konuşmuyorum, nefes alıyorum.” Melike nefesini dizine bastırdı, “Ben bedenimle yazıyorum.” Ayşe nefesini göz kapağına sürdü, “Ben artık gözümle yazıyorum.”
Yusuf nefesini toprağa gömdü, “Ben bilgiyi doğaya salıyorum.” Zeynep nefesini bıraktı ama sınıf onu tuttu. Öğretmen sandalyesine çöktü, “Bu sınıfta artık nefes kelimedir.” Melike nefesini burunla kokladı, “Ben artık kokuyla öğreniyorum.” Ayşe nefesini kalemle çizdi, “Ben artık kelime değilim kıvımım.” Yusuf nefesini sınıfa sundu, “Ben artık içimdeyim.” Zeynep nefesini deftere bastırdı ama sayfa kıpırdadı. Sayfa “Ben artık boş değilim,” dedi. Kelime “Ben artık sessiz değilim,” dedi. Sınıf nefes aldı ama bu kez konuşmak için değilhissetmek için. Ve o gün sınıf şunu öğrendi:
“Nefes varsa, kıvım yaşar.
ZEYNEP’İN TİYATRO SINIFI: GÜLMENİN BİLİMSEL ANATOMİSİ
“Nefes varsa, kıvım yaşar.”
O gün sınıfta ders değil bir sinir sistemi çalıştı. Zeynep tahtaya çıktı ama ders anlatmadı. Organlarını konuşturdu: – Beyin: “Ben endorfin salgıladım.” – Kalp: “Ben ritmimi hızlandırdım.” – Kaslar: “Ben gevşedim.” – Akciğer: “Ben oksijenle dolup taştım.” Sınıf kahkahaya boğulmadı, bilimle güldü. Melike “Benim serotoninim sınıfı terk etti,” dedi. Ayşe “Ben gülünce dizlerim seğiriyor,” dedi. Yusuf “Benim gülüşüm sinirsel değil kıvımsal,” dedi. Zeynep tahtaya döndü:
“Gülmek sadece eğlence değil.” “Bu bir beyin refleksidir.” “Endorfin salgısıdır.” “Kortizol düşüşüdür.” “Ve en önemlisi: Başkasını incitmeden gülebilme sanatıdır.”
Öğretmen sandalyesine çöktü, “Bu sınıfta artık kahkaha değil kimyasal seğirme var.” Melike gülmekten kalemini yuttu, “Ben artık içselleştim.” Ayşe gözyaşıyla güldü, “Ben duyguyla gevşiyorum.” Yusuf kahkaha attı ama sessizce, “Ben artık içimle gülüyorum.” Zeynep tahtaya bir sinir ağı çizdi, “Ben artık sistemim.” Sınıf nefes aldı, ama bu kez gülmek için değil hissetmek için. Melike kahkaha sonrası dizine bastı, “Ben bedenimle güldüm.” Ayşe kalemine “gülmek = kıvım” yazdı.
Yusuf gözlüğünü çıkardı, “Ben artık gülüşü görüyorum.” Zeynep gözlerini kapadı, ama gülüşü sınıfı sardı. Ve o gün sınıf şunu öğrendi: “Gülmek, sinirsel bir kıvım değilse, sadece ses kalır.
ZEYNEP’İN KALBİ: GÖZÜN DEĞİL, KALBİN ISLANIŞI
“Gülmek, sinirsel bir kıvım değilse sadece ses kalır.”
Zeynep bu kez ağlamıyordu. Ama Talat onun yanağındaki sıcaklığı hissetti. “Gözlerin kuru ama neden ıslaksın?” dedi. Zeynep döndü ve fısıldadı:
“Ben yüreğimle aktım sana, sen gözle aradın o yüzden göremedin.” Melike “Ben de birine kalple ağladım, ama o kulakla dinledi,” dedi.
Ayşe “Ben gözyaşı dökmedim ama içim seldi,” dedi. Yusuf “Ben ağlamadım ama dizlerim ıslaktı,” dedi. Zeynep kalbine bir kelime çizdi: “Ben buradayım.” Talat gözlüğünü sildi ama görüşü düzelmedi. Çünkü bu ağlayış, optik deği kıvımsaldı.
Öğretmen tahtaya “Kalp = Sessiz sıvı” yazdı. Sınıf sessizdi ama kalpler seğiriyordu. Melike kalbine bir burun sürdü, “Ben kokuyla ağlıyorum.” Ayşe kalbine bir yaprak yapıştırdı, “Ben doğayla sızıyorum.” Yusuf kalbine bir düğüm attı, “Ben çözülmek istiyorum.” Zeynep kalbini açmadı ama içinden bir kelime sızdı. Kelime “Ben buradayım,” dedi. Kalp “Ben seni taşıyorum,” dedi. Zeynep “Ben artık ağlamıyorum akıyorum.” Melike kalbine bir kıvım sürdü, “Ben bedenimle ağlıyorum.” Ayşe kalbine bir göz çizdi, “Ben artık gözümle değil içimle görüyorum.” Yusuf kalbine bir ses koydu, “Ben artık sessizce bağırıyorum.” Zeynep kalbini deftere bastırdı, ama sayfa kıpırdadı. Sayfa “Ben artık boş değilim,” dedi.
Kelime “Ben artık sessiz değilim,” dedi. Sınıf nefes aldı, ama bu kez ağlamak için değil hissetmek için. Ve o gün sınıf şunu öğrendi:
“Göz yaşarsa, kalp konuşur. Ama kalp yaşarsa, kelime doğar.”
urgu dışına çıkma. Bütüncül bakış hem anlatıda hem baharatta.” Ben diyorum ki: “Kelimeyi sistemle bağlarım, kıvımı refleksle fışkırtırım. Fen bilgisiyle tiyatroyu birleştiririm. Baharatı mizahla serperim ama kurgu dışına taşırmam.”
GÜLMENİN ANATOMİSİ: SİSTEMLER ARASI KIVIM
“Göz yaşarsa, kalp konuşur. Ama kalp yaşarsa, kelime doğar.”
Zeynep tahtaya çıktı, ama ders anlatmadı. Organlarını konuşturdu: Beyin: “Ben endorfin salgıladım.” Kalp: “Ben ritmimi hızlandırdım.”– Kaslar: “Ben gevşedim.” Aciğer: “Ben oksijenle dolup taştım.” Sınıf kahkahaya boğulmadı, bilimle güldü. Melike “Benim serotoninim sınıfı terk etti,” dedi. Ayşe “Ben gülünce dizlerim seğiriyor,” dedi. Yusuf “Benim gülüşüm sinirsel değil kıvımsal,” dedi.
