Serkan Kurt Şiirleri - Şair Serkan Kurt

Serkan Kurt

Kaç yaşındaydım hatırlamıyorum, ama sanırım beş ya da altı olabilir. Anneme sürekli babamı soruyordum; annem gözlerime bakmadan “gelecek” diyordu. O yaşlarda insan babasını özlüyor yüzünü bile hatırlamadığı babasını. Sonra dedemle annem konuşurlarken duydum, babamın cezaevinde olduğunu yakında da çıkabileceğini.
Cezaevi neydi?
Neden ordaydı?
Orda başka çocuğu mu var diye düşünüp dudaklarımı büküp ağlamıştım defalarca. Dedem radyolarda sürekli haber dinliyordu “sosyalizmim, faşizm, kominizim” gibi cümlelerle o gün tanıştım ve idamı o gün öğrendim. İdam edildi diyordu haberlerde.
İdam ne demekti, o zaman anladığım kadarıyla kötü bir şey ki, dedem çok kızmıştı. Ne olursa olsun anneler, babalar kadar, bu darbeden en çok çocuklar zarar görmüştü, hatta o darbe çocuklara yapılmış en büyük haksızlıktı.
Babamın eve geleceği haberi üzerine annem hazırlanmış bende uzun yıllardır görmediğim babamı görecektim; ilk defa daha önce iki yaşındayken gördüm sanırım, ama hatırlamıyorum. Bir köşede başımı dizlerime yaslayarak kocaman yeşil gözlerime uzun sarı saçlarım düşmüştü. Bir kedi gibi saklanmıştım bir köşeye, beni görüp kucağına alıp öpmesini hayal ediyordum. Eve geldiğinde buruk bir bayram havası vardı; evde babam zorlukla yürüyor ve kambur duruyordu ayaklarının üzerine basamıyor ve doğrulamıyordu yüzünde de bir acı ifadesi vardı. Babam beni görmedi bile odasına girdi; uzunca uyudu bende yanına gitmek istiyordum, ama utanıyordum ne de olsa yeni tanışmıştık, ne kadar babam olsa da beraber hiç top oynamamıştık. Bana hiç oyuncak almamıştı, horoz şekeri pamuk helva bana hiçbir şey almamıştı bu kimin suçuydu?

Devamını Oku
Serkan Kurt

O sabah çok erken uyandım, kahvaltımı ayak üstü edip, sırt çantamı kaskımı alıp dışarı çıktım. İstanbul da arabayla bir yere gitmek güzel bir günün içine edebilirdi! Haftada bir kaç kere bine bildiğim motorumu çalıştırdım kalp atışlarım şimdiden hızlanmıştı, bir süre motorun sesini dinledim. Klasik bir şarkı gibiydi.
Kaskımın içinde hafif bir melodi geliyordu ’Ezginin günlüğü Martı ’ çalıyordu. Motor kullanmak beden olarak yorsa da ruhen dinlendiriyordu beni. İki saatlik yolun son yarım saatinde heyecanlanmaya, korkmaya başlamıştım. Korkuyordum çünkü; yükseklik korkum vardı. O yamacın ucundan kendimi boşluğa bıraktığım o ilk sahne ne kadar güzel görünse de, beni korkutuyordu. Bu korkuya rağmen bunu zevkle yapacaktım.
O yokuşu tırmanmaya başlamıştım, yanımdan eşli grup halinde otomobiller, motosikletler geçiyordu. Bu uzun yolun ardından nihayet o yamaca gelmiştim, kalabalıktı. İçimde çocuksu bir sevinç vardı. İlk ata bindiğim an geldi aklıma sevişirken her iki kişininde orgazm olması gibi bir zevkti bu. Hazırlıklar ve sıramın gelmesi bir buçuk saati bulmuştu. Beklemekten nefret ediyordum.
Ve cılız adımlarla koşmaya başladık dizlerim titriyordu, aslında tüm vücudum titriyordu. Kendimi kontrol edemiyordum, yükseklik korkuma rağmen atladık. Gökyüzünde süzülmeye başlamıştık. Kendimi çıplak hissediyordum, rüzgarın yüzüme vurması ve kulaklarımda ki o uğuldama. Güneşe dayanamayan yeşil gözlerim kısılmıştı ve yaşlar akıyordu. Gökyüzünde süzülürken aklıma bir sürü güzel şey geliyor ve nedense yere indiğimde hepsi üzerimden uçup gidiyordu. Gökyüzünden aşağıya bakmak insanı daha da çok korkutuyordu.
Sekiz ya da dokuz yaşındayken bahçemizde bulunan tek katlı kullanılmayan piriketten örülme bir kulübe vardı. Ağaçtan pekte kullanılmadığı için sağlam olmayan birde merdiveni. Arkadaşlarımın oyunundan sıkıldığımda yada birine küstüğüm de ’en çokta anneme küserdim’ o sağlam olmayan merdivenden düz zemine çıkıp külebenin tam ortasına sırt üstü yatar, gökyüzünü seyrederdim. Biraz kenarda dursam düşeceğimden korkardım. Yaşımdan büyük düşler kurar kendime bir dünya oluştururdum. Bu benim en çok keyif aldığım oyundu. Hatta tel ve makaradan yapma arabamdan bile çok seviyordum düşlerimi. Annemin sesiyle daldığım düşlerden uyanırdım ve hiç gitmek istemezdim. Çok sonra büyüdüm, ama o korkuyu hala üzerimde taşıyordum.
Korktuğum için motorla sürat yapıyordum.

