sevgili eşim İbrahim Sur'un anısına

Reyhan Sur
121

ŞİİR


0

TAKİPÇİ

sevgili eşim İbrahim Sur'un anısına

sevgilerin kıtlık zamanı
şiir tezenenle vurdun döşüme...

*Şiirlerle İbrahim Sur

'gittikçe artıyor yalnızlığımız'

bir bir iniyor perdeler
ve yıldızlar sönüyor
aynı tirat yaşam sahnesinde:
'oyun sürüyor...'

bombalar düşüyor yanıbaşımıza
ve bir yürek duruyor her gün
yol arkadaşlarımızı uğurlarken son yolculuğuna
soluğunu duyuyoruz ölümün...

bu kadar kolay mı gitmek gülüm
'yapacak daha çok işimiz var' oysa
git.. gelme..
ertele buluşmamızı ölüm... (ibrahim sur)

başlığı Cahit Sıtkı'nın '35 Yaş Şiiri'nden almıştın ama O'nun yolunun yarısı yirmi üç, seninki yirmi sekizmiş meğer... Bir çocuk babasıydın daha o yaşta... Ne çok sevinmiştin Mehmet doğduğunda... Sonra Onur... Aslı... Üç tomurcuk gül...

üç tomurcuk gül verdin
güllerin en güzeli
iyi ki doğdun gülüm
iyi ki sevdim seni (ibrahim sur)

Gönlümün bahçesine diktiğin filizlerimiz onlar bizim, canımın içi! Sen dolusun her birinde... Hiç yükseklerde değildi gözlerimiz... Hiç gözümüz olmadı başkasının yaşantısında... Yüreğimizden sevgi hiç eksik olmadı... Tomurcuk güllerin yanımda şimdi ve ruhun ruhuma ulalı...

Bugün benim doğum günüm...Tanıştığımız günden bu yana atlamadın doğum günlerimi hiç... Bir gül... Bir şiir... Mutlaka ama mutlaka...
Hiç doymadık birbirimize gülüm...Herkes doyuyor mu sanki? Sevgimiz yarım kaldı dersem bencillik olur biliyorum... Hep yarım kalıyor sevgiler...
Ama biz, hep gözaltlarında sürdürdük yaşantımızı... Özelimiz hiç olamadı ki...
Bir hafta bile ayrı kalamazdık seninle ama bak bir ay oldu ayrılalı... Sen yoksun...

iyi ki doğdun (*)

Çocuklarıma ana, 'ben'den 'biz' yapan beni
İyi ki doğdun gülüm, iyi ki sevdim seni...

esin kaynağı duygu yüklü şiirlerimin
ve kavgada yumruğu
militan yüreğimin...

ilk rengi yaşamımın
benek benek çiçek çiçek
süzülüp gökkuşağından
ap ak dupduru ve 'sonrenk...'

güneşle uyandım her sabah
umut dolu günaydınlara
ne 'ah' dedik ne 'eyvah'
ve bir uzun yolda yürüdük
el ele gönül gönüle
büyüdük.. büyüttük...

çiçekler açtın tomur tomur
şiir şiir filizler verdin
ne kar ürküttü bizi ne yağmur
karakışlarda bile çiçekler verdin...

Yürüyemem ben sensiz, bırakma ellerimi
İyi ki doğdun gülüm, iyi ki sevdim seni... (ibrahim sur)

(*) Sevgili eşim Reyhan Sur'a doğum günü armağanı. (29 Ocak 2006)

tutamadım mı ellerini gülüm... kavrayamadım mı yeterince?
...

'ete kemiğe büründüm
Yunus diye göründüm' diyor koca Yunus...

'bir gün dirileceğiz' evet ama aynı kişiler olamayacağız artık... Ruhlarsa dirilecek olan eğer, sen zaten ruh eşimsin... vira bismillah...

