Şiir Ülkesinin N’inci Boyutunda….(Düz Yazı)

Naime Erlaçin
955

ŞİİR


43

TAKİPÇİ

Şiir Ülkesinin N’inci Boyutunda….(Düz Yazı)

Dün gece şiirle söyleştik biraz. Derinleştikçe derinleşti muhabbet. Birbirimizi anlıyor muyduk bilemiyorum. O bana bir şeyler fısıldayıp duruyor; bense bir yandan düşünüyor, bir yandan da yanıtlıyordum. Kah umutlanıyor, kah umutsuzluğa kapılıyordum. Sonra düşüncelerimi yüksek sesle dile getirmeye karar verdim…

Şiirin bir tarihi olduğu gerçeğini sanırım hiç birimiz inkar edemeyiz. Bizlere ışık tutan; muhtelif dillerde neredeyse insan ömrüne sığmayacak genişlikte bir kütüphane sunan, zengin bir tarih. Ancak şiirin bir de keşfedilmeyi bekleyen coğrafyası, iklimi ve atmosferi var. Sıradan parametrelerin önem yitirdiği; 'şiirküre'ye uzanan dalgaboyundaki bir yolculuktan söz ediyorum. Matematiksel bağlamda düşünülürse, n-boyutlu bir evrende sürdürülen sonsuz bir serüvenden… Üstelik sırf tarihe takılıp kalınırsa eğer, “Şu, şunu demişti; bu, bunu böyle yazmıştı” diyerek, kısır bir fikir ortamında köşeye sıkışma ve hatta düşünceyi alışılagelmiş alıntılarla besleme alışkanlığı edinme gibi bir tehlikeyle burun buruna gelinebilir. Bu durumda araştırma, sorgulama ve irdeleme yeteneği daralır. Sonuçta, “çiçek açtıran, şen yüzlü ve sağlıklı bilgi”yi (La Gaya Scienza – Nietzsche) yaratmaz ama bilgi satar hale geliriz. Bu ise, şiirin temel ögeleri olan arayış, yaratım gücü, özgünlük ve özgürlüğü tümden yitirmek demektir…

Beynimde bir dolu soru dolaşıyor. Şiir ne için ve kimler için yazılır? Anlam ne oranda önemlidir? Şairin diğer bireylere ve onların oluşturdukları topluluklara karşı duruşu ne olmalıdır? “Şair duruşu” diye bir şey var mıdır gerçekten? Nasıl bir şeydir bu? Peki o halde, insan duruşu nedir? İnsan deyince, kafam büsbütün karışıyor. Hangi insandan söz ediyorum ben? Toplumun öyle veya böyle ürettiği; “sıradan” deyip geçtiğimiz ama aslında hiç de sıradan olmayan insandan mı? Yoksa, bilinçdışının hakimiyetinde veya libidonun güdüsünde yol bulmaya çalışan çaresiz ve tutkulu insandan mı? Düşünen-düşünmeyen; özverili-vurdumduymaz; acı çeken–acı veren; arzulayan-nefret eden; ihtirasların yarattığı orgazmların esiri olan insandan mı? Hepsi insan değil mi sonuçta? Ve aynı anda pek çoğu bir tek insanın içinde yaşamıyor mu?

Peki “şair” nereye sıkışıyor ve kendine nasıl yer buluyor bu kalabalıkta?

Bilmiyorum!

Ben yanıt vermek için sormuyorum bu soruları. Sorunun yanıttan önemli olduğuna inandığım için soruyorum…Bir kere, yanıtlar öznellik içerir. Dolayısıyla, kişilere göre değişkenlik gösterir. Ayrıca şiirde bilimsellik egemen olmadığına göre, doğru-yanlış da yoktur. Zaman ise çok ilginç bir faktör. Bir dönem gelir ve şiir sırf “anlam” için yazılır. Sonra bakarsınız anlam, anlamını yitirir. Bana sorarsanız eğer, tümden anlamsız olmadığı sürece, anlam o kadar da mühim değil. Başkalarına göre, şiir didaktik hedefleri olan bir tür mesajlar toplamıdır. Kulağa ne kadar da aykırı geliyor bu açıklama!