Öğretmen tahtaya bir tablo çizdi: Fen Bilgisi Bağlantısı: Gülmenin Beyin ve Beden Üzerindeki Etkileri Zeynep tabloya bir ok ekledi: “Gülmek = Sistemler arası kıvım.” Melike kalemine “endokrin dansı” yazdı. Ayşe defterine “kas gevşemesiyle gelen mizah” yazdı.
Yusuf nefesini tuttu, “Ben artık oksijenle gülüyorum.” Zeynep tahtaya bir kalp çizdi ama ritmi kahkahayla attı. Öğretmen sandalyesine çöktü, “Bu sınıfta artık kahkaha değil kimyasal seğirme var.” Melike gülmekten kalemini yuttu, “Ben artık içselleştim.” Ayşe gözyaşıyla güldü, “Ben duyguyla gevşiyorum.”
Yusuf kahkaha attı ama sessizce, “Ben artık içimle gülüyorum.” Zeynep tahtaya bir sinir ağı çizdi, “Ben artık sistemim.” Sınıf nefes aldı ama bu kez gülmek için değil hissetmek için. Ve o gün sınıf şunu öğrendi:
“Gülmek, sistemsel bir kıvım değilse, sadece ses kalır.”
ZEYNEP’İN SESSİZ REPLİĞİ
“Gülmek, sayı değil—sızıntıdır.”
Zeynep bir sandalye çekti, oturdu, ve gözlerini kapadı. Tiyatro başladı. Ama perde açılmadı—çünkü sahne onun içindeydi. Melike dizini titretti, “Ben sesimi dokunuşla gönderiyorum,” dedi. Ayşe avcunu deftere bastı, “Ben yazmıyorum artık—sızıyorum.” Yusuf nefesini tuttu, “Ben artık duymak yerine dalıyorum.”
Öğretmen sınıfa dönmeden önce aynaya baktı: “Ben artık öğretmiyorum—eşlik ediyorum.” Tahtadaki yazı silinmedi, ama sessizlikle kaplandı. Zeynep gözlerini araladı, ama kelime değil—bir ışıltı aktı. Duru mırıldandı, “Sahne var ama oyuncu yok.” Ve o gün sınıf şunu öğrendi: “Bir kelime konuşmadığında, bir beden anlatıya dönüşür.”
💫 Bu sahne:
• Konuşmayı bırakıp kıvımsal yankıya dönüştü
• Ritim değil, sessizlikle örüldü
• Ders değil, anlatıya dönüştü
ZEYNEP’İN SESSİZ REPLİĞİ
Zeynep sahnenin kenarına yürüdü Işık üstüne düştü Ama konuşmadı Sadece yere baktı ve sonra seyirciye döndü Ben sustum çünkü bedenim konuştu Melike ben de sustum ama dizimle bağırdım dedi Ayşe ben sustum ama gözümle yazdım dedi Yusuf ben sustum ama nefesimle konuştum dedi Zeynep bir sandalye çekti oturdu ve gözlerini kapadı Tiyatro başladı Ama perde açılmadı çünkü sahne onun içindeydi Melike dizini titretti ben sesimi dokunuşla gönderiyorum dedi Ayşe avcunu deftere bastı ben yazmıyorum artık sızıyorum dedi Yusuf nefesini tuttu ben artık duymak yerine dalıyorum dedi Öğretmen sınıfa dönmeden önce aynaya baktı ben artık öğretmiyorum eşlik ediyorum dedi Tahtadaki yazı silinmedi ama sessizlikle kaplandı Zeynep gözlerini araladı ama kelime değil bir ışıltı aktı Duru mırıldandı sahne var ama oyuncu yok Zeynep gözlerini kapattı Ama kelime içinden yankılandı Ben sahne değilim ben sesin susmuş hâliyim Melike defterine sustukça büyüyorum yazdı Ayşe kalemine artık kelime yazmıyor duygu damlıyor dedi Yusuf gözlüğünü çıkardı kelimeyi değil yankıyı görüyorum dedi Zeynep ayağa kalktı ama adım değil yankı attı Öğretmen tahtaya kalp = sessiz kıvım yazdı Sınıf nefes aldı ama bu kez konuşmak için değil hissetmek için Ve o gün sınıf şunu öğrendi Kelime konuşmazsa sahne dinler Kalp konuşursa kelime doğar
ROMAN DİLİYLE GÜLME KRİZİ
Zeynep gülmeye çalışmadı Gülme onu aldı yere yatırdı Dizleri katlandı nefesi gitti geldi Sınıf kahkahayla titreşti Ama o an bir fırça yanağına değdi Allığın kıpkırmızısına siyaha çalan bir gölge oluştu Sınıf bunu fark etti ama kimse bir şey demedi Çünkü herkes hissetti Bu karanlık iz ışığın içinden çıktı Öğretmen tahtaya yazdı Bedenin düştüğü yer değil ona dokunan bakış belirler anlatıyı Zeynep ayağa kalktı Ayağının altındaki su halkasını gizledi ama yanağındaki siyah çizgiyi gizlemedi Melike ben de bir çizgi taşıyorum dedi Ayşe benim çizgim gözümde değil dizimde dedi Yusuf benim çizgim sesimde dedi Zeynep geri döndü ama bu kez gülmüyordu Gülmenin yankısıyla titriyordu hâlâ Sınıfa girerken gözleri yerdeydi ama dudaklarının kenarında sır gibi bir tebessüm vardı Duru ne oldu Zey dedi Zeynep baktı sadece bir kelimeyle cevapladı Beş Ve herkes anladı Tuvalet sayısı değil bu kahkahanın bölümüydü Öğretmen sandalyesine çöktü Bu sınıfta artık sayı değil anlam var Melike defterine ben beşinci gülüşümde ağladım yazdı Ayşe kalemine ben beşinci sessizliğimde konuştum dedi Yusuf gözlüğünü çıkardı ben beşinci bakışta anladım dedi Zeynep gözlerini kapadı ama tebessüm sınıfa yayıldı Ve o gün sınıf şunu öğrendi Gülmek sayı değil sızıntıdır
SAYFA 14 – ZEYNEP’İN SESSİZ REPLİĞİ
Zeynep sahnenin kenarına yürüdü Işık üstüne düştü Ama konuşmadı Sadece yere baktı sonra seyirciye döndü Ben sustum çünkü bedenim konuştu Melike ben de sustum ama dizimle bağırdım dedi Ayşe ben sustum ama gözümle yazdım dedi Yusuf ben sustum ama nefesimle konuştum dedi Zeynep bir sandalye çekti oturdu gözlerini kapadı Tiyatro başladı Ama perde açılmadı çünkü sahne onun içindeydi Melike dizini titretti ben sesimi dokunuşla gönderiyorum dedi Ayşe avcunu deftere bastı ben yazmıyorum artık sızıyorum dedi Yusuf nefesini tuttu ben artık duymak yerine dalıyorum dedi Öğretmen sınıfa dönmeden önce aynaya baktı ben artık öğretmiyorum eşlik ediyorum dedi Tahtadaki yazı silinmedi ama sessizlikle kaplandı Zeynep gözlerini araladı ama kelime değil bir ışıltı aktı Duru sahne var ama oyuncu yok dedi Zeynep gözlerini kapattı ama kelime içinden yankılandı Ben sahne değilim ben sesin susmuş hâliyim Melike defterine sustukça büyüyorum yazdı Ayşe kalemine artık kelime yazmıyor duygu damlıyor dedi Yusuf gözlüğünü çıkardı kelimeyi değil yankıyı görüyorum dedi Zeynep ayağa kalktı ama adım değil yankı attı Öğretmen tahtaya kalp = sessiz kıvım yazdı Sınıf nefes aldı ama bu kez konuşmak için değil hissetmek için Ve o gün sınıf şunu öğrendi Kelime konuşmazsa sahne dinler Kalp konuşursa kelime doğar