*
'Gecenin matemini aşkıma örtüp sarayım
Gittin artık, seni ben nerde bulup yalvarayım
şimdi ben tıpkı şifasız kanayan bir yarayım'

Öyle çoktun ki gülüm...arkadaşım, dostum, anam, babam, kardeşim, çocuğum, ustam, hocam, can yoldaşım, ruh eşim, ölümsüz efsanem... hangisinin yokluğuna yanayım... kime ağlayayım gülüm...
'sen ağlama' demiştin yine bir şiirinde;

sen ağlama

bir ceylan vurulup düşer
her damla gözyaşında
ve bir gül kurur
gülbahçesinde gönlümün
yüreğim kahırla vurur.

kahırla vurur yüreğim
ne zaman hüzün çökse yüzüne
sevdamın zembereği boşalır
direnir / dirilir içimdeki delikanlı
pusatlarını kuşanır.

kuşanıp pusatlarını
utkusuz savaşlara koşar
düşerse kor ateş gibi gözyaşın
içimde okyanus taşar... (ibrahim sur)

şiirine yanıtımdı şu sözcükler;

bir ceylan koşardı her sabah pınarına
gözyaşı suyunda durulurdu
gül açardı bakışlar
tüm kahırlar dururdu

yürekler sevdaya vururdu
insandışı renkleriyle
güller namaza dururdu

bilmemiştik savaş nedir hiç
pusatsızdı sevgimiz
ve gürül gürül tan düşerdi okyanuslara
delikanlı sözler söylerdik
güneşin başkentiydi yüreklerimiz...
ve biz hala
ceylanla pınarın öyküsündeyiz... sevgimle...

*
her yüreğe bir sevda

bir kırmızı karanfildir yüreğin
gül kokusu sinerdi şiirlerime ellerinden
ve iki kara kurşun gibi gözlerin
bir yalnızlık türküsü olur düşerdi gecelerden...

geceler.. ille geceler..
karabasanlı düşleri ve cellatlarıyla
nicedir ozanlığımı aldılar ellerimden
korkular saldılar darağaçlarıyla...

çiçekler ekmiştik oysa darağaçlarının altına
gözyaşlarımızla sulamış / yıkılmamıştık
ateşler avuçlardık gül kokan ellerimizle
ve insanlığa inat kirlenmemiştik...

insanı sevmiştik / inanmış - güvenmiştik
ve her yüreğe bir sevda /
sevdamızı şiirlerimize yüklemiştik
haykırmasak da doyasıya
sevmiştik...

yine sevgi dolu bu deli yürek
ve başımı alıp gitmek istiyorum
dağlara çıkmak / dağları devirmek gerek
haykırmak gerek:
seviyorum! .. seviyorum! .. (ibrahim sur)

Hep haykırdık sevgimizi aslında... dağlara, kuşlara, çiçeklere, düşlere... Yürek yüreğeydik hep... Haykırdık yüreklerimizle...
...

özlem

ille babam
babamı istiyorum
bu bayram...

en küçüğü değil miyim bu ailenin?
ille de babamı isterim...

başına kurulmalı bayram sofrasının
yanında anam olmalı
ve ablam
ve abim
bu bayram
babamı isterim...

dedemden vazgeçtim çoktan
mantar tabancaları
ve balonlardan
en küçüğüyüm bu ailenin
şımarmama izin verin
bu bayram
ille de babamı isterim...(ibrahim sur)

Geçen yıl kurban bayramından önce yazmıştı... Bu yıl kurbandan önce kavuştu...

Basının ağır yükünü taşıyan emekçi bir babanın birbirinden onurlu beş çocuğundan en küçüğü...
Belki bu yüzdendi; duygusal yaşamında hep çocuk ruhu taşıması... Evinde ne denli çocuklaşsa da, tüm yaşamı boyunca sahiplendiği babacan davranışları, sevgi dolu yüreğiyle haksızlıklar karşısındaki isyanları hiç susmuyor ve 'ölene dek anarşist kalacak bu yürek' sözleriyle dillendiriyordu yürek sıkıntılarını... Sevdi, sevdalandı, isyan etti kimi zaman... O dev bir yürekti... kimleri sığdırmadı ki oraya...

isyan

isyanım doludizgin
kan ter içinde kopup gelmekte
yüzyıllar ötesinden
ve güneşe gitmekte...

