rutubet kokuyordu göğsün
seviliyordun sevmelerden yoksun
eski aynada tarayıp saçlarını
oje sürüyordun parmaklarına
renkli renkli
huzur veren eller hiç dokunmadı saçlarına
Katilin yüzü biraz sana benziyordu. Ağır adımlarla geldi. Korkmadım gelecek acılardan. İçimdeki gemileri anlattım heyecanla. İlgilenmedi, yavaşça soydu beni. Ben heyecanla anlatıyordum. Şehvetle bakıyordun, benim dünyamdan habersiz sevişmeler hesaplıyordun. Bir çıkarıyor üç ekliyordun. ‘Işık dedin.’ Işık gerekli dedim. Aslında haklıydın katili tanıma-malıydım. Ben içimdeki şehirden bahsediyordum. Sen, gözlerimden, tenimden, vücut hatlarımdan. Ben korkuyordum, soğuk sevişmelerden, titriyordum. Her dokunuşunda soğuk terler boşalıyordu vücudumdan.
Heyecanla anlatıyordum, deniz kenarında yaşama isteğimi. Sus dedin, parmağın dudağıma değdi. Sonra, dudağın dudağıma. Midem bulandı niye bilmiyorum yüzün çok güzeldi. Ama içindeki şehir bana ait değildi. Aşk, karnımda o karıncalanma dizlerimin bağıda çözülmemişti, hiçbir şey yoktu sana ilişkin. Tenim alışmıştı sevmeden sevişmeye, ruhum intihara teşebbüs ediyordu her kirlenmede. Durmadı devam etti. Yenilgiyi kabul ettim ağlamak anlamsızdı aynalarda göremediğim yüzlere. Tenimde ucuz bir film senaryosu işlenirken, senin içinden bir şehir boşalıyordu.
Katilin yüzü sana benziyordu.
Dün gece sokakta vurulmuştu yerde yatıyordu,
kanlar içinde.
Bir şeyleri arar gibi şarkılar
eskiden kalma bir aşk
mektup
plak
yanan bir soba
karla kaplanmış yola bakan mutlu bir çift göz
Bir şeyleri arar gibi şarkılar
eskiden kalma bir aşk
mektup
plak
yanan bir soba
karla kaplanmış yola bakan mutlu bir çift göz
Bir uçağım olsa üstü açık
Rüzgâr yalasa yüzümü
Tepeden baksam size
Uzaklarda,
hiç ayaklarımı sokmadığım denizde
Kırmızı bir şarap, ayaklarımı ıslatan dalgalar ılık esen rüzgâr. Sessizlik, bir tek yoksun. Şikâyetçi değilim ayrılığın o vahşi tadını seviyorum. Çünkü ayrılık olmasa kaçacağım bir deniz kıyısı olmayacak ve ben ruhumu dinlendiremeyeceğim. Bekli de kimsenin hayatına dahil olmak istemiyorum, yeterince çaba göstermiyorum. Hayallerime sığdıramıyorum kimseyi atımın arkasına bindireceğim siyahlara bürünmüş, siyah ojeli bir prenses yok sanırım.
Ve ardımda bıraktığım kadınlar, küfredebilirsiniz bana, sokakta beni gördüğünüzde elinizde başka bir elle hiçbir şey yaşanmamış gibi davranabilirsiniz, kırılmam.
Ya da yıllar sonra “Serkan tanıdın mı beni? ” diye sorduğunuzda pardon sizinle yatmış mıydık dediğimde o… çocuğu diyebilirsiniz hakkınız.
Ya da hiç bunları düşünmeden benim aşktan bir bok anlamayan adam olduğumu düşünüp affedebilirsiniz beni…
Ben karanlık bir adamım kendini aydınlatamayan.
Kanayan yerlerimi sar diyorsun uçuklu dudaklarınla.
Karanlık bir adamım saçlarını taramayan.
Yaşlı bir sonbaharım yaprakları dökülmüş. Çocukluğumda bıraktım uçurtmalarımı, horoz şekerimi. Tenha sokaklarda geziyorum, yanıp sönen sokak lambası gibi ürkütücüyüm. Yaklaşma bana, sana da bulaşır damarlarımda dolaşan.
