Sevgili O Muhabbet Mektuplar
Bu akşam üstü, yine seni düşünürken buldum kendimi.
Penceremden usulca süzülen son bahar güneşi,
Tam senin yanağına düştüğü gibi vurdu koluma.
Ve kalemim,bir çınar yaprağı hışırtısıyla
“Yaz beni”dedi, “yaz onu…”
Belki hatırlarsın, o tozlu yollardan
“Sonsuza kadar”diye çizdiğimiz kalbi.
İşte o sonsuzluk,bu mavi zarfta saklı şimdi.
Her kelimem,bir yıldız tozu…
Her noktam,bir “keşke”…
Sana İstanbul’dan bahsetmeliyim belki de;
Martıların beyaz bir çığlıkla yardığı gökyüzünden,
Ya da yağmur sonrası mis kokulu ıhlamur sokaklarından…
Ama en çok,yalnız geçen vapurları anlatmalıyım,
İçimdeki“sen” yokluğunu…
Rüzgâr, bu gece de yapraklarla konuşuyor dışarıda.
Ve ben,cümlelerimi “çiçek desenli” kurşun kalemle yazıyorum.
Belki böylece,satır aralarına sakladığım o “seni özledim” ler,
Kâğıdın teninde bir gül izi gibi kalır…
Sana ulaştığında.
Belki de hiç göndermem bu mektubu.
Birşiir olarak kalsın çekmecemde…
Tıpkı senin gibi;“en güzel” ve “en uzak”…
Bütün kelimeleri seni anlatan biri.
Sana yazmak, sessiz bir yağmur sonrası odama dolan o ıslak toprak kokusuna benziyor şimdi. İçimi çeken, tarifsiz bir hüzün ve bir o kadar da taze bir başlangıç hissi... Kalemi elime aldığım an, zamanın sınırları eriyor ve sen, kelimelerimin arasına, bir gölge misali, usulca yerleşiyorsun.
Bu satırları yazarken kullandığım mürekkep, sanırım birazcık da gökyüzünden çalındı. Çünkü her cümle, maviye çalan bir melankoli taşıyor. Belki de sen, bana hep "akşamın lacivert saatlerini" hatırlattığın için. O saatler ki, günün yorgunluğu ile gecenin umudunun birbirine karıştığı, en samimi, en korunaksız anlarımızdır.
Sana "İstanbul'u anlatmalıyım" demiştim ya hani... Aslında anlatmak istediğim, şehrin kendisi değil, senin yokluğunda hissettiklerimdi. Mesela, Karaköy'de bir balıkçı tezgahının önünde durup da, aklıma senin denizi ilk gördüğündeki şaşkınlığın gelişi... Ya da eski bir pasajın tozlu vitrininde gördüğüm bir kolye; taşı, senin gözlerinin rengiydi. Şehir, senin hatıralarınla dolu bir labirent artık ve her köşe başında, geçmişe dair bir puzzle parçası buluyorum.
Bazen, "keşke"lerimin ağırlığına kapılıyorum. Keşke o son konuşmamızda, kelimeleri birbirine biraz daha az incitsek... Keşke, o sonbahar yapraklarının altında, ele ele yürürken, o anın sonsuza dek sürmeyeceğini bilmesek... Bu "keşke"ler, birer "altın varak" gibi yapışıyor satırlarıma, hem süslüyor hem de ağırlaştırıyor her birini.
Rüyalarımda seni görüyorum. Ama net değil, "bir suyun altından bakıyormuşum gibi"... Bulanık, titreşimli, uzak. Sesin gelmiyor, sadece dudakların kıpırdıyor ve ben, o sessiz filmin yönetmeni olup çıkıyorum sabahlara kadar. Orada, seninle konuşabiliyorum nihayet. Tüm söyleyemediklerim, bir nehir gibi akıyor rüyanın kıyısına.
Bu mektup, belki de hiçbir zaman eline ulaşmayacak. Belki de "eski bir kitabın arasında kurutulmuş, mor bir menekşe" gibi kalacak. Belki de onu, bir şişenin içine koyup, denize atmanın hayalini kuruyorum. Kim bilir, belki bir gün, tam da sen kumların arasında yürürken, dalgalar onu ayaklarının dibine bırakır.
Çünkü sevgilim, bazı şeyler söylenmek için değil, yazılmak için var. Bazı acılar, ancak bir şiirin mısralarında hafifler. Ve bazı insanlar, ancak böyle "yaldızlı harflerle" yazıldığında, gerçek hikayelerine kavuşur.
İşte bu yüzden, bu mektup senin için. Belki okursun, belki okumazsın. Ama bil ki, burada, her kelime, senin adına yazılmış bir "nokta-i teselli"dir.
Ve ben, bu satırların sessizliğinde, seni düşünmeye devam edeceğim. Tıpkı bir çınar ağacının, her sonbaharda yapraklarını dökerken, ilkbaharı beklemesi gibi...
Ferhat Şirin
Kayıt Tarihi : 22.9.2025 18:55:00





© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.
Bu şiire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!