Hep şiirlerde,şarkılarda
Dinledim İstanbul'u...
Düşlerde sevdim,o şehri
İstanbul,oğlumun adı gibi
Tanıdık,görmediğim şehir.
Bir de sen anlat
Bal renkli gözlüm,İstanbul'u
Kalplerinde aşk işaretiyle doğar kimileri... Yeryüzüne gönül indiremez onlar... Hayatı ve insanları anlarlar,hayata ve insanlara merhamet duyarlar,ama hayatın ve onun içindeki insanların yaşadıkları gibi yaşamazlar.
Aşk işareti ile doğanlar yaşarken dünyaya talip olmazlar...Bilirler ki ne isteseler,neyi ansalar,ne kazansalar aşkın dışında hiçbir şey avutmaz onları,teselli etmez...Gönüllü sürgündür onlar...Gizliden gizliye hissederler bunu...Sonsuz bir ışıktan kopup gelmişlerdir geldikleri yere...Kopup geldikleri ışığa inançları ne kadar büyükse,içlerinde ki acı da o kadar derindir...Bu acı hatırlatır onlara kopup geldikleri yeri...Bu acı hatırlatır onlara kim olduklarını ve niye varolduklarını...
Kalplerinde aşk işaretiyle doğsa da bazı günler yorulur insan karşılıksız sevgilerinden...Yorulur kendisini anlatamamaktan...Sevgilim der,sevgilim der,ama,sevgilim dediği yanında değildir,bilir...Bazı günler insan soluksuz kalır,içindeki sevgili olmasa bile karşısındakine deliler gibi sarılır...O olmadığını bile bile sonsuz bir umutsuzlukla sarılır...İnsan soluksuz kalmaya görsün,sevgili diye bütün yanlışlarına,bütün kaçışlarına,kendine yaptığı ihanetlere sarılır...İnsan bir kere içindeki aşktan umudunu kesmeye görsün,her şey olmak,her yere yetişmek için bu hayat düşer...Her şey olduğunu,her yere yetiştiğini sandığı anda,ortada kendisi yoktur artık...Kaybolmuşluğa çok yakındır...Kopup geldiği ışığa inancı azalmıştır...Daha az acı çekiyordur artık...Ama daha mutsuzdur eskisinden....Daha mutsuzdur,o ışığı acı çekerek özlediği günlerden...
Soluksuz kaldığım kendime bile sakladığım günlerden bir gündü...Kaybolmuşluğa yakındım...İçimdeki acı hızla eksiliyordu...Işık soluyordu,soluyordu tıpkı sesim gibi...Soluyordu içimdeki aşk işareti gibi...Öylesine kaybolmuştum ki bulamıyordum artık içimde neyi yitirdiğimi,neyi kirlettiğimi...Öyle uzaklaşmıştım ki kendimden,kendimi bulmak için birine ihtiyacım vardı...
Onunla nerede ve nasıl tanıştığımız önemli değil....Gerçekten değil...Kaybolmuş insanlar birbirini çabuk buluyor....Umutsuzluk umutsuzluğu çağırıyor...
Konuşmaya susamıştık...Sanki ikimizde dilini,kültürünü bilmediğimiz uzak ülkelerden henüz dönmüş gibiydik bu ülkeye...Oysa böyle bir şey yoktu...Hep buradaydık...Hep o ışığımızdan kaybolduğumuz yerde...O ışığı orada bırakıp bu dünyaya,bu hayata gönül indirdiğimiz,her şey ve her yerde olduğumuzu sandığımız yerde...Hep o soluksuz kaldığımız yerde...Daha vakit var,o ışığa sonra dönerim, dediğimiz bu yerdeydik ikimizde...
Devamını Oku
Aşk işareti ile doğanlar yaşarken dünyaya talip olmazlar...Bilirler ki ne isteseler,neyi ansalar,ne kazansalar aşkın dışında hiçbir şey avutmaz onları,teselli etmez...Gönüllü sürgündür onlar...Gizliden gizliye hissederler bunu...Sonsuz bir ışıktan kopup gelmişlerdir geldikleri yere...Kopup geldikleri ışığa inançları ne kadar büyükse,içlerinde ki acı da o kadar derindir...Bu acı hatırlatır onlara kopup geldikleri yeri...Bu acı hatırlatır onlara kim olduklarını ve niye varolduklarını...
Kalplerinde aşk işaretiyle doğsa da bazı günler yorulur insan karşılıksız sevgilerinden...Yorulur kendisini anlatamamaktan...Sevgilim der,sevgilim der,ama,sevgilim dediği yanında değildir,bilir...Bazı günler insan soluksuz kalır,içindeki sevgili olmasa bile karşısındakine deliler gibi sarılır...O olmadığını bile bile sonsuz bir umutsuzlukla sarılır...İnsan soluksuz kalmaya görsün,sevgili diye bütün yanlışlarına,bütün kaçışlarına,kendine yaptığı ihanetlere sarılır...İnsan bir kere içindeki aşktan umudunu kesmeye görsün,her şey olmak,her yere yetişmek için bu hayat düşer...Her şey olduğunu,her yere yetiştiğini sandığı anda,ortada kendisi yoktur artık...Kaybolmuşluğa çok yakındır...Kopup geldiği ışığa inancı azalmıştır...Daha az acı çekiyordur artık...Ama daha mutsuzdur eskisinden....Daha mutsuzdur,o ışığı acı çekerek özlediği günlerden...