ne kanlar aktı / ne canlar yaktı
susmadı / susturulamadı yürek
hep aynı umuda aktı
çek önümden sevdanı
şimdi gitmek gerek...

gitmek gerek
tam şaha kalkmışken isyan
ve bir militan coşkusundayken
içimde uyuyan
sele verip sevdalarımızı
güneşte buluşalım can... (ibrahim sur)

diyordu bir şiirinde...

güneşte buluşalım can... güneşim sendin hani?

neden bu kadar çok sevdin
neden şımarttın beni
ah be koca yürek
ah be can gülüm
şimdi
ben mi yaşıyorum
sen mi
*...

Yaşamından
Beyaza yakın sarı bukle bukle saçlarıyla, çevresine hep gülücükler dağıtan, zayıf, çelimsiz bir çocuk... Komşu kadınlardan birisi; 'hay irbaam! Sana nediy bakmazlaar' diyerek baş parmağıyla işaret parmağı arasında tuttuğu bileğini sallarken şaşkın şaşkın bakar İbrahim ve bu sahneyi hiç unutmaz ve hep gülerek anlatırdı o dönemini...

Orta yaşlarında aldığı kiloları ve yüksek dozda yüklendiği tansiyon illetini taşıyamaz olunca, bir çırpıda fırlatıp attı yükünü sağlam iradesiyle... 'artık uzun yol yürüyebiliyorum, tansiyonum bile düzene girdi' deyip sevinir, kilolu herkese de önerirdi yaptığı açlık rejimini...
Daha ağır yükler taşımıştı sırtında oysa...
...

İlkokul döneminde de çok çelimsiz biridir İbrahim... Bir gün öğretmeni (İdris Bey) tahtaya kaldırır, herkesin gözü önünde soyar... Derste, insan vücudunun iskelet yapısı incelenmektedir ve kaburga, omurga başta olmak üzere tüm kemiklerini saydırır öğrencilere...'çok utandım... içimde göyneğim vardı' diye anlatırdı birtanem...
Göynek; o zamanlar atlet yerine giyilen tırıl kumaştan dikilmiş uzunca giysidir... Sonraki yıllarda hep şık ve uyumlu giyinmiştir...
...

Ortaokul yıllarında gidip gelmeye başlar Yeni Konya Gazetesine... Mürettip babasıyla, iki abisi de gazetede yazılar yazan, kültür-sanat sayfaları hazırlayan üç sacayağıdır... Sacda pişmek için gönüllü olur çalışmaya... Yalım ateştir bıraktığı izler...
Bir gazetenin, Ümit Yaşar Oğuzcan'ın yönettiği sanat sayfasında yayımlanan ve derece alan bir şiiriyle sanatçı kişiliği perçinlenir...
*

Bir gün, Fuat Önder hoca bir haber yazmasını ister Yeni Konya'da ve yazdığı haberi çok beğenir; 'sen gazeteci doğmuşsun İbrahim, bu işi başarırsın sen' diyerek yüreklendirir...
Lise yıllarında gazeteciliğinin yanısıra öykü yazımına da yönelir İbrahim... Gazetede yöneticilik
sıfatını da yüklenmeye başlamıştır artık...
Yeni Konya Gazetesinde o dönemlerde günlük yazılar yazan kütüphaneci ve araştırmacı Celaleddin Kişmir; 'Sen gazeteciliği bırak, burada yiter gidersin. Sen öyküler yazmalısın. Çok ünlü bir yazar olacağından eminim' dese de, gazetecilik mesleğine aşıktır İbrahim... O yüzdendir, askere gitmeden önce bitirdiği okuldan aldığı Türk Dili ve Edebiyatı (Türkçe Bölümü) , öğretmenlik mesleği diplomasını rafa kaldırması... 'Ben gazeteci öğrenciler yetiştiriyorum' demesi... Yıllarca emek vermesi insanlara... Tam kırk yıl... 'İkinci emekliliğim geldi' derdi hep... 'Yeni Konya'da başladım, orada bitireceğim' dedi ve öyle de oldu...
...

