1968 yılında Sivasta doğdu. İlk ve orta öğrenimini Sivasta tamamladı.
Üniversite yılları Malatyada geçen Sayar daha sonra umudu yurtdışında arayan milyonlarca insanımız gibi, aile birleşimi yoluyla Almanyaya gitti. Evli ve iki çocuk babası olan Sayar 2006 yılında içindeki çalkantıları, fırtınaları ele aldığı öykü tarzında yazılmış olan ilk kitabı içimdeki ihtilali piyasaya çıkardı. İkinci kitabı olan Asılacak Sırları 2009 yılında piyasaya çıkaran Sayar ayrıca Almanyada çalışmalarını sürdüren Hobitim tiyatro grubunun yönetmenliğini ve yazar ...
Sevgiyi öğretmedi büyüklerimiz bize,
doya daya sevmeyi sevilmeyi hiç bilemedik.
Ve geç kalmış zamanların esiri olduk gelecektede.
Ne geçmişten umut getirebildik, ne gelecekten umut bekleyebildik.
Sen zamansız rüzgarların getirdiği deli mavi,
seni sevebilmek için bana önce sevgiyi öğret.
Doğunun insanı ancak seçim zamanlarında biraz olsun insan değeri görüyor, dertleri soruluyor, seçim dönemi bittikten sonra herşey unutuluyor, bölge insanı kendi kaderine terk ediliyordu. Mehmet´te bu sıkıntıları sindire sindire, onu kendi vatanına düşman etmek isteyenlerden kaça kaça büyümüştü. O devletine karşı, doğduğu topraklara karşı hiç kin duymamıştı. O biliyordu ki, bu yaşadıkları sadece yaşadığı bölgedeki insanların değil tüm Türk milletinin kaderiydi.
İktidarı ele alanlar kısacık iktidarları dönemlerinde kendi sorunlarını halletmekten, kendini oraya getiren, borçlu oldukları insanların sorunlarını halletmekten, halkın sorunlarına eğilmeye pek fırsat bulamıyorlardı. Böyle oluncada insanlar kendi başlarının çaresine bakmak, sorunlarına kendince çözümler üretmek zorunda kalıyorlardı. Buralardada şartların en müsait olduğu iş ağalar adına kaçakçılık yapmaktı. Bu işi yapabilmekte öyle herkesin harcı değildi, bir yanda çetin hava şartlarıyla, tabiatla mücadele edecektin diğer yandanda aslında orda seni korumak için bulunanlara, yani askerlere yakalanmayacaktın. Mehmet´in ailesi oldu olası böyle işlere hiç meyil etmemiş, şartlar müsait olmasada dürüstlükle ekmeğinin peşinde olmanın yollarını aramıştı.
Fakat buralarda yaşayıpta yanlışa bulaşmamak öyle zordu ki, insanlar her taraftan kıskaca alınmıştı. Bir yanda seni devletinden milletinden koparmak isteyen şer güşler, diğer tarafta ise orda yaşayan bütün insanları aynı kefeye koyup işin kolayına kaçan basiretsiz yöneticiler.
Sözün kısası herkes el birliği etmiş ve burda yaşayan insanların rahatını kaçırmak, onları huzursuz etmek için elinden geleni yapıyordu. Oysa onların hiç kimseden kendi adlarına yapmasını istedikleri birşeyde yoktu. Tek istedikleri karınlarını doyuracak bir parça ekmek ve devletlerinden başkasının şefkatine muhtaç olmayacak kadar baba şefkati, ama bazıları buradaki insanların huzurlarını bozmaya yemin etmişcesine üstlerine gelmeye devam ediyor, kanayan yaraları kaşıdıkça kaşıyor kangren etmeye uğraşıyorlardı.
Hiç aydınlanmayacak ufukları beklemekle geçiyor hayat,
ve daha doğmadan kararan güneşlerin matemini tutarak.
Sabrında umudu kalmadı, onunda sabrı taştı, sürekli bekleme telaşından.
Bazen kalmakta gitmekte insanın kendi elinde olmuyor.