Ben aşk yoksuluyum, kirlettiğim tenlerle karşılaşıyorum sokakta, tükürüyorum yüzüme. Ellerimde kan, yüzümde eskiden kalma bir çizgi. Sevmeden seviştiğim kadınlar, nede çoklar. Nede çok utançlarım. Ben aşk yoksuluyum.
Kendinden hiç söz etmemek çok soylu bir ikiyüzlülüktür.
Nietzsche
ilmlerde izlediğim o duygusal anlar hep burnunum direğini sızlatır. Sonra sorarım kendime gerçekliği var mı bunların? Böyle aşklar yaşanıyor mu? O meşhur çarpışma sahnesi, kitaplar elden düşer, göz göze gelinir vurgun yaşanır. Kendimi düşünüyorum o sahnede aşık olmazdım sanırım. Bu duygusuz olduğumdan değil, aşka da inanıyorum çok olmasa da. Sahilde bir araya gelip sarılan sevgililer altta yürek deşen bir fon müziği. Ne yapmalı izleyen? Filmden sonra oradaki kahraman olur bir süre, çok sürmez gerçek olmadığını filmlerdeki gibi yaşamadığını anlar. Sorun kimde aşkta mı sendemi?
Aşk bir kadının yaşamının tüm öyküsü, erkeğin ise yalnızca bir serüvenidir
Ve aşk bazen bir cesettir… Ey sevgili seninle zamana doyamadığım sevgili. Gözlerin umudumun adı olmuşken. Hepimiz bazen bir katil oluyoruz. Katil de biz, azmettirende. Oysa sevmeler sevişmeler olmalıydı sabahlara kadar. İçinde hissetmeliydim aşkın sahipsiz kanatlarını. Özgür bir kuş olmalıydım. Korkmamalıydım hata yapmaktan.
Gözlerin en temiz yolum olurken. İntihar sohbetleri yaşanıyordu soluksuz gecelerde ve bazen aşk bir cesettir diye başlıyordu her sözümüz. Tüm katillere inat yudumluyorduk şarabımızı pür telaş gecelerde.
Adımızı yeniden yazıyorduk buruşmuş kâğıtlara. Çünkü aşk bazen bir cesetti. Gözlerini kan bürümüş benzi soluk insanlar vardı sokakta. Benim tanımadığım yüzlerdi, hepsi birbirine benziyordu. Korktum, sarıldım yine sana. Sarıldın bana aşk dedin saçlarımı okşadın. Sonra donuk donuk baktın sana ait olmayan bir yüzle. Ve dedin ki aşk bazen bir cesettir…
Dünden biraz daha fazla kanıyordum, biraz daha anımsayarak gerçekleri kabullenmeye çalışıyordum. Bir balıkçı teknesinde rakımı yudumlarken farkına vardım, kendi kendime verdiğim sorumlulukları… O an kimseyle konuşmak istemediğim için dalgalarla hafif hafif sallanan tekneye suya hiç buluşmadan rakımı yudumlamak, bir türküyü dilime dolayıp çaresiz yatağıma uzanmaktı isteğim.
Kendimden kaçmak isterken omuzlarımdaki yük beni bana yeniden anımsattı, daha tatsız yudumladım rakımı. Belki de kısa bir tatile çıkmalıyım, önemsemeden zamanı kısa bir tatil olduğunu kendime haber vermeden küçük bir çanta hazırlayıp ağaçların gölgesine saklanmalıydım. Güneş aya küsmeden oltamı denize sallayıp rakıma meze olacak balıklar tutup ellerimle yemeliyim. Sabah yataktan çıkmak için saate bakmadan uyanmak istiyor ve birileri tarafından uyandırılmak istemiyordum.