Lise yıllarında popüler kişiliğiyle birlikte resime yatkınlığı, çizgilerle ve renklerle oynayışı resim öğretmeninin dikkatini çekmiş ve okulun koridorlarına astırmış İbrahim'in yaptığı panoları... Tiyatro gruplarında rol almış, yine oyunlar için dekorlar çizmiştir...
Bütün bu başarılarının yanında konuşurken heyecanlanma huyunu atamamış olsa da, ne denli duygusal bir yapıya sahip olduğunu sezen edebiyat öğretmeni Selahattin Arslan, bir törende okuması için kendisine bir konuşma metni verir; 'karşındakileri görmezden gel ve kendi sesini dinleme' diyerek, ve birkaç söz daha ekleyerek yüreklendirir kendisini... Bu görevi başarır ve bir daha hiç susmaz, halkın dili olur hep...

İbrahim, ansiklopedi gibi adamdır artık... Türkçeyi en iyi kullananlardan, Farsça ve Arapçayı kendi kendine söküp, yerinde kullanabilen, sanatçı kişiliğiyle ve duygusallığıyla gönüllerde yeri olan, yardımsever, saygılı ama illaki haksızlıklara karşı asi yürekli... adam gibi adam...
Gazetecilik yaşantısı boyunca birçok girişimlerde parmağı olan İbrahim Sur çabasının, Selçuk Üniversitesinin kuruluşunda ve Konyada yerleşik tiyatronun kuruluşunda da çalışmaları yadsınamaz...
Son yıllarda, İletişim Fakültesinde yaptığı öğrencilerle söyleşileri, onlarla birlikte yeni oluşumlar için gösterdiği çabaları, hep insan içindir ve insana sevgi ve saygısının en önemli göstergeleridir... Kırk yıl gövdesiyle, beyniyle çalışan ustalığı ve vefalı kişiliğine istinaden İletişim Fakültesi Gazetecilik Bölümünde, heykeli dikilecek değerlere sahiptir...
...

zehir zemberek

kahırlar kök salıyor içimde
sitemler yeşeriyor
dişlerime hapsettiğim
bir küfür dudaklarımda
'açıversem' diyorum
gülücük zincirlerimi
ne ki
öfkem sevdaya mahkum...

her saniyeye bir ihanet taşıyor sanki
küresel saatlerin yelkovanları
ne yana baksam puşt tuzağı
zehir zemberek her gün
ve sevdam ayakbağı...

bugün yarına gebe, biliyorum
ama dünden kürtaj edildi umut
sevinemiyorum... (ibrahim sur)

umutlar hiç tükenmez sevdiğim... kürtaj da edilse yeniden doğar yarınlar..
sevda ki dilini bağlar çoğu zaman insanın... ama yok ezilmek..
sen yine de aç gülücük zincirlerini..
hep dimdik ayaktayız..
yürekten sevgimle...
...

Tuncer Mengeç'in kaleminden;

Şimdi, kış rüzgarlarının her gün biraz daha seyrelttiği 'dostlar ormanı'na mersiyeler yazma zamanı... Ve ormanın dalları çok, yaprakları canlı bir 'kayın'ını kaybettim.
'Bu dallar daha çok kar kaldırır' dediğim bir anda; dal değil, ağaç devriliverdi... Dala bakmaktan, gövdenin çürüdüğünü fark edemedim. Acımasız kış rüzgarı aldı götürdü 'dostlar' ormanındaki 'dost ağacımı'... diyor değerli dost Tuncer Mengeç abimiz ve devam ediyor anlatmaya; O aydınlık yüz, birebir ilişkilerimizde hep aynı kaldı; hiç matlaşmadı ve bir kez olsun maske kullanmadı... İbrahim Sur; vefanın, insanlığın, erdemin adı; kalemin ve kelamın efendisiydi...
Sevgili İbrahim bonkördü, ölümde de bonkörlüğünü gösterdi ve bahşişi fazla bıraktı... *

Kaleminiz gücünü hiç yitirmesin Sevgili Tuncer Abi ve yüreğinizden sevgi eksilmesin...
*...

