Selim bitkin bir halde eve geldi; açlıktan bayılmak üzereydi. Eve gelirken aklı fikri hep yemekteydi; gözünün önünden hangi yemekler geçmedi ki? Zeytin yağlılar, kızartmalar, köfteler, kebaplar, çorbalar…
Eşi, Serpil hanım, çok hamarat ve titiz biri olduğundan enfes yemekler yapar. Bu yüzden Selim dışarıda yediği yemekleri kolay kolay beğenmez. Kepapcılarda köftenin baharatı ya az olur veya abartılmıştır. Nefret ettiği şeylerden biri de köftenin iyice pişmeden servis yapılmasıdır. Bazı aç gözlü kebapcılar, az pişirdikleri köftelerle daha çok müsteriye servis yapıp bol para kazandıklarını zannederler ama ağzının tadını bilen müşterileri kaybederler. Bazı ahçılarda sulu yemeklerin yapımında haddinden fazla salça ve yağ kullanırlar, galiba beceriksizliklerini bol yağ ve salçayla örtbas etmeye çalışırlar. Hele o pastahanedeki börekler, tatlılar veya kurabiyeleri hiç sevmez; ya şekeri, ya yağı yada tuzu ayarsızdır. Zaten Bozada pastahanesindeki içi çiğ börekten tiksindiğinden beri pastahanelerde hiç bir şey yemez. Arkadaşlarıyla pastahaneye geldiğinde, çay veya kahveden başka bir şey almaz.
-Selim, nerde kaldın? Gözümüz yolda kaldı.
-Az önce bir kamyon buğday boşalttım.
-Sana inşaatta buğday kamyonu da mı boşalttırıyorlar baba?
-Hayır oğlum, inşaattan sonra boşalttım. Az ilerde oturan hacı amcanın hammalı gelmemiş, kamyoncu da tutturmus: “ben beklemem! ” diye. Ben boşaltıverdim işte. Hacı zorda idi, yardımcı olmak lazım bu hallerde…
-Neyse, elini yüzünü yıka da sofraya oturalım.
Selim sofrada neler olduğunu merak edip baktı; küçük bir tabakta patates salatası… Aslında pek salata sayılmaz; patatesin yanına sadece bol soğan doğranmış. Tabakta ne yumurta ne de maydonoz görünüyor, hatta pul biber bile yok! Allah bilir, belki de salatada yağ da yoktur? Sofrada dünden kalma yarım ekmek…. Açlıktan bayılacak olan kendisini bırak, oğlunu bile doyurmayacak kadar az.
Halbuki Serpil çorba ve salatının yanı sıra en az üç çeşit yemek yapardı. Etsiz yemekleri yemekten saymazdı. Çayın yanında mutlaka kendi yaptığı tatlı veya börek ikram ederdi... Ama o günler geride kaldı... Evet, evinde misafirin hiç eksik olmadiği o güzel günler artık sadece mazi.
O kadar fakirleşmişti ki, taze ekmek bile lüks Selimin sofrasında. Saflığı yüzünden düştüğü duruma kendisi bile dayanamıyor, eşi nasıl sabrediyordu halen anlamış değil. Kurt gibi aç olmasına rağmen iştahı kapandı. Boğazı düğümlendi, hanımını ve biricik oğlunu daha fazla üzmemek için gözünün yaşardığını göstermek istemedi.
-Serpil, ben aç degilim, siz başlayın. Hacı amca bir şeyler ikram etti.
-Selim, akşama kadar çalıştın. Bari bir iki lokma alsaydın?
-Serpil, ben elimi yüzümü yıkayıp geliyorum. Siz başlayın, oldu mu? Hadi oğlum, sen salatayı çok seversin, benim için de ye…
Selim daha fazla dayanamadı, gözünden siyim siyim yaşlar akıyordu. Başta çarşıdaki kundura dükkanı, sonra saray gibi evi ve son model lüks arabayı kaybetmişti. Son 6 aydır Serpil ve Fatih hiç alışık olmadıkları sefil bir hayatı yaşama mücadelesi veriyorlardı. Şimdiye kadar bütün sıkıntılara göğüs germişti ama eşinin ve oğlunun aç kalmasına dayanacak gücü kalmadı. Hemen eve yiyecek bir şeyler alıp getirmeliydi.
Az önce aldığı para aklına geldi; hacı amca para verdiğinde: “bir haftalık sigara param çıktı! ” diye sevinmişti. Aynaya bakamadı çünkü kendinden utandı; meğer evdekiler aç kendini beklerken sigara düşünmüş! Derhal sigarayı bırakmaya karar verdi! “Cebimdeki parayla bir kaç gün yetecek kadar erzak alırım! ” diye düşündü. Elini yüzünü yıkayıp kapıya doğru yürüdü.
-Serpil, acil bir işim var. Beş on dakikaya kalmaz gelirim.
- Selim, biraz dinlenseydin?
-Sen merak etme, hemen gelirim.