Küs müydüm kendime? Çocukken kardeşimle kavga ettiğim anlar geldi aklıma; işaret parmağıyla başparmağını birleştirir boz, derdi. Sanırım kendime küstüm, ne zaman barışacaktık.Çok uzun bir ayrılık oldu bu, uyandığımda yine mi gelmedi? ,diyeceğim. Bu tekneye gelirken kimsenin oturmadığı bir bankta üç kişi şaraplarını yudumluyordu, kimseyi önemsemiyorlardı. Yanlarından geçerken onlara imrenerek bakan gözlerimi,180 boyundaki cılız bedenimi fark etmemişlerdi bile. İşte o an tekrar kanadım, kapanmayan yaralarım biraz daha acıdı. Yapmam gereken işler tekrar aklıma geliyor, erken yatıp iyi görünmem, çok fazla içmemem gerekiyordu. Aslında bu gece bir banka oturup sabahın olmasını beklemek uzun uzun uzaklara bakmak, görmediğim yerleri görmek istiyordum. Bir kahkaha attım masamda rakım ve mezemden başka kimse yoktu. Niye güldü bu adam diyen olmadı. Derin bir sohbet ve kulağımda bir birine karışan sesler beynimi kemiriyordu. Burada daha fazla durmak istemiyordu ağrıyan başım. Ayaklarım beni taşıyabilecek miydi acaba? O kadar ağırdı ki bu cılız beden yalnız olmak istiyordum bu yüzden tek başıma gelmiştim giderken kendimi eski bir şarap mahzenine kilitlemeliydim, şarap kokusuyla uzun zamandır hatırlayamadığım kendimi kendime getirebilirdim. Mahzende yok.Kesinlikle bu bankta üşümeliydim titremeliyim yorgun ceketime sarılıp bu bankta kıvrılmalıydım. O an bir anlık refleksle garsondan hesabı istedim. Evine erken gitmek isteyen garson bir müşteri daha gidiyor diye seviniyordu. Sallanan tekneden suya bulaşmayan rakımı ardımda bırakarak üşüyen bir banka oturdum. Çevremde kimse yoktu dalga sesleri bana eskiyi hatırlatıyordu. Eksik kalmış çocukluğumdaki acı tekrar sızladı sırtımda. Babamdan izin almadan 14 yaşımda dört arkadaşımla birlikte denize gitmiştik. O günde böyleydim sahil kenarında ayaklarımı suya sokup vuran dalgaları izliyordum gözlerimin görmediği uzakları görmeye çalışmıyordum, güneşten yanan vücudumdaki yanıkları babamdan saklayıp uslu bir çocuk gibi bir köşeye oturdum. Babamın büyük ve güçlü elleri omzumda patlayınca tüm vücudum sızlamıştı ve acımı babama fark ettirmemek için dişlerimi sıkıp sessizce avazım çıktığınca bağırmıştım. Babam beni severken canımı yakmıştı. Şimdide sırtımda aynı acı titreyen vücudum çıkmayan avazım var.
Bu sabah koşmayacaktım. Spor olsun diye koştuğumu sanıyorlardı, onlara gerçeği söyleme gereği duymuyordum. Ben sabahları rahatlamak için koşuyordum gerçi buda artık beni rahatlatmıyor ya bir süre daha kendimi avutabilirim. Her an her saniye bir şeyleri anımsıyor bazen yüzümde bir tebessüm bazen de kırış kırış kararmış düşünceler beliriyordu. Yaşlı bir adam oturdu yanıma sigaradan sararmış uzun sakalları arasında yüzü görünmüyordu. Bana bakmıyordu oda benim gibi uzaklara bakıyordu, yüzüme bakmadan terk mi etti seni, dedi. Onun aradığını bende aramış gibi gözlerimi görmeye çalıştığım uzaklara diktim. Evet, terk etti onun gelmesini bekliyorum, yaptığı suçun farkına varan çocuklar gibi küçük bir köşeye sıkıştım. Bilirim ben o sıkışmayı dedi yorgun ve umutsuz sesiyle. Yıllar önce girdim o köşeye. Herkesin bir acısı yaralı bir geçmişi vardı, bu yaralar kiminde sık sık kanıyor, kiminde ise varlığını hissettirmiyordu. Yanımda oturan yaşlı adam konuşmak için beni