Git deyince gitmek, kal deyince kalmak zorunda kalıyorsun,
hesap soramadan olduğun yerde.
Küçükken özlemezdim öyle önüme her geleni, işin açıkcası özlem nedir bilmezdim.
Sadece filmlerde birbirine yıllarca uzak kalan iki sevgilinin,
birbirine kavuşma arzusu sanırdım özlemi.
Şimdi ise iki gün göremedilerime bile duyuyorum aynı özlemi,
Birgün garipliğimi bile özleyeceğim hiç aklıma gelmezdi.
Senin gözünde bir damla yaş görmemek uğrunaydı herşey,
bize sevdiğimizi ağlatmamayı öğütlerdi sevenler,
ve tutkuyla bağlanmayı sevdiklerine,
Hep biz ağlayacak, acıları hep biz çekecektik,
çünkü bu rolü oynamak için gönüllü gelmiştik dünyaya.
Kimse zorlamamıştı bizi bu kadere razı olmaya,
Herşey birgün önce ki gibi başladı yine,
Hep geceyi yaşamak hayalinle hiç uyanmamak isterken,
Gece yine kollarını açıyor umutsuz bir sabaha,
Ve sarıyor sarmalıyor onu, benim seni saramadığım kadar sıkıca ve benim seni saramadığım kadar sıcacık.
Hayalinle bu kaçıncı yaşanmayası gün, daha kaç tanesi geçecek bir öncekiler gibi.
„Neleri bitiriyordu zaman farkında olmadan, yıllar geçtikçe, elinde olupta yapamadıklarının acısı oturuyordu yüreğine. Ve ne acı ki, hep geç kaldıktan sonra farkına varıyordun bunların, aslında bundan sonrakilerede geç kalacağını bile bile. Bütün hikayelerin yarım kalıyordu hayatta, ne sevgini, ne özlemini tamamlayabiliyordun geçen yılların sonrasında.
Bir dost sıcaklığına hasret yıllar çürütüyordun takvim yapraklarında, tamda bulmuşken kaybediyordun en sevecen yanını.
Sonra sevgidende soğuyordun bir an, hayatın manası olduğunu bile bile. Tövbe ediyordun sevmelere, yeminler ediyordun, en uzağında duruyordun sevdaların, ama nafile sevgide, sevdada sendin aslında“
Almanyanın hiç gelmeyen yazını beklediğim birgün kaybettim babamı,
her an ağlamaya hazır gökyüzü o gün babam için ağlıyordu.
Ve hiç gülmedi yüzü garibimin, Almanyanın karanlık gökyüzü gibi.
Şimdi bende babama ağlıyorum, Almanya gibi.
Sakın derdi, ölürsem beni buralarda bırakmayın, beni köy mezarlığındaki babamın mezarının yanına gömün, bir o dileğini yerine getirebildik garibimin.
Üniversite yıllarında kara trenli yolculuklar yapardık, aynı yöne giden
arkadaşlarla beraber.
Üçyüzkilometre yolculuk için on saat demir rayların takırtısını dinlerdik,
pekte sevmediğimiz bir makam olmasına rağmen.
Kara tren bize o kadarcık yolu gurbet tadında yaşatırdı.
İnanmazdık bir gün yolların kısalacağına, tren bozulup sabahladığımız
Çocukken hep gurbet şiirleri, gurbet destanları okurduk, anlıyormuş gibi yaparak.
Bu destanların kahramanları hep büyük acılar çeker, sıla özlemiyle yanar tutuşurdu.
Nerden bilirdim anne, bende birgün bu destan kahramanlarından biri olacağım.
Şiirlerdeki, destanlardaki yürek acısını yaşayacağım. Bilemedim!
Benim gurbet destanım hiç anlayamadan başladı.
Sıladan uzaklaştığım günlerden çok daha sonraları; çünkü orda bir bekleyenim elini tutup acımı hafifleteceğim, başımı omuzuna dayayıp, hülyalara dalacağım birini bırakmamıştım.
Bu şaire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!