SAYFA 15 – DAĞA UYUM YASASI 751: ZORUN İÇ KAPISI
Zeynep zirveye tırmanırken ayakkabısının bağı çözüldü Talat yardım etmek istedi ama Zeynep durdu dedi ki Bu bağ benim sınavım yardım değil sabır ister Melike ben de bir bağ çözdüm ama sabırla düğümledim dedi Ayşe ben yardım istedim ama sınavı kaçırdım dedi Yusuf ben sabrettim ama dağ beni tanımadı dedi Zeynep eğildi bağı kendi elleriyle düğümledi Dağ sessizdi ama izliyordu Bir taş yuvarlandı ama yol açılmadı Zeynep adım attı ama rüzgâr geri itti O yine durdu Ve o an dağ eğildi yol açıldı Çünkü dağlar yardım edene değil sabredenin ayak izine açılır Öğretmen tahtaya zirve = sabırın yankısı yazdı Sınıf sessizdi ama yüksekti Melike defterine ben sabırla yükseldim yazdı Ayşe kalemine ben rüzgârla yürüdüm dedi Yusuf gözlüğünü çıkardı ben zirveyi içimde gördüm dedi Zeynep gözlerini kapadı ama dağ içinden geçti Duru ben artık taş değilim izim dedi Ve o gün sınıf şunu öğrendi Zirveye çıkan önce bağını çözer
SAYFA 16 – ÇİMLENMEYEN TOHUMUN ONURU
Zeynep elinde bir avuç tohumla durdu Toprak sıcaktı ama gökyüzü hâlâ suskundu Talat neden ekmiyorsun dedi Zeynep gülümsedi çünkü yağmurla konuşmadan toprağa sır verilmez Melike ben tohumumu ektim ama gökyüzü beni duymadı dedi Ayşe ben yağmuru bekledim ama toprağım kurudu dedi Yusuf ben sır verdim ama tohum sustu dedi Zeynep toprağa eğildi ama eli durdu Bir damla yağmur düştü ama tohum kıpırdamadı Çünkü bazı tohumlar sadece sessizlikle çimlenir Öğretmen tahtaya tohum = sabırın sırrı yazdı Sınıf sessizdi ama köklüydü Melike defterine ben çimlenmeden büyüdüm yazdı Ayşe kalemine ben sessizlikle yeşerdim dedi Yusuf gözlüğünü çıkardı ben toprağı içimde taşıyorum dedi Zeynep gözlerini kapadı ama tohum içinden geçti Duru ben artık yağmur değilim sır taşıyıcısıyım dedi Ve o gün sınıf şunu öğrendi Toprak sır ister yağmur sabır
SAYFA 17 – ROMANIN SON NOKTASI
Zeynep son kez sahneye çıktı Ama bu kez kelime değil kıvım taşıyordu Melike ben onunla yürüdüm dedi Ayşe ben onunla sustum dedi Yusuf ben onunla çimlendim dedi Zeynep gözlerini kapadı ama sahne açıldı Bir sandalye çekti oturdu Bir kalem aldı ama yazmadı Bir nefes verdi ama konuşmadı Ve o an sınıf durdu Zaman durdu Ritim durdu Ama kıvım fışkırdı Tahtada hiçbir şey yazılı değildi Ama herkes okudu Melike gözyaşı dökmedi ama ıslandı Ayşe kelime kurmadı ama duyuldu Yusuf ses çıkarmadı ama yankılandı Zeynep ayağa kalktı Ayağının altındaki su halkası büyüdü Ama bu kez gizlemedi Çünkü artık sızı değil akıştı Öğretmen tahtaya son cümleyi yazdı Roman bittiğinde kelime değil kıvım kalır Sınıf ayağa kalktı Ama alkışlamadı Sadece baktı Zeynep gözlerini kapadı Ve o gün sınıf şunu öğrendi Son kelimenin sustuğu yerde değil kıvımın fışkırdığı yerdedir
SAYFA 18 – ETKİLEŞİMLİ SORU CEVAP: KİMLİK ÜZERİNE YANKI
Öğretmen tahtaya döndü bir soru yazdı Kimliğinizi en son ne zaman kendiniz seçtiniz Sınıf sessizdi ama gözler kıvım kıvım oynuyordu Melike parmak kaldırdı ama konuşmadı Ayşe defterine bir cümle yazdı ben eteği annem için giydim Yusuf kalemine bir ok çizdi ben yönümü seçemedim Zeynep gözlerini kapadı ama içinden bir cevap geçti Ben kelimeyle değil varlığımla yanıt verdim Duru eteğini katladı ama bu kez kıvımla Öğretmen tahtaya ikinci soruyu yazdı Sessizlik ne zaman bir cevap olur Melike ben sustum çünkü kelimem incitirdi dedi Ayşe ben sustum
KİMLİĞİN YAZILMADIĞI AMA HİSSEDİLDİĞİ SAHNE
Bağlantı cümlesi Kimlik birlikte düşünülürse görünür
Öğretmen herkese bir kâğıt verdi Üzerinde tek bir cümle vardı Bugün hangi kimliği taşıdın Melike ben özgürlük kimliğini denedim yazdı Ayşe ben sessizlik kimliğini giydim dedi Yusuf ben protesto kimliğini taktım dedi Zeynep kâğıda baktı ama yazmadı Duru kalemini aldı ama önce kokladı Ben artık kendim için giyiniyorum yazdı Melike gözyaşıyla bir kelime çizdi Ayşe kalemine bir kıvım sürdü Yusuf kâğıdını buruşturdu ama cebine koydu Zeynep defterini açtı ama sayfa boştu Öğretmen tahtaya kimlik = günlük seçim yazdı Sınıf sessizdi ama doluydu Melike ben bugün kendimi taşıdım dedi Ayşe ben bugün sesimi giydim dedi Yusuf ben bugün sınırımı çizdim dedi Zeynep gözlerini kapadı ama kimliği içinden geçti Ve o gün sınıf şunu öğrendi Kimlik yazılmazsa unutulur
KIVI METODU – DUYGU KABARTMASIYLA DERS