seçmişti. Kim bilir bana anlatacağı acıyı daha önce kaç kişiye kaç defa anlatmıştı. Karım beni yirmi bir yıl önce işsiz kaldığım için karanlık bir adamla terk etti. Ondan sonra her şeyi boş verdim, gerçi bir ara onları bulup kafalarını mermilerle doldurmak istedim son mermiyi de kendime ama silah alacak param yoktu. Zamanla unuturum dedim acım dindi ama izleri çok ağır oldu. Onu anlamaya çalıştığımı anlayınca daha da derine inmeye başladı. Sıradan bir hikâyeydi günümüzde bunu yaşayan yüzlerce insan vardı ama yanımdaki adam kendini o gidişe adamıştı, acısının dindiğini söylerken bir an bile unutamadığı o anı defalarca yaşadığının farkında değildi. Öylesine alışmıştı ki yaşadığına. Meraklanmıştım sonra bir daha karşılaştın mı, diye sordum? Gözlerini göremediği uzaklardan ayırmadan boşlukta kalmış bir cevap verdi. Geldi yıllar sonra geldi, yüzü kırış kırış geldi. Yırtık ceketinin cebinden filtresiz bir sigara çıkarıp yaktı. Derin bir nefes aldıktan sonra…Beni terk ettiği adam onu başka biriyle terk etmiş.Çaresizdi geldiğinde. Onunla büyük bir aşkla evlenmiştik. Yüzüne baktığım zaman içim hoplardı, o an yüzünü gördüğümde Azrail görmüş gibi oldum, korktum çok korktum yine benden ne alacaktı kaç kere daha öldürebilirdi gözlerine kinle bakarken bunları düşündüm. Yalvaran gözleriyle bana bakıyordu yaptığı hatanın farkına varmıştı. Bu sefer ben onu terk ettim. Öyle emin adımlarla yürüyordum ki sırtımı döndüğümde arkamdan seslenemedi bile. Artık o eve gitmiyorum evlendiğimizde tutmuştuk orayı… Ona bıraktım o iki odayı ve acıları. Kendime dair ne varsa unutmuştum. Bu yaşlı adam çok mu korkaktı, aşk, bir kadın insanın hayatını bitirir miydi? Bence kendisiyle kavgalıydı; hayata küskünlüğünün altında bu terk ediliş yoktu. Uzun bir süre konuşmadı. Sigarasını söndürmeden yenisini yakıyordu ve soğuğa aldırmıyordu. Yine kendimle kalamamıştım. Seni niye terk etti, dedi. Beni ben terk etmiştim, her gün aynı şeyleri yapıyordum. Bir zamanlar çok sevdiğim bu iş şimdi bana tarifsiz sıkıntılar veriyor. Hayallerimi gerçekleştirmek için önceden savaş verirdim ve hep kazanırdım. Şimdi hayal kurmak bile zor geliyor, oysa yazın gelmesini bekliyorum, çokta umutsuz değilim aslında bunlar değil sıkıntılarım adını bilmediğim acılarım kanayan yaralarım var. Uzun bir süre sessiz kaldıktan sonra yaşlı adam sırtımı okşayarak yanımdan usulca ayrıldı, ağır adımlarla gözden kayboldu. Biz acılarımızı öyle benimsemiştik ki onları şefkatle seviyor, zaman zamanda kanamasına yardımcı oluyorduk. Sabahın erken saatlerinde insanlar sokağa dökülmeden yatağıma girmek istiyordum, bir yandan da bütün gün burada oturup insanları seyretmek onları, yüzündekileri, söyleyemedikleri acıları anlamak istiyordum. Yatağıma girdim seçimi yaptıktan sonra, uzun bir gece olmuştu benim için. Yaşlı adamı düşündüm onu terk eden kadını geri dönmesi için beklemişti, onu seviyordu yaptığı hatanın affını dilemesini beklemişti, gururuna yenildi. Onu sevseydi affedebilirdi her şeye rağmen. Yaşlı adamın yaşadığını yaşamak istemezdim, o yaşlı adam yıllarca geri dönmesini beklemişti çünkü içinde büyük bir kin vardı, oda onu terk etmeliydi ki; istediği de olmuştu. Ama acılarını dindirememişti.
serkan çok tatlsın :) programını çok severek dinliyorum