Selim koşarak karşıdaki markete gitti. Markette daha önce görmediği bir genç vardı. Galiba market sahibinin oğluydu.
- Delikanlı, baban yok mu?
- Hayır! Bir şey mi var! ?
- Bir şey yok, öylesine sordum. Ben alış veriş için gelmiştim aslında.
Gencin ükala tavrı pek hoşuna gitmedi, bir esnaf olarak müşteriye daha kibar davranabilirdi. Genç babasına çok benziyordu, babasından biraz daha uzun boylu ve esmerdi. Kılık ve kıyafetine bakılırsa bayağı titiz birine benziyor. Selim, gencin kendini süzdüğünü ve yüzünü ekşittiğini fark etti ama aldırmadı. Ne de olsa inşaat elbesiyle dışarıda dolaştığında çokca karşılaştığı bir davranış. Yıllardır tanıdığı insanlar bile ya selamını almaz veya yüzünü ekşiterek bir şeyler mırıldanırlar. Meğer insanların değeri üzerindeki elbiseye göre biçiliyormuş, geç te olsa anladı ama bunu hiç benimsemedi. Şık giyinmiş nice kötülere ilgi ve alaka gösterilip iltifat edilirken altın kalpli, taş gibi sağlam garibanların yüzüne bile bakılmıyor….
- Bakar mısın?
-Evet?
-Bu markette veresiye alış veriş yok!
Selim beyninden vurulmuşa döndü, cebindeki parayı çıkarıp gösterdi.
-Veresiyeden bahsettik mi be! Bak sana, param var benim!
-Ne bağırıyorsun yaaa! Cebindeki parayı nerden bileyim ben, müneccim miyiz!
-Halen konuşuyor ya! Kes, elimde kalacaksın şimdi! Başlarım senin cakandan da havandan da!
Aldıklarını bırakıp dışarı çıktı. Mahalleyi pek tanımıyordu; ileride birine başka bir marketi sordu. Çerkez pazarının girişinde de bir marketin olduğu söylendi. Hızla Çerkez pazarına doğru yürüdü.
Yürürken Çerkez pazarının çok hesaplı olduğunu hatıladı; eskiden hep anlatırlardı ama hali vakti yerinde olduğundan hiç bu pazara gelme ihtiyacı hissetmemişti. Bir kaç dakika yürüyüşten sonra gencin ükalalık yaptığına biraz sevindi; bu sayede Çerkez pazarını keşfetmiş olacaktı. Bu pazardan hanımı alış veriş yapmasa da gelip kendi yapacak ve tasarruf edecekti.
Çerkez pazarında bazı pazarcılar tezgahlarını topluyor olmasına rağmen pazar halen kalabalıktı; akşam üstü ucuzluğundan yararlanmak isteyen çok vatandaş vardı. Bir kaç tezgaha baktıktan sonra ileride babasının arkadaşı Mehmet amcayı gördü.
-Pazar ola, Mehmet amca! Nasılsın, iyi misin?
-Sağol yeğen! Sen beni tanıdın ama ben seni çıkaramadım?
-Mehmet amca ben Hasan ustanın oğluyum, Selim.
-Selim? Oğlum, gel sandığa otur bakiim!
- Amca, evdekiler beni bekliyor, başka zaman.
-Oğlum, amcanın elini de mi öpmeyeceksin? Baban böyle mi öğretti sana, gel yanıma otur bakalım! Rafeeeet! Bize çay getir, çok özel olsun! Iki de simit getir!
-Amca, hiç zahmet etmeseydin?
-Otur, otur! Anlat bakalım, nedir bu halin senin? Bir yılda en az 10 yıl yaşlanmışsın, derdin nedir?
-Amca, başka bir zaman anlatsam?
-Oğlum, bak çaylar da geldi. Çay içerken anlativer.
Selim farkında olmadan bir iki yudumda çayı içti, iki üç lokmada da simiti yedi. Mehmet amca az ilerideki köfteciden büyük ekmekte köfte ve büyük bardakta ayran getirtti. Selim, simitleri ve köfteyi yedikten sonra yavaş yavaş anlatmaya başladı.
Çocukluk arkadaşı Cengiz kumara bulaşmış. Elinde avcunda ne varsa kaybettiği gibi tefecilere borçlanmış. Tefeciler, karısını elinde almakla tehdit edince, yeni iş kuruyormuş tezgahıyla Selimden kefalet almış. Daha sonra eşini ve çocuklarını alıp Istanbul’a kaçmış. Alacaklılar, mahkeme kararıyla Selim’in bütün mallarını ve bankadakı paralarını almışlar. Bunca talandan sonra borç bitmemiş; kalan borca bir yıllığına senet yapmışlar. Selim battıktan sonra Bozada’nın gecekondu mahallesinde harabe bir eve taşınmış ve inşaatta işe başlamış. Hem evi geçindiriyor hem de tefecilere kalan borcu ödemek için para biriktiriyormuş. Altı aydır bu harabede eşi ve biricik oğluyla yaşamaya çalışıyorlarmış.
