Şair – çevirmen Anna Bartkulasvılı için
Annem, babam ve ben aynı odada uyuyorduk. Babamın hastalığı son zamanlar iyice ağırlaşmıştı. Bir gün, bir gece yarısı ansızın uykudan uyandım. Beklenmedik bir ses tüm uykumu kaçırdı. Sesin peşinden gidiyordum, gittim ve gitmemem imkânsızdı. O ses beni çağırıyordu. Gidip ona varmam için bana hükmediyordu. Elimi karanlık koridorun duvarlarına sürerek mutfağın kapısına ulaştım. Kapının önünde durdum. Burdan öteye gitmeye pek de gerek yoktu.
Her yolun götürdüğü bir son var.
Her evvelin bir sonu var. Bu sesin sonu da bu mutfaktaydı. Dar, karanlık ve elektrikleri kesilmiş, her gece elektrikleri kesildiği için yıllardır ışığa özlem duyan mutfağımız, bu gece sesin tatlı yansımasıyla karanlığı yararak kulağıma ulaşıp bir ışık seli gibi gözlerime doldu.
Ayağının altına küçücük bir sandalye koymuş ihtiyar divanda sol böğrü üzerine yaslanarak oturuyordu. Geldiğimi farketmedi galiba. Aslında ben olabildigince sakin adımlarla yaklaşmıştım mutfağa. Kuş olmadığım hâlde kuşlara özgü bir biçimde görüntülerin hepsini belleğime taşıdım. Hüzünlü bir sesin peşinde sessizce uçmaya başladım.
II
Artık Aşağı Kartlı Dağları’nda mayıs yaşanıyordu. Ilık ilkbahar havası kışın soğuğunu, zemherisini insanların canından çıkarıyordu. Dağların, ormanların üzerinde sıcağın etkisi belli oluyordu. Şimdi bu dağlar çocuk doğuracak anneye benziyordu. Dağların üzerinde de bulunan sabah sisi, küçük çocuğunun saçlarını okşayan anne misali her tarafı kaplıyordu. Bu ilk bahar gününde Aşağı Kartlı Dağları’nda Vano’nun çocuklarının annesi tekrar annelik duygusunu yaşamak için ağır yükten kurtuldu. Kendisi ağır yükten kurtulan kadın bu yükten kurtulur kurtulmaz yükünü kocasına bıraktı.
Vano ihtiyar dut ağacından azacık uzakka bulunan sandalyenin üzerinde oturmuştu. Gözleri dut ağacının altındaki kırmızı desenli halıdaydı. Onun arasındaysa köşeleri beyaz desenli siyah başörtüsüyle örtülmüş, onun için Bartkulaşvılı kabilesine altı çocuk armağan etmiş Ketınosu vardı.
Bu günün bir ilginçliği de vardı: O her gün yapmaya alıştığı bir alışkanlığını bugün unutmuştu. Ne anımsatan vardı, kendisi anımsamak istiyordu. Onlar genelde her sene havalar ısındıktan sonra sabahleyin bu ağacın altında masa kurar, çay içerlerdi. Şimdiyse o ağacın altında bulunan masanın yerini her sabah ona sıcacık çay döken kadının tabutu almıştı.
Yaşamın türlü türlü ilginçlikleri her zaman kendini belli etmese de, gerçekleştiği anlar da oluyor…
Vano bakışlarıyla onu seyrediyordu, ona son kez “Elveda! ” diyordu. Şimdi o öyle bir misafirdi ki, ona ne “Gitme kal! ” demek mümkündü, ne de “Beni de kendinle götür.” Hüzünlü Vano’nun bakışlarından bir tek bu cümleyi okumak mümkündü: “Neden böyle oldu? ”
Siyah elbiseli, uzun boylu kadınlar birer – ikişer dışarı çıkmaga başladılar. İşte o an Vano’nun çocuklarının teyzesi:
- Ketıno! , diyerek çıglık attı ve sonra eliyle yüzünü kapadı. Dünden bugüne herkesin içinde annesini arayan ortanca çocuk:
- Annem, annem geldi, diye bağırdı.
Onun peşinden öbür çocuklar da bağırıp çağırmaya, çığlıklar atarak avluda koşuşturmaya başladılar.
Avluda büyük bir yaygara koptu, insanlar talaşa kapıldılar. Büyük çocuk kendini bahçenin içindeki otluga atarak:
- Annem! Annem! N’olursun, gitme!
- Koşmaya başladı.