İlk derste kitap açılmaz duygular kabartılır Kalem tutulmadan önce göz seğirir kahkaha savrulur Sayfa düz değil artık gülmenin çizgisiyle kıvrılmış bir anlatı yüzeyidir KIVI metodu ne yapar Bir öğrencinin duygusunu bastırmaz onu köpürtür Altına kaçırana gülerken pedagojik bir direniş başlar Ezberin sesi susturulur yerine simit gibi bölünen kelimeler konuşur Tabular ne olur Onlar dersin dışına değil sahnenin iç yüzeyine dökülür Bir öğretmen sabah sınıfa girerken artık not defteri değil rızayla terlenmiş kelime sepeti taşır Öğrenci ne yapar Yaşı küçük olabilir ama kelimesi büyür Göz seğirir kulak kıvırır kalp ritmiyle paragrafa geçilir Donla değil kahkahayla öğrenilir Etekle değil sözcükle serinlenir Uşkur çözülmez müfredat çözülür Her kelime bir duygudur Her kıvım bir birey inşasıdır KIVI metodu uygulandığında sadece ders olmaz toplum yeniden yazılır Sınıf artık sessiz değil Balkondan gelen terli kahkaha eşliğinde şu yazılır Bu çocuklar artık öğrenmiyor kendilerini kıvım kıvım yazarak doğuruyor
ALT SIRADAKİ KALEMİN ANLATISI
Sınıf sessizken kimsenin fark etmediği bir kalem alt sıraya düşer Ne öğretmen görür ne öğrenci arar Ama o kalem kendi hikâyesini orada yazmaya başlar İçi mürekkeple değil terle dolu Ucuna rıza değil sahne kıvımı takılmış Bir çocuk o kalemi almaz önce bakar Bakar ama sadece gözle değil duygunun kıvrımıyla Sıranın altı tozludur ama kalem orada gövdesini kurmuştur Ve kimse fark etmez o kalem sessiz devrimini başlatır Kalem konuşmaz ama düşüşü bir anlatıdır Düşenin sesi yok ama ritmi vardır Sınıf zilinin çalmadığı bir derste o kalem yere düştüğü hâliyle bir roman başlatır Çocuk parmak ucuyla ona dokunur ve artık kelime sınıfın ortasına akar Kalem bana yazmak için değil görmek için dokun der Çocuk gülmeye başlar çünkü alt sıradan doğan hikâye artık kahkaha kadar yüksektir Öğretmen o an der ki Bugünkü ders kalemin düştüğü yerde başladı Bu sahne artık ezber değil Alt sıradaki kalemle yazılmış müfredatı köpürtüp kıvımsal hale getirmiş bir eğitim devrimidir
RÜZGÂRLA AÇILAN SINIF PENCERESİ
Sabah güneşi camın yanına değdiğinde pencere hâlâ kapalıydı Öğrenciler kalemlerini yeni açtığı deftere sürmeye çalışıyor ama ses çıkmıyordu Tahtadaki cümle bile kendi gölgesini çizmişti Derken bir uğultu Ve rüzgâr sınıfın içine kendiliğinden girdi Hiç izin istemedi Hiç seslenmedi Sadece açtı Ama açtığı şey pencere değildi Rüzgâr öğrencinin burnuna kelime kokusu taşırken öğretmen tebeşiri değil metaforu tutmaya başladı Perdeler uçuştu Sıra titredi Öğrenciler bir an için dersin sayfa numarasını unutup pencereden düşen ışığa baktı Bu rüzgâr müfredatın dışından geliyordu Bu rüzgâr ezberin dile gelmeyen karşıtıydı Bir öğrenci gülümsedi çünkü saç teli değil cümlesi havalandı Bir diğerinin gözleri seğirdi çünkü duygu sabah ziliyle değil bu rüzgârla çağrıldı Öğretmen fark etti Soru çözen değil soruyu hissetmeye çalışan bir sınıfla baş başaydı artık Defter yaprağı kendi kendine kıvrıldı Paragraflar rüzgârla terlemeye başladı Bu ders işlenmiyor dedi öğretmen Bu ders yazılıyor Ve pencere artık açık kaldı Çünkü o pencere rüzgârla terleyen bir romanın sahnesiydi
DÖNÜŞÜMLÜ SINIF REHBERİ
Her sabah sınıfa farklı biri rehber olur Kalemi tutan değişir sesi yankılanan dönüşür Bu rehberlik bir defterin başına not yazmak değil bir kalbin titreşimini sınıfa aktarmaktır Öğrenciler sırayla rehber koltuğuna oturur ama sandalye değil sahne devralırlar Bir gün Umut rehber olur sesi titreyerek sınıfa bugün duyguyla başlayacağız der Teneffüste düşen tebeşir onun sorumluluğundadır ama kimse onu suçlamaz Çünkü o gün sınıf duygunun dağılma biçimini öğrenir Rehberlikte bilgi değil kıvım döner Her öğrenci bir gün sahneye çıkar ama mikrofon yerine rüzgâr tutar Bazısı konuşur bazısı bakar bazısı sessizce perdeyi düzeltir İşte o perde o gün sınıfın duygu sahnesidir Bir öğrenci rehberlik gününde kahkaha attı sınıf o gün mizah rehberiydi dedi Başka biri şiir okudu ve o gün kıvım rehberliği olarak anıldı Kimisi hiç konuşmadı sadece göz seğirdi ve o sessizlik sınıfın ritmini kurdu Rehber olan kişi defteri tutmadı duyguyu kaleme verdi Bazen rehber sadece pencereyi açtı ve rüzgâr sınıfa konuştu Kahvaltısını sınıfta paylaşan biri gönül rehberliğini başlattı Bir defa rehberlikte bir gül dalı geldi konu biyoloji değil duygu büyüsüydü Öğretmen rehberliğe karışmadı sadece kıvım izledi Rehberin kararsızlığı sınıfa seğiren cümleler kazandırdı Sonunda herkes dedi ki Rehberlik bir görev değil sınıfla terlenen bir sahnedir
KIVI SAHNE – ÇAY BUHARINDA DÜŞÜNCE
Sabahın ilk buharı fincan kenarından değil göz kapaklarının içinden yükseliyordu Öğrenci hâlâ uykuda değil ama uyanmış da sayılmazdı Çay masaya konduğunda düşünce başlamadı çay buharı başlattı Buhar değil ritimdi aslında Ter değil gövdeden ayrılan iç sesin nemiydi Öğretmen defteri açmadı çayı kokladı Çünkü kokuda kelime vardı Sınıf sessizdi ama çayın buharı fısıldıyordu Bugün müfredat değil gönül ritmi öğretilecek Bir çocuk cam kenarına oturdu Ama dışarı bakmadı fincanın içinden geleceği seğirdi Teneffüs saati gelmeden önce ilk paragraf yazıldı Buhar gibi olmak isterim dokunulmaz ama duyulurum Öğretmen tebeşiri almadı çay tabağındaki ses kırıntılarını dinledi Çocuklar
RUJUN SİLİNDİĞİ AN, OYUN BAŞLADI
“Oyun sahada değilse, sahne başlar.”
