…………… Sevdam… Acılarım özlemine ulaşıp sessiz çığlıklar üretirken, kökünden söktüğü ağaçların zapt edilemez dayanılmazlığındaki kasırgaların, hortumların uçsuz bucaksız boranında çoğalmakta, çoğalmakta, çoğalmakta… Ve her gün yeniden artarak ve aşkına çoğalarak büyütmekteyim hayretler içinde bırakarak seni... Sana olan sevdama…
…………… En çok yaralarım olgunlaştırdı geçmişten bugüne uzanan içsel yaşantımı, onanmaz, kabuk tutmaz derdindeyken bilemezdim sevgi pınarımı sana, kaynağımda beslenen sözcüklerimi - ki sakladığımdı onlar- sevdana dair akıtacağımı… Bu yolda derman olacağını Lokman hekim gibi kanayanlarıma…
…………… Varoluşcu öğretiden kanıksadıklarım yol gösterici olamazken, Genç Werterin Acıları o zamandan dağlarken içimi, acıtırken kibrit kutusunda sakladığım küçük diye büyütmek istemediğim, aslında avuntum olan acılarımı asla bilemezdim sihirli lambadan bir cin ve dumanının gökyüzüne ulaşacak büyüklüğünü… Öylesine acılarım, yaralarım oldu ki sihirli lambasından çıkacak cinin, Alaattinin düşlerini kurardım bir gece yalnızlığımda gelsin, merhem olsun yaralarıma diye..Gelmedi…Gelemedi..Hiç olmadı ki cinim, sihirli lambam.
…………… Tütsülerle kutsanmış Kızılderili reisinin yeni doğan erkek çoğuna ateş dansında yapılan gösteriler nasıl acıtıyorsa kabiledeki çocuğu olmayan kadınları… Öylesine acıtıyor özlemine olan tutsaklığım geceden sabaha, sabahtan geceye, yeni gece ve gündüzlerde…suçlusu, asli faili ben, ben, yine ben olsam da..Ve her gece sakladığım çadırımda gözyaşlarımı acılarıma ortak ederken ay ışığının siluetine yazıyorum özlemlerimi…
Karaçalılar gibi yardan bitme bir çocuk
Çarpık bacaklarıyla -ha düştü, ha düşecek-
Nasıl koşarsa ardından bir devin
O çapkın babamı ben öyle sevdim