İbrahim Sur'un eşi olmak;
Çok kolay... çok zor... gülerken ağlamak... ağlarken gülmek gibi bir şey...

gülüm'e

bu gece
gök kubbeyi ben açtım
ay lambayı ben yaktım
yıldızlar saçtım samanyoluna
sana yol aldım dualarımla...
*

Hep beynimi yıkadın; 'sen güçlüsün' diyerek... Benim gücüm sendin gülüm... Sen yoksun... Gücüm yook!

ben hala
her gün pınarına koşan
saçları örgülü küçük kara kızım
ben, senin gülün ceylanın
sen, benim gülüm pınarım
coşkuyla akan
bitmedi ki ceylanla pınarın öyküsü...
*

Sadece hayvanlar değil tehlikeleri hisseden... İnsanlar da hisseder... Hayvan yanımız hissediyor da, insan yanımız vurdumduymaz mı davranıyor?
Hissettim birşeyler ben de dalgınlığından... Suskunluğundan... Ama öyle bir çarkın içinde dönüp durmaktayız ki, bilemedim... Korkular yasasında üniformalı saatler vardı hep...

Her buluşmamıza sen hep erken gelirdin erkenci kuşlar gibi... İşlerini ertelemeyi sevmezdin... Bu kez de erken davrandın işte, benden önce... Nasıl, ne zaman gelebilsem bilemiyorum...Bu yanda çocuklarımız tutmakta kollarımdan bütün güçleriyle... Sen orda uyuyorsun şimdi... Ben burada uyutuluyorum... Ne zaman gelirim dersin?

düşe davettir tüm gülümsemeler
gözlerindeki gülücükleri özledim

alıp resimlerdeki gülüşünü
gözlerimdeki ay ışığına sürerim
uğultular dalgalanır beynimde
iğdiş edilmiş hoşgörü ırmaklarında

sürüklenir
siren sesleri kemirir duygularımı
sessizlik ağacım devrilir

yalnızlık acısı şarkılarda yükselir
özlemli zaman sayfaları açılır kendiliğinden
trenler geçer çıldırmış tekerlekleriyle
kaçış sığınaklarına girer
dönen zaman tünellerinde...
*
benim doğmamış bebeğimsin

tüm şarkılarda anın
bütün makamlarda! adın var sevdiceğim
........................

Reyhan Sur
Kayıt Tarihi : 29.1.2007 08:48:00
Yıldız Yıldız Yıldız Yıldız Yıldız Şiiri Değerlendir
Yorumunuz 5 dakika içinde sitede görüntülenecektir.
  • Fatma Farrow
    Fatma Farrow

    'Hüzünlü bir hikaye,çoğunlukla da böyledir yaşanmış hikayeler,yine de şanslısınız sevdayı bilmiş,yaşayıp yaşatmışsınız.Paylaşmanız da incelik teşekkürler.

    Cevap Yaz
  • Ömer Bilgin
    Ömer Bilgin

    Mutlu yıllar ve sabırlar dilerim. Bir sevgi destanı işte böyle yazılır. Ömer BİLGİN.

    Cevap Yaz
  • Sacide Yaylaz Destina
    Sacide Yaylaz Destina

    'Sabahın bu ilk saatlerinde size 'NİCE YILLAR ' demek hemde böyle içli duygulu bir sayfadan..
    kutlarım sizi sabır diliyorum sevgiler..'

    Gidenlerin ardından

    Hep hasret olmadı mı,
    Hep özleyiş,sessizce bekleyiş,
    Çatılan kaşlar,buğulu gözler,
    Gidenlerin ardından.

    Kaç sevgili yitirdi umudunu,
    Kaç sevgili kahretti her gece,
    Geceler boyu kalkmadı mı kadehler,
    Gidenlerin ardından..

    Nafile bu bekleyiş bu özleyiş,
    Bilmeyecekler yazılan şiirleri,
    Duymayacaklar söylenen şarkıları,
    Gidenler ardından....

    Sacide Şimşek


    Cevap Yaz

TÜM YORUMLAR (3)

Reyhan Sur