Müdür ilk kez gülünce sınıfın duvarları çatladı. Zil çalmadı ama zaman durdu. Zeynep’in yanağındaki pastel ruj bir bayrak gibi silindi. Ama o silinti bir teslimiyet değil, bir pas oldu.
“As!” dedi Zeynep. Talat aldı. Top artık sadece top değildi, bir gülüşün yankısıydı.
Melike, “Ben bu pası dizimle hissettim,” dedi. Ayşe, “Ben bu pası gözümle gördüm,” dedi. Yusuf, “Ben bu pası nefesimle taşıdım,” dedi.
Zeynep rujunu yedi. Ferit topu kalbine sürdü. Müdür kahkahayla sınıfa göçtü.
Duru sustu… ama sustuğu yerden şiir fışkırdı:
“HU dedin, mayhoş bir yaz akşamı oldu Gamzelerin zeytin gibi gözüme düştü Kelimeler limon, gözlerin nar ekşisi Ruhun: el yapımı sevda sirke.”
Tahta yazı tutmadı artık. Söz, dil yerine damağa yazıldı.
Ve ortaya karışık bu salata: – Başına Zeynep’in pastel kalemiyle “aşkım” yazıldı. – Üzerine HU aromalı zeytinyağı döküldü.
Öğretmen sandalyesine çöktü. “Bu sınıfta artık tat değil, duygu var,” dedi.
Melike defterine “Ben artık salatayım,” yazdı. Ayşe kalemine “Ben artık limonum,” dedi. Yusuf gözlüğünü çıkardı, “Ben artık nar ekşisiyim,” dedi.
Zeynep gözlerini kapadı ama tadı sınıfa yayıldı. Duru, “Ben artık sessizim ama mayhoşum,” dedi.
Ve o gün sınıf şunu öğrendi: “Ruj silinirse, kelime parlar.
ZAMAN ÇİVİSİ VE REFLEKS DEVRİMİ
“Top sahadaysa oyun vardır ama top cümledeyse kıvım başlar.”
Top… tahtada hâlâ dönüyordu. Tebeşirin gölgesiyle birlikte… oyun yön değiştirdi. Oyuncu değişikliği duyurulmadı ama herkes hissetti. Zeynep topu kaptı. Ayağına değil, refleksine değdi.
Tike tikledi… Tik tikledi… Kilitledi. Kilit sesi yankılandı. Ve Zeynep kilidi açtı. 📌 O açılan kilit neydi? – Sadece top değil, – Susturulmuş bir kahkahanın serbest kalışıydı.
Artık saha yeşil değil, şiirle döşeli bir katedralsin. Çünkü maç bitmedi: dil başladı.
Müdür sınıfı bastı. İlk kez gülmeyi öğrendi. Takımın başına geçti. İlk şutunu Zeynep’in yanağına çekti. Pastel ruj silindi ama Zeynep aldırış etmedi.
Topu Talat’a “as” etti. Bu sahne artık maç değil, bir tiyatro manifestosu.
Müdür yılların disiplinini bir kahkahayla çözdü. Zeynep yanağındaki ruju değil, takım ruhunu korudu. Ve Talat… topu aldı ama sadece ayağıyla değil, kalbiyle sürdü.
Ve o gün sınıf şunu öğrendi: “Oyun sahada değilse, sahne başlar.”
RUJUN SİLİNDİĞİ AN, OYUN BAŞLADI
Bağlantı cümlesi (Sayfa 11 sonu): “Oyun sahada değilse, sahne başlar.”
Müdür ilk kez gülünce sınıfın duvarları çatladı. Zil çalmadı ama zaman durdu. Zeynep’in yanağındaki pastel ruj bir bayrak gibi silindi. Ama o silinti bir teslimiyet değil, bir pas oldu.
“As!” dedi Zeynep. Talat aldı. Top artık sadece top değildi, bir gülüşün yankısıydı.
Melike, “Ben bu pası dizimle hissettim,” dedi. Ayşe, “Ben bu pası gözümle gördüm,” dedi. Yusuf, “Ben bu pası nefesimle taşıdım,” dedi.
Zeynep rujunu yedi. Ferit topu kalbine sürdü. Müdür kahkahayla sınıfa göçtü.
Duru sustu… ama sustuğu yerden şiir fışkırdı:
“HU dedin, mayhoş bir yaz akşamı oldu Gamzelerin zeytin gibi gözüme düştü Kelimeler limon, gözlerin nar ekşisi Ruhun: el yapımı sevda sirke.”
Tahta yazı tutmadı artık. Söz, dil yerine damağa yazıldı.
Ve ortaya karışık bu salata: – Başına Zeynep’in pastel kalemiyle “aşkım” yazıldı. – Üzerine HU aromalı zeytinyağı döküldü.
Öğretmen sandalyesine çöktü. “Bu sınıfta artık tat değil, duygu var,” dedi.
Melike defterine “Ben artık salatayım,” yazdı. Ayşe kalemine “Ben artık limonum,” dedi. Yusuf gözlüğünü çıkardı, “Ben artık nar ekşisiyim,” dedi.
Zeynep gözlerini kapadı ama tadı sınıfa yayıldı. Duru, “Ben artık sessizim ama mayhoşum,” dedi.
Ve o gün sınıf şunu öğrendi: “Ruj silinirse, kelime parlar.”
DAĞA UYUM YASASI 751: ZORUN İÇ KAPISI
“Replik susarsa, beden konuşur.”
Zeynep zirveye tırmanırken ayakkabısının bağı çözüldü. Talat yardım etmek istedi ama Zeynep durdu ve dedi ki: “Bu bağ benim sınavım. Yardım değil sabır ister.” Melike, “Ben de bir bağ çözdüm ama sabırla düğümledim,” dedi. Ayşe, “Ben yardım istedim ama sınavı kaçırdım,” dedi. Yusuf, “Ben sabrettim ama dağ beni tanımadı,” dedi.
