Sevdan Kuşatmış Yüreğimi
Kuş misali tünemişsin dilimde
Biricik yar diye basmışım bağrıma sonra
Sevdan kuşatmış yüreğimi ezelden
Seni özlemek değil solumak gerek gülüm
Şahin gibi atağa durmuşsun kalbime
Ay bilir yıldızlar bilir sana olan sevgi selimi
Bin kere doğsam gene de diyeceklerim yetersiz kalır
Seni yazmak değil yaşamak gerek gülüm
Gün geçmez ürkek bir ceylân gibi
Gelir bölersin düşlerimi
Çekilir uzaklıklar aradan
Na işte yanı başımdasın
Deniz deniz
Minare minare
Sinersin içime
Seni andıkça
Yemyeşil bir gür ormana dönüşüveriyor bozkır
Nur misali aydınlanıyor karanlıklar
Bahara duruyor ağaçlar kara kışta
Seni andıkça
Huzur çığı yıkılıveriyor gönlüme
Seni andıkça
İsyanım diner yok olur kasırgalar
Gül biter harabelerde
Bir Kerkük türküsü perişan eyler
Neşe bulur Rumeli hüznüm
Seni andıkça
Türkiye’nin Sesi’ni dinleyebilmek için
Bağ satıp radyo aldığını anımsarım babamın
Yüreği bir tek onun sevdası için çarpar diye
Anamın sözleri çınlar hala
Bir şarkı bir türküde sessiz hıçkırıklara boğulup
Gözlerinin dolup taştığını nasıl unuturum
Çiçek diye özlemini büyüttüm bahçemde
Uzun kış geceleri
Kilim diye dokudum tezgâhta
Adını yazdım buz tutmuş camlara
Bulutlarla allı turnalarla selâmım gönderdim
Gurbet dedikleri sensin sözcük dağarcığımda
Bir eşkıya gibi yağmaladın her anımı
Dağıttın saz gibi
Bir dalgaydım sahilleri döven çoğu kez
Yemdim balıkçı oltasında
Baş koyduğum yolda
Şiirimin özünde
Sevdamda kavgamda muştumda
Sen vardın ya
Gerisi hava
Sen yoksulluk günlerimin mısır ekmeğindeki tad
Babamın kitap sayfaları arasında sakladığı
Saatli Maarif Takvimi’nin sararmış yapraklarısın
Sen özlem yağmurları ardından doğan gökkuşağım
Maviliklerde uçurtma uçuran çocuk sevincim
İlkyazım deli tayım vazgeçilmez tiryakimsin
Sen masallarımın tek kahramanı
Düşlerimin en güzeli
Hayat alfabem
Henüz bestelenmemiş şarkım
İçimde gürül gürül çağlayan
Şelalemsin
Baştanbaşa tarihsin ya
Her taşın bir destana tanık
Ulaştıkça ulaşılmayan
Bir edalı gelinsin
Fatih, Süleyman görmüş
Nice sultanlar yurdusun
Şu fani dünyada
Tapılacak eşsiz bir cennetsin
Ergenekon’dan çıkmış atalarımın adımıyım
Ulu çınarın yemyeşil filizi
Sadık gölgesiyim
Uğruna ömür tüketmek sonsuz bir onur
Yolunda koşan atın nalı olsam razıyım
Ah gülüm ah
Sevdan kuşatmış yüreğimi divane olmuşum
Tuzuna baktım balını içtim dünyanın
Demli çaya dönmüşüm
Güzelliğinin sırrına erdim sandığım an
İş elife düşer ya
Sana her gün sevdalanmak
Yazgının en görkemlisi gülüm
Gün olur ki hasretin uyutmaz beni
Kanadı kırılmış çaresiz bir martıyım
Malları talan olmuş perişan bir çarşıyım
Gemisiz sandalsız terkedilmiş bir limanım
Gün olur ki volkan lavına dönüşür özlemin
Susuz kalmış kurumuş bir pınarım
Bağbozumu yapılmış viran bir bağım
Boşandı boşanacak kapkara bir bulutum
Gün olur ki bir ney taksimine
Duygularım yenik düşer
Mehlem gibi gönlümü okşar
Melami tekkesinde okunan ilahiler
Kar yağar hasret dağlarıma üşürüm sonra
Gece ne zaman başlar
Gün ne zaman biter bilemem
Gün olur ki alnıma ateşböceklerini taktığım
Bağ dönüşü akşamları anımsarım
Bir yerlerden duyar gibiyim
Gene Prizren türküsü yakmış
Efkâr dağıtır Aşık etuş
Karadüzen’iyle Abo’ya ağıt yakar bıçakçı Recep
Karabaş Bülbüldere Daltulum Kırkpınar
Kır gezilerindeki cümbüş
Hep seni hatırlatır
Hep seni söyler bana
Unutamadım gitti
Berber recep Usta’nın ahşap dükkânını
Akdere’ye bakan köşkünde
Hafız Maksut postacı Fethi ve arkadaşlarının
Dini içerikli Osmanlıca sohbetlerini
O dükkânda siyah beyaz bir İstanbul fotoğrafında
Tanımıştım seni önce
Bir düğüme benzetmiştim
Avrupa’yı Asya’ya bağlayan o yeri
Hep kıskandım o düğümü sonra
Bir gün görmek nasip olacak mı diye
İple çektim yılları
Mektubun gelir Aşık Veysel pulunda
Dünya hali gideriz uzun ince bir yolda
Başıma gelmedik kalmadı bu çağda
Duyar gibiyim sanki Köroğlu’nu
Mertlik bozuldu diye
Yakınır hala dağlarda
Hoşgörü kalesine kerpiç keser Mevlânâ’m
Yunus’um yorulmaz ki sevelim sevilelim der cihana
Mecliste arif ol diye uyarır hala Karacaoğlan’ım
Sakınırım kıskanırım seni Neşet Ertaş misali
Ne zaman bir tren düdüğü duysam
Otobüs ardından ne zaman el sallansa
Bir gemi limanı terk ededursun
Göçü ayrılığı anımsar
Tırnaktan tepeye ürperirim
Sessiz kaldırımlar yas tutar sanki
Dilsiz kesilir bir cumbalı ev
Sinan Paşa Camii minaresinden
Daha bir yanık okunur ezan sesi
Döker derdini Akdere sularına Taş Köprüsü
Nemden loşluktan yakınan
Mehmet Paşa Hamamı’nda
Zaman düşe dalıverir
Bir an olur ki gel der gibisin
Yollara düşmeden bakarsın ordayım
Zarif minareleriyle büyüler önce Selimiye
Okşar yüzümü şanlı geçmişinin yelleri
Sonra bir kez daha anlarım ki
Kan su değilmiş
Ne sen uzak olmuşsun
Ne de ben yabancı
Çorak topraklarda yeşerttim Dildağım’ı
Menzilden menzile koşturdum Dilatım’ı
Güller budadım Dilhançerim’le
Uçurdum Dilgüvercinim’i masmavi bengi yarınlara
Sarı Saltuk’la gelip yurt bilmiş burayı ecdadımız
Evlad-ı Fatihan derler gül gül açarız
Tanrı Dağları’ndan Şar Dağı’na tutulmuş mayamız
Hırs değil mertlik kokar türkü hoyratımız
Ozanlar diyarı Prizren’dir vatanım
Hasretin’ söyler Rumeli sazım
Uğruna nice engeller aşıp da yol aldım
Sevdanda kusur ettiysek af ola
Zeynel BEKSAÇ
Kayıt Tarihi : 4.3.2008 18:53:00
© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.
Bu şiire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!