Devamını Oku
Serkan Kurt

Mor halkalı gözleriyle tüm çektiği acılara rağmen gülümsemeye çalışıyordu, gülümsemek yüzünde eski bir dosttu nede olsa. Hastane kokusu ilk zamanlar midesi bulandırıyordu, o hep denizi koklamıştı, saçlarını rüzgara emanet etmişti. Şimdi saçları da yok, o ipeksi saçlar sökülmüştü sonbaharda yapraklarını döken ağaçlar gibi.
Küçük ama çok istediği hayalleri vardı, sürekli aynı şeyleri anlatırdı. Hatta bunu düşünerek o acıları unuturmuş. Masal gibiydi, balıkçı kasabasında bahçeli bir evde yaşamaktı tek istediği, denizin dudağında. ’Denizin dudağımı olurmuş deme sakın diye eklemeyi de hiç ihmal etmezdi’ Belkide hiç gerçekleşmeyecekti. Bu aralar unutkanlıkta başlamıştı, bazen babasının adını unutuyordu.Unutmak, en çokta bu yıkıyor insanı. Sevgilini anneni babanı dostlarını hatırlamayacaksın. Gece ışıklar söndüğünde yorganın altına hıçkıra hıçkıra ağlayacaksın, yastığın ıslanacak. Yorgun bedenin karnına bıçak sokmuşlar gibi acıyacak, bunu hiç kimse anlamayacak. Kurduğun düşler gönlünden kaçarcasına gidecek, düşlerin seninle saklambaç oynayacak. Saklanmayan sobe... Bu genç yaşta bu kadar acı ve bu kadar erken ölüm yakışır mı yüzüne. Çocuklarını sevemeyecek, burnunun direkleri sızlayacak bunları düşününce ve bağıra bağıra ağlayacaksın.
Belki de unutkanlık için üzülmemeli, anneni, babanı, sevgilini, dostlarını unutmak,
siler belki de her şeyi
siler belki de tüm gözyaşlarını,
tüm acını.

Devamını Oku
Serkan Kurt

Korkuyorduk doğruları söylemekten en çok doğrular korkutuyordu bizi. Hepimiz sahte bir yüz takmıştık, gerçeği kendimizden bile saklayarak. Gülermiş, severmiş, anlarmış gibi yapardık; gülmeden, sevmeden anlamadan. Öyle çoktu ki öyle alışmıştık ki benimsemiştik ki bize ait olmayan kokuşmuş maskelere. Kendimizi anlamadan başkasını anlayabilir miydik? İyi ya da kötünün ortası olmaz ya; iyi olurdu ya da kötü. Bir İran masalında sevdiği kadını arayan bir adam anlatılır, aynı ruhla başka bedenlerde. Adam kadını hiç beklemediği bir yerde bulur. Elinde kazma ile tarlada elleri nasırlı kadını bulduğunda adam çok üzülmüş, sevdiği yüzyıllarca aradığı kadını bulmuştu. Bir sebep kalmamıştı, yollara düşmemesi anlamsız olurdu ama adam mutsuzdu aramayı seviyordu özlemeyi kim bilir belki de acı çekmeyi.