Kimisi ise mutlu etmek, mutlu olmak veya duygularını paylaşmak için yazdığını söyler. Kendince bir tür ibadet ve tapınmada bulunur. Mesela aşka, dostluğa, muhtelif sembollere, vs.... Bazen bilgelik taslamaktır amaç. Veya kimlik edinme kaygıları taşıyabilir. Şöyle ki, belirli bir tarz, grup oluşturup, yeni bir akım yaratmak gibi…

Oysa kulüp üyeliğinden farklı bir şey olmalı şairlik. Bu durumda aidiyet, teslimiyet getirmez mi? Başkaldırmak ve isyan etmek mecburiyetinde olan şair, susmak ve ait olduğu topluluğun kurallarını benimsemek zorunda kalmaz mı o zaman?

Bizim muhabbet buralarda duvara tosluyor işte! Fazla kısıtlanmaya gelemiyorum ben:

“Şiir, entonasyonu bozuk bir müzik yapıtına dönüşmemeli” diye figan ediyorum. Veya kurumuş bir dere yatağına... Manzara çölleşmemeli, yollar tıkanmamalı, yolculuk hoyratlaşmamalı; veya kapalı ve kalabalık bir sandık odasında boğulup kalmamalı şiir, çünkü n-boyutu kapsayan evrensel öğeler taşımak zorundadır. Herkesin anlayabileceği bir sadelikte olmalı. Aynı zamanda derinlik içermeli...

Bilgi - birikim - donanıma kesinlikle “evet” diyorum. Ancak bunlardan kaynaklanan gereksinimi; diğer bir deyişle “arayış”ı bireyin “bilinç tezgahı”na dengeli bir biçimde ve işlenmeye hazır ak bir sayfa gibi yerleştirmedikçe bütün yaratma uğraşları nafiledir diye dayatıyorum. Tabii ki, bu benim kişisel görüşüm….

Şiir temelde hepimizin bildiği gibi bireysel bir edim. Şairin sorumluluğu ise, onu diğer bireylere ulaştırma eylemidir. Edimden eyleme geçişte 'ustalık' devreye girer ki, şiire ait bilinmeyen, açıklanamayan tek unsur budur kanımca. Elbette zamanla edinilebilir veya doğuştan var olabilir ama öğretilemez, ısmarlama bir elbise gibi giydirilemez! Taklit edildiğinde ise, şiir komik duruma düşer ve sadece sırıtır…

Bir tür savaştan geçerek gelir şair. Adı “şiir” olan bir ülkenin ateş hattından...

O ülkenin iç savaşında tek başına kalmış bir nefer gibidir. Veya son mermisi Rus Ruletinin. Kah buzun ateşi, kah ateşin buzu…Nerede vurulup, nerede öleceğini; nerede soğuyup, nerede fokurdayacağını yalnızca zaman gösterir.

“Mazrufu zaman belirler” demek istiyorum yani…

Şiir ülkesinin n’inci boyutunda, zamanla yolların kesiştiği noktaya kadar sağ kalabiliyorsa şair, ne ala!

Sevgiyle dostlar ve sağlıcakla :)))

(25 Ekim 2004)

Naime Erlaçin
Kayıt Tarihi : 25.10.2004 12:21:00
Yorumunuz 5 dakika içinde sitede görüntülenecektir.
  • Ecdat Armağan
    Ecdat Armağan

    Bu düşünce ve emek ürünü satırları okuyunca,birden aklıma geçen günlerde bir televizyon programında izlediklerim geldi.Şiir dergisi yöneticileri yüzlerindeki acı ifadelerle 1000 li,1500 lü satış rakamlarından söz ediyorlardı.Ülkenin en eski dergisi olan Varlık yöneticisinin ise adeta gurula söylediği rakam 3000 di. :(( Şimdi,değerli yazarın ve yorumcuların söylediklerini okuyunca aklıma bu geldi,acaba fazlamı abartılıyor şiir ve ne olduğu :(( Saygı ve üzüntülerimle.