Öteki dört çocuk da onun peşinden koşmaga başladı. Otlukta beş patika oluştu, beş iz, otları ezti. Bu ilkbahar gününde çiy dolu otlukta ilk patikayı küçük çocuklar açtı. Bir süre sonra aglamaktan gözleri şişmiş küçük kız babasının yanına geri döndü:
- O, bizim yanımıza gelmedi, deyiverdi.
Bu zaman büyük çocuk, “Anne, anne! ” diyerek kardeşlerinden önce koşmaya başlamıştı. Küçük çocuk konuştu:
- Annem dağlara gitti. Sisin içinde kayboluverdi, onu bulamadık…
Vano küçük kızına sarıldı. Beş çocuk Vano’nun çevresini sarmış, ona sarılmaya çalışıyordu.
Odadan balkona çıkan insanlar dut ağacına doğru yürüdüler. Beyaz beze sardıkları bebeğiyse evin tavanından asılmış karyolasından koyun ebesi Gülzar Teyze aldı. Deminden beri hiçbir şey yemeyen küçük çocuk usul usul uyanmaya, kıpırdamaya, kırık kırık sesler çıkarmaya başlamıştı bile. Kimsenin onunla ilgilenmediğini fark ettikteyse önce sesini azıcık yükseltti, daha sonraysa çocugun çığlık sesleri tüm odayı kapladı. Dış kapıya doğru kadınlardan birkaçı geriye dönerek Gülzar Teyze’ye baktılar. Her halde bunlar çocuğun teyzeleri ve halalarıydı. Her hâlde diyorum, zira bu kalabalıkta insanları birbirinden ayırmak pek de kolay bir iş değildi. Çığlık sesleriyse iyice yükşelmişti. Fakat, bu çığlık sesleri bir tek siyah elbiseli adamların omzunda yürüyen, kırmızı halıya sarılmış, üzerine siyah başörtüsü atılmış Ketınoya ulaşmıyordu… O, bu çığlıkları duymuyordu, duymuş olsaydı, hiç olmasa yerinde bile olsa kıpırdardı. Şimdiyse o, yerinden bile kıpırdamadan hiç kimsenin gitmek istemediği; fakat eninde sonunda herkesin gitmek zorunda oldugu yöne köyün dışında bulunan mezarlığa gidiyordu omuzlarda.
Herkes Ketıno’nun peşinden koşarken, olduğu yerden hiçbir yere ayrılmayan balkonda göğsüne sımsıkı sardığı Grıgorı’yı sakinleştirmeye çalışan Gülzar Teyze oldu. Onu bu köyde herkes tanıyordu, kimin kapısını çalsaydı ona hemen acı vereceklerdi. Zira bu köyde onun kapısını çalmamış adam hemen hemen hiç yoktu. Her aile eninde sonunda ondan yardım istemek zorunda kalıyordu.
Dünyaya gelen insan ilk kez vucudunda onun ellerinin sıcaklığını, yüzünde sevinç dolu gözlerinin ışığını hissediyordu. Böyle bir insanın şimdi atlatmak zorunda olduğu bir zorluk vardı: Küçük Grıgorı için anne bulmak… Ona süt verebilecek bir anne! … Bu dağların tek ebesi dut ağacının altından hızla uzaklaştı. Bebeğin çığlıklarını kesıvermek için adımlarını hızlandırarak ortalardan kayboldu. Düşündüğü kapıya hemen ulaşmak amacıyla kısa yolla avludan çıktı. Demin otlukta oluşmuş patikalara şimdi biri de eklendi. Küçük Grıgorı, bu patikayı abi ve ablalarından farklı olarak kendisi açmadı. Çığlık sesleriyle ihtiyar karıyı bu yolu açmak zorunda bıraktı. Çığlık kulaklardan, adımlar gözlerden kayboldu.
III
Babam o gece bir hayli bozlak okudu ve ben onu dinledim. Ne zaman uyuduğumu anımsamıyorum. Sabah geç uyanıverdim. Ben uyandığımda artık annem bahçede çalışıyor, babamsa bahçemizdeki dut ağacının altında oturuyordu. Karşısındaki bardakta yarıdan fazlasını içtiği çay vardı. Onunla günaydınalaşarak bahçeye, annemin yanına kadar gittim:
- Günaydın!
- Günaydın! Sonra bana sordu:
- Neden böyle geç uyandın. Çok fena gözüküyorsun…
- Gece uykum kaçmıştı… yanıtıyla sorusunu cevaplamak istedim. Ve annemin topladığı çiçekleri seyrederek:
- Babam ne diye bozlak okuyor? diye soruverdim ansızın.