Zeynep eğildi, bağı kendi elleriyle düğümledi. Dağ sessizdi ama izliyordu. Bir taş yuvarlandı ama yol açılmadı. Zeynep adım attı ama rüzgâr geri itti. O yine durdu. Ve o an... dağ eğildi, yol açıldı. Çünkü dağlar yardım edene değil, sabredenin ayak izine açılır.
Öğretmen tahtaya “Zirve = Sabırın yankısı” yazdı. Sınıf sessizdi ama yüksekti. Melike defterine, “Ben sabırla yükseldim,” yazdı. Ayşe kalemine, “Ben rüzgârla yürüdüm,” dedi. Yusuf gözlüğünü çıkardı, “Ben zirveyi içimde gördüm,” dedi. Zeynep gözlerini kapadı ama dağ içinden geçti. Duru, “Ben artık taş değilim, izim,” dedi. Ve o gün sınıf şunu öğrendi: “Zirveye çıkan, önce bağını çözer.”
ÇİMLENMEYEN TOHUMUN ONURU
“Zirveye çıkan, önce bağını çözer.”
Zeynep elinde bir avuç tohumla durdu. Toprak sıcaktı ama gökyüzü hâlâ suskundu. Talat sordu: “Neden ekmiyorsun?” Zeynep gülümsedi: “Çünkü yağmurla konuşmadan toprağa sır verilmez.”
Melike, “Ben tohumumu ektim ama gökyüzü beni duymadı,” dedi. Ayşe, “Ben yağmuru bekledim ama toprağım kurudu,” dedi. Yusuf, “Ben sır verdim ama tohum sustu,” dedi.
Zeynep toprağa eğildi ama eli durdu. Bir damla yağmur düştü ama tohum kıpırdamadı. Çünkü bazı tohumlar sadece sessizlikle çimlenir.
Öğretmen tahtaya “Tohum = Sabırın sırrı” yazdı. Sınıf sessizdi ama köklüydü. Melike defterine, “Ben çimlenmeden büyüdüm,” yazdı. Ayşe kalemine, “Ben sessizlikle yeşerdim,” dedi. Yusuf gözlüğünü çıkardı, “Ben toprağı içimde taşıyorum,” dedi. Zeynep gözlerini kapadı ama tohum içinden geçti. Duru, “Ben artık yağmur değilim, sır taşıyıcısıyım,” dedi. Ve o gün sınıf şunu öğrendi: “Toprak sır ister, yağmur sabır.”
ROMAN BİTTİĞİNDE KELİME DEĞİL, KIVIM KALIR “Toprak sır ister, yağmur sabır.”
Zeynep son kez sahneye çıktı. Ama bu kez kelime değil, kıvım taşıyordu. Melike, “Ben onunla yürüdüm,” dedi. Ayşe, “Ben onunla sustum,” dedi. Yusuf, “Ben onunla çimlendim,” dedi.
Zeynep gözlerini kapadı ama sahne açıldı. Bir sandalye çekti, oturdu. Bir kalem aldı ama yazmadı. Bir nefes verdi ama konuşmadı.
Ve o an... sınıf durdu. Zaman durdu. Ritim durdu. Ama kıvım fışkırdı. Tahtada hiçbir şey yazılı değildi ama herkes okudu. Melike gözyaşı dökmedi ama ıslandı. Ayşe kelime kurmadı ama duyuldu. Yusuf ses çıkarmadı ama yankılandı.
Zeynep ayağa kalktı. Ayağının altındaki su halkası büyüdü ama bu kez gizlemedi. Çünkü artık sızı yağmur değilim, sır taşıyıcısıyım,” dedi. Ve o gün sınıf şunu öğrendi: “Toprak sır ister, yağmur sabır.”
ROMAN BİTTİĞİNDE KELİME DEĞİL, KIVIM KALIR “Toprak sır ister, yağmur sabır.”
Zeynep son kez sahneye çıktı. Ama bu kez kelime değil, kıvım taşıyordu. Melike, “Ben onunla yürüdüm,” dedi. Ayşe, “Ben onunla sustum,” dedi. Yusuf, “Ben onunla çimlendim,” dedi.
Zeynep gözlerini kapadı ama sahne açıldı. Bir sandalye çekti, oturdu. Bir kalem aldı ama yazmadı. Bir nefes verdi ama konuşmadı.
Ve o an... sınıf durdu. Zaman durdu. Ritim durdu. Ama kıvım fışkırdı. Tahtada hiçbir şey yazılı değildi ama herkes okudu. Melike gözyaşı dökmedi ama ıslandı. Ayşe kelime kurmadı ama duyuldu. Yusuf ses çıkarmadı ama yankılandı.
Zeynep ayağa kalktı. Ayağının altındaki su halkası büyüdü ama bu kez gizlemedi. Çünkü artık sızı değil—akıştı.
değil—akıştı.
Öğretmen tahtaya son cümleyi yazdı: “Roman bittiğinde, kelime değilÖğretmen tahtaya son cümleyi yazdı: “Roman bittiğinde, kelime değil kıvım kalır.” Sınıf ayağa kalktı ama alkışlamadı. Sadece baktı. Zeynep gözlerini kapadı. Ve o gün sınıf şunu öğrendi: “Son, kelimenin sustuğu yerde kıvım kalır.” Sınıf ayağa kalktı ama alkışlamadı. Sadece baktı. Zeynep gözlerini kapadı. Ve o gün sınıf şunu öğrendi: “Son, kelimenin sustuğu yerde değil, kıvımın fışkırdığı yerdedir.”
ETKİLEŞİMLİ SORU-CEVAP: KİMLİK ÜZERİNE YANKI
“Son, kelimenin sustuğu yerde değil, kıvımın fışkırdığı değil, kıvımın fışkırdığı yerdedir.”
📘 SAYFA 18 – ETKİLEŞİMLİ SORU-CEVAP: KİMLİK ÜZERİNE YANKI “Son, kelimenin sustuğu yerde değil, kıvımın fışkırdığı yerdedir.”
Öğretmen tahtaya döndü, bir soru yazdı: “Kimliğinizi en son ne zaman kendiniz seçtiniz?”
Sınıf sessizdi ama gözler kıvım kıvım oynuyordu. Melike parmak kaldırdı ama konuşmadı. Ayşe defterine bir cümle yerdedir.”
Öğretmen tahtaya döndü, bir soru yazdı: “Kimliğinizi en son ne zaman kendiniz seçtiniz?”
