Bu gece sana birlikte izlemediğimiz, yaşamadığımız bir güzelliğin; hani biz yaşasak nasıl olurdu tarafını pratikte yaşatabilmek için geliyorum yanına. Beni bu gecelik böyle kabul edeceksin ve kucaklayacaksın. Ne dersin?
- Beni çok sevdiğini ve özlediğini söyle …
- Seni çok seviyorum ve özledim …
Yağmurun bardaktan boşanırca saatlerinde hiç ıslanmadan dünde kalan yaşamımın tüm kalıntılarını bir torbaya doldurup sana doğru yola koyuluyorum. Bol ışıklı vitrinlerin, motor ve fren seslerinin ve trafik lambalarının, kol-kola birbirine yaslanıp yürüyen kadınların, erkeklerin, sarhoşlanmaya niyetli yalnızlıkların, kapıları hep kapalı yüksek yapıların aralarından, yanlarından geçip, su birikintilerine dönmüş özensiz kaldırımların üzerinden atlayıp, parlak neonlarla göz göze gelmekten kaçınarak sana doğru yol alıyorum. Gecenin bir vakti.
Nereden takılıyor aklıma bir yolculuğun ilk anlarında Ege’nin kuzeyinde bir yerlerde sana baktığım ilk kahve falının fincanında gördüklerim. Dört başı mamur bir atın süvarisi benmişim gibi. Sen terkide oturuyor, ürkek, mahmur ve tedirginsin. Neden sarılmıyorsun belime. Pişmanmısın demek işime gelmiyor. Dönüşü olmayan bir yolculuğun nal seslerini dinleyip, tozu, dumana katarak ilerliyoruz.
Sıcacık kanım damlar.
Gir de bak bir ülkeme:
Başsız başsız adamlar...
Ağlayın, su yükselsin!