- O, hastalandığı günden beri her gece kalkıp okuyor diye yanıt verdi annem.
Beni değişik bir dünyaya alıp götürmüştü bozlak havası, bu durumu annem çok sıradan bir olaymış gibi karşıladı. Herkes kendi odasına çekildikten sonra babam duvarda yapılmış kitap dolabının kapısını açtığında yardım etmek istedim:
- Yardım edeyim, istersen…
- Gerek yok, diyerek neden dolabın kapısını açtığını yeterince açıklamadan geçiştirmeğe çalıştı.
Az sonra titreyen elleri gramafonun kapağını kaldırdı ve Cabbar Karyagdıoğlu’nun kırklı yıllardan kalma plağını gramafona yerleştirdi. Evde herkes sessiz bir biçimde bu sesi dinliyordu. Plaktaki şarkı bittiği zaman ayağa kalkıp dolaba yaklaştım ve elimi uzattım. İlk elime geçen plagın üzerini okumaya fırsat bile bulamamışken gözlüklerini takarak yanıma kadar yaklaşan babam kafasını biraz ileri uzatarak sesini yükseltti:
- Yapma, kıracaksın şimdi, dedi.
Önce azıcık da olsa alındım. Ben o plağı kıracak kadar çocuk değildim. Sonra onun bebek misali heyecanını, birileriyle bölüşmek istediğini belli eden bakışları beni düşünmeye zorluyordu. Düşünüyordum; ama bir türlü bulamıyordum. Benim arayıp da bulamadığım neydi böyle?
- Onu şarkıyı annem söylüyordu. Elimdeki plağı alıp üzerindeki naylon torbayı çıkarırken kendi kendine fısıldadı.
Hiç bir şey anlamadığımı annem farketti galiba ve hasta babamı daha fazla konuşturmamamı bana işaret etti mimiklerle. Sustum. Babamsa:
- Annem bu şarkıyı hemen hemen her gün söylerdi. Ta çocukluğumdan bu yana duydum bu şarkıyı ve hep sevdim. Hiç bıkmadım bu şarkıyı dinlemektem. Durmadan “Söyle, söyle” diyordum. O, söylüyor, kimi zaman bıkıyordu. Bense onu dinlemekten memnun, durumdan zevk alıyordum. Senin için şimdi başkasını söyleyeceğim, diyordu ve söylüyordu da. O, şarkı söylerken ben de onun dizleri üzerinde uyuyakalıyordum.
Belki de bu ses annesinden doymayan babamın içine bir şeyler fısıldıyordu, kim bilir? ! Sıcacık bir şeyler? ! Sorusuna cevap bulamadığım için rahatsız oluyordum. Gramafonda duyduğum bir başka şarkıysa Fatma Mehraliyeva’nın “Kesme şikestesi”ydi. O sesi bir ilkbahar sabahında Gülzar annesi babam için bulmuştu. O şarkıyı dinledikçe bir şey de kesinleşiyordu artık benim için: Bu seste babamın süt annesinin – bir Azerbaycanlı kızın - anıları yaşıyordu.
IV
Bilgisayarda bazı yazılar yazmak zorundaydım. Hocam bana şimdiye kadar yayınlanmış yazılarımın listesini hazırlamamı söylemişti. Onu nerde yazdırabileceğimi düşündüğüm zaman ilk anda Gürcü arkadaşım, şaire Anna’yı hatırlayıverdim. Her zaman onun ismi anımsandığında başka bir cümleyi de hemen peşinden ekliyorum: “Zorlukları kolaylaştıran.” Benim kanımca aslında bu onun kendine özgülüğünün tek kanıtıydı. Evet, bu doğruydu. Sabah erkenden telefon açmak pek hoş karşılanmasada bile, yine de kendimi durduramadım. Sesimi duyar duymaz:
- Hemen gel dedi.
Gittim. Kapıyı açar açmaz Anna’nın sesinden önce genç şarkıcı Aygün Bayramova’nın söylediği “Kesme şikestenin” sesini duydum. Elimi teybe uzattığımda:
- Bu benim babaannemin şarkısıdır. Babam için kendisi söylüyormuş, diye yanıt verdi.
2 Od Ayı, 24 - cü il
02.07.04
Medine HuseynovaKayıt Tarihi : 6.7.2007 14:02:00





© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.

TÜM YORUMLAR (1)