi gözlü güzel siptar kızı
İsminde, gözlerin kadar güzeldi.
Siptar ceylanı Aderita büyülemiştin beni
Tarzanca muhabbete ekledik tebessümlerde
Kalk iş yerime gidelim diyordun bana,
Bende ‚du minut’ bekle dedim iki dakika
İşim çıktığını söyledim,
Nette yazıştığım arkadaşıma.
Sen az önde,bende birkac metre geride
Çıktık kafeden caddeye, durdun az ilerde
Karsıdaki bir dükkanı gösteriyordun elinle
Oraya taşınacaktınız anladığım kadarı ile
Geçtik caddenin karşısına bir aralığa doğru
Az geriden takip ettim seni ürkerekten
Mahalle arasında bir kuafor dükkanına götürdün beni
Önünde bir kaç kadına siptarca dedik günaydın.
Sen içeriye girdin kapıdan
Bakıyordum,tereddütlü gözlerle
Sağa sola birileri bana sende gir diyerek cesaret vere.
Hele şükür kadınlar ürkekliğimi farkettiler
İceriye davet ettiler gülen yüzlerle.
Yavasca ilerledim sana doğru
Merdivenlerden yukariya cikardin beni.
Kadınlarda çıktılar yanımıza
Tek,tek eylediler bizi hosamedi
Bir seyler konustunuz aranızda
Baktım safça, anlamıyorum siptarca.
Sormaya çalıştınız ne içersin diye
İyi ki bazı içecek isimleri ayni sizde de
Teşekkür ederek dedim kafe
Birer sandalye çektin altımıza
Diğerlerini gönderdin aşağıya kibarca.
Oturduk yine diz dize,
Geldi kafelerimiz,içtik göz göze.
Kafeleri bitirdik,aldın elimden fincanı
Uzattın narin ellerini yanaklarıma
Başladın hafiften okşamaya.
Yeni traşlı,yumusacık yüzlerimi
Çalışırken ben ne olduğunu anlamaya
Fırsat bile bulamadan,
Basladın yanaklarımı öpmeye sen.
Çarpılmışa dönmüştüm bıraktım kendimi
Hastanın doktora teslim oluşu gibi
Yanaklarımdan öperken hafiften,
Başladın öpmeye yanan dudaklarımdan.
İhtirasla karşılık verdim,gayri ihtiyari
O an vurulmustum sanki
Dakikalarca öpüştük seninle,
Dudak dudağa,bedenlerimiz birleşti
Sonsuz arzu ve şehvetle.
Aldım seni güçlü kollarımın arasına
Sarıldığın yangınla sarıldım sana
Hasretim aylardır kadına.
Ayırdık dudaklarımızı nefes olmak için
Düştü ilk ve tek kelime
Bal dudaklarından dökülen,
Siptarca bukur,turkcesi güzel
Bende katıldım o mutluluğuna
Siptarca dedim sum bukur
Anlamı türkçemizde çok güzel
Giderdiğimiz özlem ve arzu faslından sonra
Çağırdın yukarıya yanımıza arkadaşının
Aramızda tercümanlık yapacak,küçük kızını
Ana, Ana haydi kitu,tolutem
Dedin Ana, Ana lütfen buraya gel
Geldi yanımıza bizden de mahcubça
Ögrenci genc kız Ana
İngilizce sordu bana ismin ne
Bende ona söyledim ingilizce
Sordu memleketin nere
Cevapladim Türkiye
Dedi yaşın ne
Bende söyledim öylece
Senin yaşını söyledi.tercüman
Benim yaşım şu dedin sen
İçimden geçirdim,uygun bir yaş
Ana’ya sordurdun olurmu benimle arkadaş
Cevabım,elbette olurum.uygun bir yoldaş
Sonra sorular,olmaz olası sorular
Türkiye’ye götürürmüsün benide İstanbul, Ankara
Elbette, evet diyebilirim ama
Ne ingilizcem güzel, bilirim ne de siptarca
Ortak bir kelime aradım dedim kısmet
Bilemezdim siz de
Baştan savmak anlamında kullanıldığını
Meğer bize birkac dakika nasipmiş
Siptar kızı senden olacak sandım kısmet.
Söylettin tercümana,öyleyse burda biter arkadaş
İsmimi söyleyerek eyledin,ahu feryat
Düşürdün benimde ciğerime ateş.
Vuruyordun ellerini dizlerine
Yaşlar dizilmişti inci gibi, gökmavisi gözlerine
Hala içim yanıyor unutamıyorum seni
Siptar kızı ağlayan gökmavisi gözlerini
Sıcaklığını ta yüreğimde hissettim
Anlamasamda o tatlı sözlerini.
Unutamıyorum,unutmayacağım seni
Muhammed Gözübüyük
Çok güzel bir hikaye...İki ayrı dünyanın insanı beden diliyle, gözlerden dökülen sözlerle, hissettiklerinle bir sevgi yaşıyor...
Finalde de her zaman olduğu gibi, dilin hışımına uğramış yürekler.
Yapabildiğim kadar özleştirdim...Tekrarlar okurken tadını kaçırıyor...
Güzeldi.
Kaleminize sağlık.
TÜM YORUMLAR (5)