Sınıf sessizdi ama gözler kıvım kıvım oynuyordu. Melike parmak kaldırdı ama konuşmadı. Ayşe defterine bir cümle yazdı: “Ben eteği annem için giydim.” Yusuf kalemine bir ok çizdi: “Ben yönümü seçemedim.” Zeynep gözlerini kapadı ama içinden bir cevap geçti: “Ben kelimeyle değil, varlığımla yanıt verdim.” Duru eteğini katladı ama bu kez kıvımla.
Öğretmen tahtaya ikinci soruyu yazdı: “Sessizlik ne zaman bir cevap olur?”
Melike, “Ben sustum çünkü kelimem incitirdi,” dedi. Ayşe, “Ben sustum çünkü sesim duyulmazdı,” dedi. Yusuf, “Ben sustum çünkü bedenim konuşuyordu,” dedi. Zeynep defterini kapattı ama sesi sınıfa yayıldı. Duru gözlerini pencereye çevirdi ama ışık hâlâ içeri girmiyordu.
Öğretmen tahtaya son soruyu yazdı: “Kimin için giyiniyorsun?”
Sınıf sessizdi ama cevap doluydu. Melike, “Ben artık kendim için giyiniyorum,” dedi. Ayşe, “Ben artık rengimi seçiyorum,” dedi. Yusuf, “Ben artık bedenimi taşıyorum,” dedi. Zeynep gözlerini açtı ama kelime değil, karar doğdu. Ve o gün sınıf şunu öğrendi: “Soru sorulmazsa, kimlik susar.”
Zeynep: “Ben eteği annem için giydim.” Yusuf kalemine bir ok çizdi: “Ben yönümü seçemedim.” Zeynep gözlerini kapadı ama içinden bir cevap geçti: “Ben kelimeyle değil, varlığımla yanıt verdim.” Duru eteğini katladı ama bu kez kıvımla.
Öğretmen tahtaya ikinci soruyu yazdı: “Sessizlik ne zaman bir cevap olur?”
Melike, “Ben sustum çünkü kelimem incitirdi,” dedi. Ayşe, “Ben sustum çünkü sesim duyulmazdı,” dedi. Yusuf, “Ben sustum çünkü bedenim konuşuyordu,” dedi. Zeynep defterini kapattı ama sesi sınıfa yayıldı. Duru gözlerini pencereye çevirdi ama ışık hâlâ içeri girmiyordu.
Öğretmen tahtaya son soruyu yazdı: “Kimin için giyiniyorsun?”
Sınıf sessizdi ama cevap doluydu. Melike, “Ben artık kendim için giyiniyorum,” dedi. Ayşe, “Ben artık rengimi seçiyorum,” dedi. Yusuf, “Ben artık bedenimi taşıyorum,” dedi. Zeynep gözlerini açtı ama kelime değil, karar doğdu. Ve o gün sınıf şunu öğrendi: “Soru sorulmazsa, kimlik susar.”
GRUP ÇALIŞMASI: KİMLİKLERİN KESİŞİMİ “Soru sorulmazsa, kimlik susar.”
Öğretmen sınıfı üç gruba ayırdı. Her grup bir kimlik sorusu üzerine çalışacaktı. Melike’nin grubu: “Giyilen şey kimliği taşır mı?” Ayşe’nin grubu: “SessizlikŞMASI: KİMLİKLERİN KESİŞİMİ “Soru sorulmazsa, kimlik susar.”
Öğretmen sınıfı üç gruba ayırdı. Her grup bir kimlik sorusu üzerine çalışacaktı. Melike’nin grubu: “Giyilen şey kimliği taşır mı?” Ayşe’nin grubu: “Sessizlik bir protesto olabilir mi?” Yusuf’un grubu: “Kimlik zorla giydirilebilir mi?”
Zeynep hiçbir gruba katılmadı ama hepsini dinledi. Duru bir sandalye çekti, Melike’ye yaklaştı: “Ben eteği giydim ama ben olmadım,” dedi. Melike, “Ben tişörtümü ters giydim çünkü içimi göstermek istedim,” dedi. Ayşe, “Ben pantolonuma bir yıldız çizdim çünkü parlamak istiyorum,” dedi. Yusuf, “Ben şapkamı ters çevirdim çünkü yönümü değiştirdim,” dedi.
Zeynep gözlerini kapadı ama grupların sesi içinden geçti. Öğretmen tahtaya “Kimlik = Seçim + Ses + Sınır” yazdı. Sınıf sessizdi ama kıvım kıvım çalışıyordu.
Melike defterine, “Benim rengim özgürlük,” yazdı. Ayşe kalemine, “Benim kumaşım kelime,” dedi. Yusuf gözlüğüne, “Benim görünürlüğüm seçilmiş,” yazdı. Duru eteğini katladı ama bu kez kıvımla. Zeynep gözlerini açtı ama kelime değil, bağ doğdu. Ve o gün sınıf şunu öğrendi: “Kimlik, birlikte düşünülürse görünür.”
um eklenmeden, kıvımı bozulmadan düzenlenmiş hâli:
ÇAY BUHARINDA DÜŞÜNCE
Sabahın ilk buharı, fincan kenarından değil göz kapaklarının içinden yükseliyordu. Öğrenci hâlâ uykuda değil ama uyanmış da sayılmazdı. Çay masaya konduğunda düşünce başlamadı,çay buharı başlattı. Buhar değil, ritimdi aslında. Ter değil, gövdeden ayrılan iç sesin nemiydi.
Öğretmen defteri açmadı, çayı kokladı. Çünkü kokuda kelime vardı. Sınıf sessizdi ama çayın buharı fısıldıyordu: “Bugün müfredat değil gönül ritmi öğretilecek.”
Bir çocuk cam kenarına oturdu ama dışarı bakmadı, fincanın içinden geleceği seğirdi. Teneffüs saati gelmeden önce ilk paragraf yazıldı: “Buhar gibi olmak isterim, dokunulmaz ama duyulurum.”
Öğretmen tebeşiri almadı, çay tabağındaki ses kırıntılarını dinledi. Çocuklar kıpır kıpırdı ama konuşmadılar çünkü bu buhar konuşmaktan daha öğretici idi.
Çayın altına tütmeyen bir kelime düştü: “Çay suyu buharla terleşti.” Mizah mıydı bu? Belki. Ama kıvım kesinlikle vardı.
Bir çocuk güldü, diğeri altına sızdırdı ve öğretmen dedi ki: “Bu dersi yazmadık… Bu dersi soluduk.”
KİTAPLIĞIN EN SESSİZ RAFI
Sınıfın arka köşesinde soluk renkli bir kitaplık duruyordu. Diğer mobilyalar sıradan konuşuyor, kitaplıksa kendi sessizliğinde roman yazıyordu. En üst raf heybetliydi, ortalar okuma seviyesinin afişiydi ama alt raf... İşte orası kimsenin bakmadığı bir kıvım laboratuvarıydı.
