Sevgiliye Mektuplar KİTAPLARIM SATMıYOR ...

Olgun Ekinci
271

ŞİİR


0

TAKİPÇİ

Sevgiliye Mektuplar KİTAPLARIM SATMıYOR ARTIK

……………Son kitabımı çıkartırken; yayınevine, kapak tasarımcısı ve fotoğrafcısına, baskı ve ciltciye, matbaaya ve kitap dağıtımcısına, önceden de ödenemeyen borçlarım nedeniyle hatırı sayılır rakamlarda senetler imzalayıp verdim, satıp, kazanıp ödenmek üzere… Altın vuruşum olacak son eserim, öylesine emin, öylesine coşkuluyum, okunacak, satacak son kitabım… Alkolden titreyen ellerim, imza günümde alkışlayan ellerle yeniden buluşacak, doğuşum olacak sil baştan…

……………Evrim yaratmıştım, ilk kitabı yayımlayıp yirmi altı yaşın olgunluğuyla ve aşık usandırıyor çıkmıyordum tüm döviz cinsinden desteli tomarlara karşın ulusal kanallara, gizli bir tatmin ve duyumsanmamış tüm orgazmları yaşarken, gizli cennetimde sadece doğu-güneydoğudan gelen küçük kitabevlerinin açılışına ve imza gününe katılıyordum, henüz tanınmamış kimliğimde… Orada kürt, alevi ve ezilmişliklerinin mezhebinde cendereye sıkıştırılan, bunaldıkça okuyan kesimler ve sorgulayan, yargılayan halk ve halklar vardı, köşeye sıkıştırırlardı imzadan sonraki yöresel akşam yemeklerini tadarken gençler ve çok hoşuma giderdi onların karşısında nakavt olmasını hisseden boksör gibi… Sağlı sollu yumruklar gibi yanağıma, alnıma, kaşıma, gözüme, göğsüme, karnıma, her yerime dokunan, ezilmişten kaynaklı dokusu ipeksi ve altın işlemeli kelimeler vuruyor, kendimi savunmasızlığımda… Nice sonra yerden kalkıyor, kaldığım yerden devam ediyordum, gardımı alıp yeniden savunmaya geçiyordum kelimeler ok gibi fırlarken yüzüme ve günün ilk ışıklarına değin sürüyordu ringdeki kelimelerin vatan kurtaran deyişleri…

…………… Van, en uçtaki imza, söyleşi kentiydi ve göl kenarında gece sohbetlerinin ardından görsel şölene dönüştürülen, karnımızdan önce gözlerinin aylarca doygunluk hissettiği kahvaltı salonlarında günaydınlaşırdık edebiyat dostları ile… Sokağa taşan masalarda garsonların ekmek yetiştirmekte zorlandığı, irili ufaklı sokaklarda ne çok kahvaltı salonları vardı ve tüm Van halkı sanki buralarda kahvaltı yapıyor, evlerde çay demlenmiyor hissi uyanırdı her gidişimde ve kadınların ayıp sayılan, olamadığı ve gidemediğini bilmeme rağmen… Göl kenarındaki Tatvan dönüşte uğrak yerlerimdendi dostlarımın olduğu ve yıllar geçse de hala telefonla iletişim kurduğum ve öğlenleri ünlü Büryan kebabı yenmeliydi yöreye özgün… Severdim de yerken, mutlu olurdum kuyunun içinde o ilik gibi pişen et, çatal değdiğinde dağılıverirdi taze ve pişmişliğinde, oburdum küçüklükten kalan
alışkanlıklarımla ve gece Diyarbakır da konuklanırken final ille de Selim Amca Restaurantın küpte yaptığı terbiyeli işkembe ile olacaktı her konukluğumda diyar kentte… Süregelen günlerin ne çok ve çabuk geçtiğini düşünürdüm evime döndüğümde ve Ergani, Siverek, Muş, Bulanık, Varto, Batman, Cizre, Hekimhan, Doğanşehir, Gölbaşı, Besni, Adıyaman, Nizip, Kahtadaki cebi yoksul, yüreği, sevgileri, dostlukları varsıl insanlar, dostlarım gelirken aklıma, geceden sabaha uzanıyorken uykusuzluklarıma, gömülürdüm yatağımın tenha köşelerine, onların gülüşleri eklenirken yastığıma yatağımın altında saklardım oğlu-kızı dağa çıkmış biçare ihtiyarları…