-Oglum, sana züğürt teselli gibi gelir ama eşin ve çocuğun yanında olduktan sonra çok şey kaybetmiş sayılmazsın. Kaybettiğin dünya malı olsun, yine kazanırsın.
-Mehmet amca, eşimi ve oğlumu bu sefil durumda yaşattığımdan dolayı kendimden utanıyorum. Serpil bu hayata daha ne kadar dayanır bilemiyorum, bir gün çekip gidecek diye korkuyorum.
-Serpil, taşcı Selami’nin kızı değil mi?
-Evet?
-Taşcılar, taş gibi sağlam adamlar. Bozada’da onlardan daha sağlam insan bilmem ben, müsterih ol evladım. Bu günler geçecek, hem de çok yakında.
-Peki nasıl geçecek?
-Yandaki tezgahın sahibi işi bırakacağını söyledi ve tezgahını ilk bana teklif etti. Bir düşüneyim dedim, yarın haber edeceğim. Herhalde hemen şimdi haber ederim artık, yandaki tezgahı alıp seninle ortak çalışmak istiyorum Selim. Ne dersin?
- Amca, bende sermaye yok ki?
-Evlat, ben de var. Kazandıkca borcunu ödersin. Şimdi senden para isteyen kim?
-Bilmem, nasıl olur?
-Şahane olur Selim! Rahmetli babanın çok iyiliğini gördüm, müsade et bir iyilik de ben yapayım. Üstelik benim de işime gelecek. Erdal dükkan açtı; bana yardım edemiyor. Ben yaşlandım, sensiz değil iki tezgahı bir tezgahı bile idare edemem. Sabahın köründa hale git, sandık indir bindir, pazarda tezgah kur gibi şeyler bana ağır geliyor. Hem yanımda olursan, civar köylere gider tarla veya bahçeden mahsul alıp burada satarız. Haldeki toptancılara pazarın kaymağını yedirmeyiz yani daha çok kazanırız. Ver elini bakalım, ortak!
- Mehmet amca, Allah senden razı olsun. Neyse bir şeyler alıp gideyim artık.
- Oğlum, şimdi git iyice dinlen. Yarın öğleyin seninle patates almaya gidelim. O ne o! ?
- Aldıklarımın parası? !
- Selim, biz ortağız artık. Koy o parayı cebine, yarın patates alırken sermaye yaparsın. Haydi şimdi evine, geç kalma! Serpile selam söyle!
Selim koşar adımlarla eve geldi.
- Serpiiil! Serpiil!
-Selim, hayırdır?
-Gözümüz aydın, artık kötü günler geride kaldı! Allah’a binlerce hamd olsun! Ya Rabbi çok şükür, bu günleri de gördük!
-Selim, neler oluyor? Anlatta biz de sevinelim!
Selim, olup bitenleri eşine anlattıktan sonra: “Serpil, çok şey kaybettim ama bunlar kazancım yanında çok küçük kalır aslında! “ dedi.
- Neymiş o kazancın?
- Seni kazandım, daha ne olsun? Anlamadın değil mi? Hatırlarsın, ablalarım seninle evlenmeme hep karşı çıkmışlardı. Ben batıncaya kadar hep senin aleyhinde oldular, hep seni kötülediler. Ablalarımı dinlemiyordum ama etkilenmiyor da değildim Serpil. Ben battıktan sonra sen bırak beni bırakıp gitmeyi, hiç şikayet bile etmedin. Hep sabrettin, bana yardımcı oldun… Ablalarım ise kötü günlerimde bir kere dahi kapımı çalmadılar. Onlardan para istemedim, sadece gelip teselli etselerdi bana yeterdi. Kuru teselliye bile muhtaç oldum!
Senin duaların yüzüsü hürmetine olsa gerek fakirlikten kurtulacağız inşallah! Belkide ileride daha da zengin olacağım ama bir farkla! Çevremde iyi gün dostları, yiyiciler ve asalaklar olmayacak!
-Selim, ben senin doğruluğundan, dürüstlüğünden, iyi niyetinden hiç şüphe etmedim. El ele verdikten sonra düzlüğe çıkacağımızın ümidini hiç yitirmemiştim zaten, Allah’a binlerce hamd olsun. Ama şunu iyi bil, benim ettiğim dua değil de bu gün yardım ettiğin hacı amcanın duası bizi kurtardı. Meğer, hacıya kimse yardım etmemiş ve kamyoncu çok bunaltmış. Sen gelip adamı zor durumdan kurtarınca sana dua etmiş…. Sen gittikten sonra hanımı ile gelip seni sordu. Sen olmayınca sana hayır duaları edip getirdiği erzağı bıraktı. Yarın akşam bizi yemeğe bekliyor...
Abdullah KonukseverKayıt Tarihi : 12.11.2013 20:39:00





© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.

Bu şiire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!