Ne kadar tanıyorduk birbirimizi, en yakınımızdaki insana bile anlatamıyorduk. İçimizde sızlayan yaralarımızı… Biz hep ön bahçede oynuyorduk oyunları, ön bahçede otlar özenle kesilmiş, böceklerden arındırılmış tertemizdi. Aynı bizler gibi, aynada kanayan yüzlerimiz gibi. Ya arka bahçedeki otlar, uzun ağaçlarda böcekler bakımsız ama gerçek. Çünkü arka bahçeyi sahibinden başka kimse görmüyor. Arka bahçe bana sevdiğim bir sözü anımsatıyor. ‘İnsan söyledikleriyle değil sakladıklarıyla insandır’. Bizlerde ön ve arka bahçe gibiyiz. Ön bahçe bize ait olmayan bize aitmiş gibi gösterdiğimiz yüz arka bahçe iyi ya da kötü gerçeğin ta kendisi, insanın sakladığı korktuğu ne varsa sıkıştırılmış unutulmuş, zaman zaman utanılmış. Arka bahçe görülen değil saklanan yüzümüzdü. Bedenimiz kadar gerçekti.

Tiksiniyordum, kusuyordum çoğu zaman yalan bir günün gecesinde. Ne kadar gerçeklerdi. Neden sevmiyordum ben onları, neden bu kadar çok soru soruyordum kendime bu düzmece dünyada kurulan bu düzene ben neden alışamıyordum neden benimseyemiyordum. Terler içinde uyandım kızgınlıkla. Ve yine bir sözü anımsadım: “Kimseye muhtaç kalma kimseyi muhtaç etme.” Yüzlerce iz bulabilirdik geçmişimizde, fotoğraflarımızda. Anımsadığımızda canımız çok yanardı. İnan bu insancıklar beni korkutmuyor, tiksiniyorum kusuyorum hepsi bu… Şimdi bu kadar bokun içinde iyi olan bir şey yok mu? Varda sayısı mı az, dillerini mi yuttular, kalemlerini mi kırdılar, ürküp kabuklarına mı çekildiler? Oyunlar oynamıyor artık sokaklarda. Hava karardığında annesinin sesiyle eve çağrılan üstünü kirlettiği için azarlanan çocuklar yok. Bu düzen bu dünya kirlendi omuzlarına kadar pisliğe girdi.

Devamını Oku
Serkan Kurt

uzundur bu kentin geceleri
hele aklın düğüm düğümse
ağzımda dilsiz küfürler
sokakları paralıyorum
devriyeler kol geziyor
Tanrım şimdi yağmur yağsa

Devamını Oku
Serkan Kurt

yalınayak bir fahişeye yürüyordu
kirli sokakta
küfrediyordu itlere
aşkı kıçında yaşayan itlere
itlere
itlere

Devamını Oku
Serkan Kurt

Biz ince bel, ela göz, sütun bacak için sevmedik güzelim
Gümbür gümbür bir yürek diledik kavgamızda

Nazım Hikmet Ran

Yağmur sonrası ıslak bir banka oturduğumda ardımda kalabalık bir şehir vardı. Siren sesleri, seyyar satıcılarının bağırışları ve fahişelerin çığlıkları. Önüm de alabildiğine bir deniz. Eskisi kadar güzel değildi, kirlenmişti ama ben hala o maviyi görebiliyordum. Ve yağmurun ıslattığı o bankta oturmak sinir bozucuydu, popom ıslanmıştı ve üşüyordum bu hassas mideme, sancı ve ağrı olarak geri dönecekti. Yağmuru sevmiyordum, yağmurda şemsiye açmayacak kadar romantik değilim. Bu kadar hüzün bana fazla

Devamını Oku
Serkan Kurt

bir şair vurulmuş köşe başında
cebinde buruşmuş birkaç kağıt parçası
yağan yağmur silmiş bütün aşkları
ya yerdeki kan diyor sokaktan geçen biri

bir şair vurulmuş köşe başında

Devamını Oku
Serkan Kurt

bir şeyler söylenebilinirdi elbet ardından

senin ardından

hangimiz taşıdık sırtımızda çıplak tenimizi

Devamını Oku