…………… Tunceli; dağlarının, deli akan Munzuruyla, ruhumun derinliklerini dinlendiren, halkının tamamının potansiyel suçlu kimliği taşıdığı, çocukların anne karnında suçlu ilan edildiği en güzel özgürlüğüm oldu benim sokaklarında dolaşırken… Pertek, Hozat, Çemişgezekiyle, Nazimiye, Pülümür, Mazgirtiyle, köylerinden dahi modern giysiyle gelen kızların, okudukları kitapları imzalatma çoşkusu taşıyan dinmemiş yangınların ateşiydiler, sıcaklıklarını yüreğime aktardıklarında ve devr alırken dinmeyen ateşlerini, hazırlık yapıyordu büyük kentlerin, aşkı, babalarının işçilerin sırtından kazanan kızlarının kuaförleri ve Avrupai mağazalarında… Onlar semahların, onlar dergahların, asil ve ezilmiş, dilleri yüreklerinde saklı ve isyana hazır kadınlarıydı ülkemin… Patlamaya hazır volkan, suskun, ama susmayan yürekleriydiler… Tanıdıklarına rağmen, bildik ve kitap istemelerine rağmen yol boyunca düşman ülke sınırlarında göremeyeceğim eziyete alıştım artık Tunceli il sınırlarından yol alırken gakkoşlar diyarı Elazığa yolculuğumda, en çokta Karakoçanda bir sigara içimi molayı severdim dostum Hıdırın dükkanına girerken ve biliyordum elimde büyüyen Taylan şimdi orada ve sarılacak yine bana bırakmadan dakikalarca, doğduğundan bugüne bu ilçeden çıkmamışlığında bana ülkesinin yağmurlarına hasr et tutuklu gibi… Altı yaşındaydı ilk tanıdığımda ve şimdi üniversiteye hazırlanıyor, ille de İzmir diyor deniz görmemişliğini dindirmek için… Biliyorum gider İzmire o ilçenin en yüksek puanını tüm deneme sınavlarında kotarmasıyla, aklıyla ve hak ediyor ülkemin Taylanı annesine Kendim için bir şey istiyorsam namerdim, ama sana güzel bir gelin getireceğim söyleminde… Ve Taylan ve Hıdır ve yüzlerce onlar gibi dost biriktirdim her uğramışlığımda…

…………… Adaptasyonda zorlanırdım her dönüşümde ve içimin kırsalında sevgileri çoğalırdı o yörenin insanları düşerken ve çıkmazken usumdan… Anlattıklarım, inanmakta zorlanan sayıları çoğalan topluluk oluşturuyor ve her defasında bir sonraki ziyaretime günlerini denk düşürmek isteyenlerle durmadan artıyordu… Ben ise gittikçe tükenen ama hissettirmediğim bir yolun sonuna yaklaştığımı, gelmek üzere olduğumu saklamaya çalışıyordum nafile çabayla.. Bir tek dost ya da arkadaş bile sormaz olmuştu yeni bir yazımın, öykümün, şiirimin varlığını… Zaten bir tükenişin son uzatmalarını tükenmek üzere olan kalemimle yazmış ama okutacak, değerlendirecek, kötü de olsa eleştirisine sunacağım kimseler kalmamıştı yazı dünyamda…! Ya beğenmezlerse ve raflarda rengi solmaya başlayan son iki kitabım gibi akıbete uğrarsa diye düşünmeden duramıyordum…

…………… Pelür kağıt bile bulamadım tasarladıklarımı yazmak için son kitabıma dair ve oturduğum semte uzak diye bir ilköğretim okulunun çöplüğünden topladım gecenin ilk saatlerinde… Ama artık her şey çok güzel olacak, yeni nesil okuyucu ve eski okuyucularım çıktığı anda kapışacaklar son ve yeni kitabımı… Ardından sayısız baskılar yapacak ve yıllar önce röportajlarını reddettiğim televizyon kanalları yeniden peşime düşecekler-ki ekran kıyafetimi de çıkacağım kanallar alsın artık, kravatım dahi kalmadı çünkü, bu kerpiç eve taşınırken son iki kravatımı yatağım dağılmasın diye ip yerine kullanmıştım ve parçalanmıştı lime lime… Ama en çok sıcak lavaş ekmeğe tereyağı sürüp, arasına tulum peyniri koyarak yemeyi özledim kaç yıldır, aldığım ilk para ile bunu gerçekleştireceğim, eğer o geçmek bilmeyen kalp ağrılarım geçici bir süre izin verirse… Açık kalp ameliyatımı yapan cerrah bu tür yiyecekleri anında tetikleyici olduğundan kesin olarak yasakladı ama nasıl olsa kitabı çok satan bir yazarın, hele ki umudu olan son kitapsa kalpten öldüğü nerede görülmüş? Çok özledim okuyucularıma kitaplarımı imzalamayı… Çok özledim kışları battaniyeye sarılmadan sobanın sıcaklığı ile ısınmayı… Çok özledim sıcak ekmek ile tere yağ ve tulum peynirini… Çok özledim… Özledim…

29.5.2006 - Adana

Olgun Ekinci
Kayıt Tarihi : 5.6.2006 14:16:00
Yıldız Yıldız Yıldız Yıldız Yıldız Şiiri Değerlendir
Yorumunuz 5 dakika içinde sitede görüntülenecektir.

Bu şiire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!

Olgun Ekinci