Dolunayda çırılçıplak
Dicle'ye eğiliyor esmer kadın,
Şarabın boğazında bıraktığı yanık
Küskün rüzgârla sevişiyor.
Karpuz çekirdeği gibi fırlatıyor beni
Karacadağ'ın göğsünden,
Bana dediler ki,
Hayal kurmak çocukça
Oysa ben, her gece başucuma
Bir düş bırakıyorum,
Kırılmasın diye sessizce.
Karga sesi,
Sanki Ağrı Dağı'nın boğazını sıkan bir çocuk gibi
Çığlık atıyor.
Nehir, sabahın dişlerini fırçalamadan öksürüyor hâlâ.
Bulutlar yamuk yumuk, parçalı
Yoksul bir ressamın eksik tuvali gibi
İlk damla suya baktı Thales,
Ben de ilk aşkıma…
İkisi de aynı: Boğulmak için doğmuş bir çocuk.
Sokrates’in soruları dudak piercingle kanadı
Sirayet ediyor geceye, bastığım her kaldırım taşı.
Muhayyilem , çatlamış bir testi,
İçinden sızıyor susturulmuş küfürler.
Bavul gibi taşıyorum geçmişi sırtımda,
Kambur butimar kuşu misali,
Bir köşede
Gıcırtılı sandalye
Şişeler ışık döküyor geceye
Baykuş uçtu yanımdan
"Ne arıyorsun?"
Çatlak duvar dudaklara düşüyor
Kentin en yalnız duvarına yaslanmış,
Duygusuz bir ölünün kahkahası çarpıyor
Ezeli ahmaklığımıza.
Taş ustası, nasırlı elleriyle
Mermeri değil,
"Cebimdeki yara bantlarıyla Tanrı'yı susturdum."
Cebimdeki kırık saatle
Zamanı susturdum
Tik-tak...Tik-tak...
Duvarlar bile dinledi.
Ağaçların bir tarafı hâlâ direniyor:
Gövdesinde varoluşun çıplak inadını taşıyor,
Yapraklarını sıkı sıkı kavrıyor,
Çünkü yaşamak, düşmemekle eş tutulur sanıyor.
En eski çağlarda,
Tanrıların unuttuğu bir ülkenin göğünde
Tavuskuşu kanat açtı.
Her tüyünde bir göz vardı,
O gözlerden biri şarapla ağladı,
Biri incirle kanadı,
Bu şaire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!