Soluksuz kaldığım kendime bile sakladığım günlerden bir gündü...Kaybolmuşluğa yakındım...İçimdeki acı hızla eksiliyordu...Işık soluyordu,soluyordu tıpkı sesim gibi...Soluyordu içimdeki aşk işareti gibi...Öylesine kaybolmuştum ki bulamıyordum artık içimde neyi yitirdiğimi,neyi kirlettiğimi...Öyle uzaklaşmıştım ki kendimden,kendimi bulmak için birine ihtiyacım vardı...
Onunla nerede ve nasıl tanıştığımız önemli değil....Gerçekten değil...Kaybolmuş insanlar birbirini çabuk buluyor....Umutsuzluk umutsuzluğu çağırıyor...
Konuşmaya susamıştık...Sanki ikimizde dilini,kültürünü bilmediğimiz uzak ülkelerden henüz dönmüş gibiydik bu ülkeye...Oysa böyle bir şey yoktu...Hep buradaydık...Hep o ışığımızdan kaybolduğumuz yerde...O ışığı orada bırakıp bu dünyaya,bu hayata gönül indirdiğimiz,her şey ve her yerde olduğumuzu sandığımız yerde...Hep o soluksuz kaldığımız yerde...Daha vakit var,o ışığa sonra dönerim, dediğimiz bu yerdeydik ikimizde...
Güzel bir İstanbul şiiri okudum. Yüreğinize sağlık. Yarışmada başarılar. Sevgiyle kalın. Mustafa ATİŞ
Bir İstanbul sevdalısı olarak ve sizlerin istanbul özlemine de İstanbul sevgisiyle bir şiir sever olarak katkı sunmak istedim. Umarım şiirimi beğenirsiniz...
Saygılarımla...
Bir Rüyadır İstanbul.
Çocukluğum da gördüğüm,
Çocukça aşık olduğum
İstanbul’umu arıyorum ben.
Yıllar yıllar önceydi,
Eminönü meydanı hayali bir alandı.
Sıcaktı ve aylardan hazirandı.
Bağıra çağıra limonata satanlar,
“Limonata buuuooz” diye
bağırmaktalar.
Güvercinler Yeni Cami’nin
sahipleri şimdi.
Yürekli bir orduyla koruyorlar
Ceddimin yadigar emanetini.
Hiç gitmedi kulaklarımdan;
Limonatacıların o zamanlar ne güzel
çıngırak sesleri vardı …
Şimdi nerede o sesler?
Söyleyin bana
o güzelim sesleri birileri mi çaldı?
Çıngıraklar onların olsun
ben seslerini istiyorum…
Hele de limonatalar, o zamanlar
İstanbul tadındaydı! ..
Bir seferinde rahmetli amcam Hasan’la
içtik birer bardak.
Amcam gülerek,
İç yeğenim dedi
bu bir ab-ı hayat.
İçtikten sonra da ab-ı hayatı amcam
fazla kalmadı aramızda,
Amcam şimdi bizi cennette beklemekte.
Öyle demişti babam.
Aaah İstanbul’um
hiç unutamam seni.
Bir Çemberlitaş’ını,
Oradan ilk gözlük alışımı,
Dünyaya başka bir gözle bakışımı.
Bir de Sirkeci’yi…
Sirkeciyi nedense sirke satan
bir amca sanırdım ben.
Ya Laleli’ye ne demeli?
Neden Laleli de lale olmadığına
üzülürdüm ben çocukken.
Bir de Kapalıçarşı;
Babamın Almanya’ya dönerken
alış-veriş yaptığı benim
“Işıklı Cami’m”
En azından ben öyle derdim.
Öyle de sanırdım.
Yıl 1971
Yeni Cami merdivenlerindeyim,
Hayatım da ilk defa fotoğrafım çekiliyor!
Gider mi aklımdan?
Hiç zannetmem! ..
Hele de 70’ inde bir dedenin
aldırmadan fotoğrafa
usul usul çıkarak merdivenleri,
namaza giderken yüklendiği
el işi sedef kakmalı bastonu
unutulur mu?
Ben unutmadım.
İşte böyle bir İstanbul hatırlıyorum
rüyadan ibaret.
Camileri sessiz – mağrurdu.
Çıkmak için minareye
müezzinler yarış ederdi.
Minareye çıkıp da say ki
İstanbul’u seyrederdi.
İstanbul denilince;
Nedim’in dizeleri gelir aklıma
amcamın dudaklarından dökülerek:
“Bu şehri Sitanbul ki bi-misl ü behadır,
Bir sengine yek pare acem mülkü fedadır.”
Kazım Beysülen
Bu şiir ile ilgili 2 tane yorum bulunmakta