……… Sevda adamları kentlerinden uzakta ve yalnız ölürler… Sri Lanka’da balıkçı bir kadınsın eşlik ederken bana, Endonezya’da masalım, Vietnam’da gerçeğim, Ürdün, Cezayir, Filistin’de uğruna gözyaşı döktüğüm yavuklum, Japonya, Estonya, Rusya, Norveç’te şiirler yazan mavi renkli kalemim, Kamerun, Kongo, Bostwana’da yüzünü kaybettiğim siyahi tanrıçam, Portekiz ve Surinam’da dünüm, bugünüm, yarınımsın sevgili…
……… Etiyopya’ da kabile gelenekleri gereği sünnet edilen çaresiz kızların acısını yüreğini hissederken Endülüs’te şarap ve müzikle hüzünlenir, Elhamra sarayında dualar edersin… Danimarka’da denizkızının yüzünde seni ararken gözlerinin dehlizinde kaybolmuşluğum olursun sevgili… Manş denizinden Baltık’lara sürüklenen yaralı tekne olurum kıyılarına çarparken, savrulur, St. Gothard tünelinden Chacaltaya’ya çıkar nefeslenirim… Nefesini katarsın nefesime, tapusuz iki martı olur, Guatemala’ya kanatlanır, yorulur, iki şaşkın güvercine dönüşürüz, Machu Picchu’da koka içip, rahatlarken baygın düşeriz… Islak kanatlarından Yağmur Ormanlarına narçiçekleri saçılır, her birine uzanır, kokunu arar, öperken renklerin dökülür gözlerime, yüzümde cemreler açar mevsimden mevsime, savrulurum o an denizlere, toprağa…
……… Vatikan’dan Monako’ya yol alırken Korsika açıklarında kızarıyorum, sen korsanlardan ürktüğümü düşünürken Monako prensesi Stephanie geliyor aklıma, utanıyor, denizin kızıllığı ile kızarıklığım geceye yol oluyor, ‘’kırmızı sana çok yakışıyor’’ diyorsun… Ne çok severdim lise yıllarımda resimlerinden, kaç gece bekledim rüyalarıma gelir, yakamozları dalgalandırırız diye ve yağmur beklerken çamur yağar, gökkuşağının renkleri kirlenir, tüm deniz, nehir, dağ, ovaları karalardım haritalardan… İnsanlığın sustuğu anda, S.Arabistan Bahreyn arasındaki ormanlık alanda içki içerken yakalayan şeriat polislerinden kaçamıyor, mollaların verdiği idam cezasından yere düşerek kurtuluyor, gördüğüm rüyaya küfürler savururken, ‘’Arap Baharı’’nın kıskacında bilinmezlik ve felakete sürüklenen Orta doğunun Arap ve cahil haklarına acımaktan başka elimden bir şey gelmiyor…
……… Tanrının elerlide mi aynı renk derdim siyah beyaz yaşarken, uzak aşkları ve renkli kalem yokluğunda gözlerinin, yüzünün rengini çizerken Domuzlar körfezinde geceye düşer, seni ararım zamanın durduğu Küba’da… Havana Clup’te Guarapo yudumlar, şımarık liseli kızlar gibi gülümsersin… Bahama adalarında Amerika düşünce usuma, güneş yanığı tenimden kızarıklığım belli olmuyor bu kez ve Brooke Shields’den gençliğime düşen platonik acı ve yaralarım depreşiyor… Güneş ve yürek yanıklarından palto, eldiven, atkılarla sıyrılıyoruz Alaska ve Kanada’da üşüyüp, Antartika’yı, buzulları Eskimo’ları düşünürken… Gözlerinin buğulu ormanından dünyanın her yerine kalkan trende Fransa, Almanya üzerinden Polonya ve Macaristan’a yol alıyorum soluksuz… Tuna’nın efendisi Budapeşte’de ‘’Gül Baba’’ türbesinde dua ederken yüzüne çizdiğim çiçek ve uzaklara saldığın gözlerinden tanıyorum seni başındaki örtüye rağmen… Güne dönüyoruz yeniden, üşüyen ellerini tutarken sıcak ellerim, başka ülkelerin bozkırında…
Tek unutmak için acılarımı
Baksana; kırdılar kapılarımı
Yağmalandı kalbim, ömrüm, herselim
Kursuna dizdiler anılarımı
Yenik duştum bu savaşta neyleyim
Bu şiir ile ilgili 0 tane yorum bulunmakta