    Cevap Yaz
  • Mumtaz Toy
    Mumtaz Toy

    dilimizde ki kekeme boşluklara dair,ruhun sıcacık üflentisi diyordum bazı zamanlarda..Yüreği yada kafayı hallaca çeviren iklimleri dil altı ilacı gibi hep avcumda sakladım bu sebeble..
    şiiri mektup olmaktan,şiiri cevap olmaktan çıkarmayı matematiksel bir düş borcu gibi gördüm hep..Daha da önemlisi,şiir,kendi başına kalıp,insanın gönül yurduna ait kapı kulu gibi algılanmamalı..
    şiirin tarihi,insanın yürek tarihiyle yaşıttır elbete..ruhumuza sahip çıkmayı,onun kendi başına dünya coğrafyasında kaybolmasına izin veremeyiz..Şiir ruhumuzun yeniden keşfedilmesidir diyorum,böyle tanımlar ve kafesler arasında dolaştığımıda..
    gelecekle geçmiş arasında ki köprüleri inşa ediyorsak,bugun ki varlığımızla,şiir daha çok gelecektir..sezgidir..ipucudur...

    Cevap Yaz
  • Aylin Antmen
    Aylin Antmen

    Bende şiir ülkesinin A'ıncı boytundan yorumda bulunayım ;

    şiirle dertleşmek şairi ve şiirin geçmişini, en azından bizim bilinç altımızdaki sarayın parmaklıklarında nasıl korunduğunu gün ışığına çıkartır.
    Şiir ruhumuzun doyuma ulaşması, olgularımız ve bakış açılarımızla yaratılan düşüncelerimizin paylaşıma yönelik bir yazınsaldır.
    Şairi sorgulamaksa neye göre, amatör bir edebiyat sitesinde şiir yayınlayan ama şiire hizmet edemeyen güdülerinin polemiğine saplanan 'şair' dediğimiz mi ? Yoksa gerçekten senelerini şiire vermiş ve gerçekten yaşayışıyla yazılmamış bir şiiri yaşatan 'şair' mi ?
    İnsan olgusuna ise hiç girmemek gerekir şu nokta da, çünkü şiire harç diye katılanlar aslında insanların iç yüzünün düşen aksi olsa gerek, tabi bu sadece antolojik bir tespittir.
    Ama şunu da demeden geçemem sanırım :
    Duruşu nasıl olursa olsun, hepimiz 'insan'ız, bizi birbirimizde ayıran ise varlığımız, bilgimiz ve duruşumuz ...
    Şimdi öznellik içeren ve bana göre -göreceli- diyebileceğimiz yanıtlarıma şöyle devam edeyim ; şiir, duyguların ve düşüncelerin harmanlanmasıyla oluşan, kimi zaman anlam ; kimi zaman mesaj, kimi zaman da sadece duygudır, yaşanılan birşeyin düşülen dipnot'u olarak bile varsayabiliriz..
    Şiir, entonasyonu bozuk bir müzik yapıtına dönüşmemeli ... görüşüne ise şu şekilde fikir sunulabilir : şiir, şairinin evreninden çıkan bir mahsuldür, bu demektir ki, şairin iç dünyasının genişliği, sığlığı ; rengi ve sesine göre şekillenecektir.
    Bilinç tezgahına düşmesi gereken birikimin en iyi şekilde şekillenmesi ve bilgiyle yoğrulup çıkacağı doğru yola saparak bize sunulması gerektiğine bende inanıyorum.


    'Şiir temelde hepimizin bildiği gibi bireysel bir edim. Şairin sorumluluğu ise, onu diğer bireylere ulaştırma eylemidir. Edimden eyleme geçişte ustalık devreye girer ki, şiire ait bilinmeyen, açıklanamayan tek unsur budur kanımca. Elbette zamanla edinilebilir veya doğuştan var olabilir ama öğretilemez, ısmarlama bir elbise gibi giydirilemez! Taklit edildiğinde ise, şiir komik duruma düşer ve sadece sırıtır… '

    bu kıtayı olduğu gibi ön plana çıkarmak istedim, zaten yazı da oldukça ön plandaydı ama bende de bu kıta ön plan çıktı diye yorum da bir yerlere çizik olarak atılmalıydı..


    Yazı oldukça verimli, düşünce çoğaltıcı ve o düşünceyi paylaştıcı ...
    okumaktan anlamış olmaktan ve düşüncelerimle katkıda bulunmaktan keyif aldım ...


    S.Aylin Antmen

    Cevap Yaz
  • Nisan Serap
    Nisan Serap

    aklım dağınık antolojime alıyorum zininzle gecenin sakin saatlerinde okuyacağım......sevgiler..

    Cevap Yaz

TÜM YORUMLAR (4)

Naime Erlaçin