Lâl olmuş kâinatın sağır boşluğunda,
Henüz zaman, kum saatine dolmamışken,
Bir "Ol" emriyle titredi kristal kandiller,
Yokluğun bağrına, varlığın mührü vuruldu.
Biz ki; balçığın soğuk tenine hapsolmuş,
Etten ve kemikten birer sır taşıyıcısıyız.
Göğsümüzde inip kalkan o görünmez körük,
Kadir-i Mutlak’tan ödünç alınmış bir nefestir.
Görüyorum Rabbim, perde arkasındaki cengi,
Bir yanda zifiri is kokan, dumanlı gölgeler,
Diğer yanda ıtır kokulu sular serpen ak eller.
Ruhum, iki uçurum arasında gerili bir sırat,
Düşsem maddeye, yükselsem manaya dokunacağım.
Yıldızların tozuyla yoğrulmuş hamurum,
Şeytani fısıltıların paslı kancasında kanar.
Ama ben yüzümü o Büyük Beyaz Nur'a döndüm,
Hira’daki sessizlik, Tur’daki ateş adına.
Ey her zıddı yaratan, ey geceden gündüzü soyan!
Beni nefsime değil, kendi nuruna esir et.
Karanlığın sigara dumanı gibi çöktüğü bu çağda,
Alnımdaki secde izini, ruhumun pusulası eyle.
Bırak, dünya kendi yalan ekseninde dönsün,
Ben, Senin sonsuzluğunda eriyen bir damlayım.
Kır artık şu fanilik kafesini,
Uçsun içimdeki o beyaz kartal,
Sonsuzluğun sahibine, asıl yuvasına dönsün...
Hasan Belek
24 Kasım 2025-Akçay
Kayıt Tarihi : 24.11.2025 10:51:00
Şiiri Değerlendir
© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.




TÜM YORUMLAR (2)