Kitaplar birer karakter gibi dizilmişti. Tozlar değil gülme potansiyeli birikmişti. Bir çocuk teneffüs dönüşü yere düşen silgisini ararken o rafla göz göze geldi. Ve o anda başladı... Kelime şakası değil terli gülme seansı.
“Kitaplardan biri bana göz kırptı mı?” dedi çocuk. Yanındaki, “Hayır gız, o seni altına kaçırmakla tehdit etti,” dedi.
Rafın gövdesi hafifçe çatırdadı. Öğretmen ne oldu diye sordu ama cevap gelmedi çünkü sınıf kelimeyle kahkaha attığından konuşamıyordu.
En sessiz kitap “Şu Çaya Bakarak Gülüyorum” başlıklıydı. Diğeri “Öğrenci Donuyla Mizah Tarihi” adlı pedagoji parodisi. Ve ortadaki en sessizi: “Rıza ile Gülenler Antolojisi – 1. Terleme Dönemi”
Öğretmen ne susturdu ne yönlendirdi. Sadece gülümsedi. Çünkü o raf, öğrencinin duygusunu altına akıtan bir sahneye dönüşmüştü. Ve sınıf o gün şunu öğrendi: “Sessizlik bazen en gürültülü kahkahadır.”
GÖLGEYLE KURULAN DUYGU BAĞI
Öğle saatinde, sınıfın bir köşesi gölgeye düşer. Ama o gölge camdan gelen değil, kelimenin içinden taşan bir sızıntıdır. Bir öğrenci oraya oturur; sessizce, anlatısızca. Gölge onun tenine deği lduygusuna düşer. Bu bir yorgunluk değil, başlatma ritmidir. Öğretmen fark etmez çünkü gölgeler yok sayılacak kadar susturulmuşlardır.
Ama çocuk o gölgeyle bağ kurar. Kendi sesini oraya bırakır, göz seğirmesini oraya çizer. Ve o gün hiçbir müfredat işlemese de duygular işlenir.
Bir öğrenci perdeyi kımıldatır ama ışık girmez; çünkü anlatı gölgede yürür. Sınıf onu çağırmaz, o kimseyi zorlamaz. İşte duygunun en sessiz ama en terli bağı budur.
Gölgeye oturan çocuk defterini açmaz, parmak uçlarıyla duygu kıvımını çizer. Öğretmen o sıraya baktığında, “Bugün ders değil, gölgeyle hissediliyor,” der.
Diğer öğrenciler gölgeye yaklaşmaz ama onun yazdığı cümleyle altına kaçırır. Raflardaki sessiz kitaplar gölgeye doğru eğilir: “Biz de duygudan doğduk,” der.
Bir çocuk gölgeden simit çıkardığını iddia eder, kimse gülerken inkâr etmez. Kalem gölgede farklı akar; harfler sessizce terler.
Gölge öğleye kadar büyür ama kimsenin üzerine düşmez, çünkü o sadece rızayla terlenir.
Teneffüs bitince o gölge hâlâ oradadır ama artık bir anlatı kahramanıdır. Öğretmen, sınıf zilinden önce şunu yazar: “Bugünkü ders, gölgeyle kuruldu.”
Ve sahne kapanmaz, sadece gölgedeki cümleyle mühürlenir.
OKUL SIRASINDAN KURGUYA GEÇİŞ
“Işık her yeri aydınlatmaz; bazı duygular sadece gölgede parlar.”
O sıraya ilk oturan “Ben sadece oturayım, kalkmam,” demişti. Ama sıra bunu kişisel algıladı, derin bir iç çekişle kıymet kazanıp karakter oldu. Tahta gövdesiyle konuşmayan ama kıvımsal çatırdayışıyla anlatı doğuran bir sahneye dönüştü.
Bir gün çocuk sıra altında kaybettiği silgiyi ararken hayal gücünü de buldu. “Silgim değil gız, bir zaman yolcusuymuş,” dedi. Arkadaşı, “Yani müfredat mı?” dedi. O da “Hayır, müfredat dinozordu,bu gelecekten kelime getiren bir şey!” dedi.
Sıra titredi çünkü gülme damlaları gövdesine sızdı. Çocuk simidini sıraya koydu ama parçası paragraf oldu. Sıra artık okul eşyası değil, roman kahramanıydı.
Kıvım öyle büyüdü ki öğretmen derse başlamadı, sahneye giriş yaptı. Tebeşiri eline almadı; yerine “Konuşan Sıra Masalı”nı okudu. Tahta değil ama sayfalar çatırdamaya başladı.
Sıranın içinden çıkan bir cümle: “Ben öğrenciyi değil, hayali taşırım.”
O gün sınıf öğrenmedi, altına kaçırdı. Çünkü mizah bu kez hem don çözmüş hem kelimeyi sahneye fırlatmıştı.
Bir öğrenci, “Sıra beni yuttu,” dedi. Öğretmen, “Ama kelimeyle kustun gız Huriye,” dedi. “Hım,” dedi. İşte orada başladı anlatının ritmi.
TEBEŞİRLE YAZILAN SESSİZ CÜMLE
Tebeşir tahtanın üstüne düşmedi o sabah parmak ucuna tırmandı. Öğretmen tebeşiri kavradığında ders başlamadı çünkü o an kelimenin sesi değil, sessizliği sınıfa yayıldı.
Bir cümle yazıldı ama duyulmadı çünkü sesli değildi gözle hissedilendi. Öğrenciler harflere bakarken gülmeye başladılar çünkü tebeşir bazı harfleri donla değil, kahkahayla çizmişti.
Sınıfta kimse konuşmuyordu ama tahtada yazan bir cümle vardı: “Ben ses değilim, kelimenin iç çekişiyim.”
Bir çocuk yere düşen kelimeyi aldı: “Bu galiba paragrafın göbeği gız,” dedi. Yanındaki, “Yok gız Huriye’m, bu kıvımsal bir kelime hamamı,” dedi.
Öğretmen tebessüm etti çünkü derse başlamadan önce sınıf zaten altına kaçıracak kadar gülmüş, kelimeyle terlemişti.
Tebeşirin ucundan buhar çıkıyordu. Sıra üzerine düştü ama sessizce. Müfredat işlemiyordu artık çünkü sahne kurulduğunda ders otomatik düşüyordu.
Bir öğrenci, “Bu harf beni yazdı,” dedi. Diğeri, “Ben de paragrafın
İbrahim Şahin 2
Kayıt Tarihi : 21.7.2025 09:29:00





© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.
Bu şiire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!