şina
sesine her yaklaştığımda
cızırtılı bir inkarla kıyafetlerimi ödünç alıyor bu şehir
hangi yasağın hükmü ile tedirgin suallere gülümsüyorsun
sesinin avazında delirircesine yüreğime saplanan
kendi kavminin çığlığı değilmi
söylesene şina
susuşlarımın tabibi olduysa sesin
merhemin şifasıysa aynı ezgiyle doğrulmak değilmi yaşam
hangi öyküyü sırtlanır cümlen
hangi tanrının rüzgarda nefesi asılı kalır
bilge bir ağırlamadır bu harf dizmek ardına
bir efilin nakşını seriyorsun kirpiğinin altına
bu nasıl bir makamdır şina
türkünün dudağını parçalarcasına
bu nasipsiz yara
ham ve çare değilse
kendi kurduma
o vakit sen de
nasıl meyve vereyim gün doğumlu çocukluğuma
avazın çınladıkça kulaklarımda
bir bir eksiliyor var oluşlarım
farkında mısın
yokluğunda
kaç yara kabuğu sarısına benzer
akşamüstü bitti bu şehirde
o karanlık sokak
ürperdikçe içime yerleşen
bir meydan yoluna sapmış
bir mezar kokusu almış
titreyen küçüklüğümün yarasıydı..
şina
bir ihtimalin sırtındaki yüktü gözlerin
ve bu şiir
sadece bir yokluğun izahıydı
bir kaç cümlenin kahkahasına aldanmaksa
sefil bir mizah
birikmiş bir zaman ölçeği
o tel toka bin telin sırrını saklıyor
kitabında Süleyman’ın
ve o sırların sırtında
kurdu ölmüş bir cümle
söylesene şina
kim toparlayabilir
barındığı yerin beklentisini
külün kadife soğukluğunda
uyanmış nasır kabuğum
incitme harflerimi
vardığım her kapıya yükümle geldim
hükmün ile değil
bu süleymani söylem
her susuşunda kendimden göçe çıkarıyor beni
bir başka ben varmışcasına
bir başka yer senmişcesine
Sinan Şeker
Kayıt Tarihi : 19.5.2017 07:43:00
© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.
Bu şiire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!