İki tonluk bir gemi tekte ezer beni
Kemik sesleri duyulur, bir böceği ezer gibi
İki tonluk bir gemi, bir bok olmaz bu gemiden
Paslanmış bedeni ile kıyıda öylece bekler.
Hayat hiç aman verilmeyecek kadar tuhaf,
ancak saçma değildir.
Tuhaf ve saçmayı anlamlandırmaksa
mümkün değildir.
Sorular sorulduğunda cevaplar gelmeyecektir.
Öyle bir beklemek ki bu seni,
Esmer çocukların nasırlı yüreklerinde
Güneş görmeyen sokakların umuduyla
Çelimsiz kuşların kanat çırpışlarında
Sevgilim sana gideceğimi söylemeye geldim. Gözyaşların arasında boğulan örüntülerle sana gideceğimi söylemeye geldim.
Üzgünsün, kırılgansın, ama sana gideceğimi söylemeye geldim.
Ve gözyaşların hiç bir şeyi değiştirmeyecek,
Yürüdüğümüz yollar, seviştiğimiz sokaklar, bir bir gözlerinin önünde sayıklarken...
Kimsenin kapısını çalamam, gidecek bir yerim yok
Artık söylenecek bir söz yok.
Ölüm suskun ve yaşam şüpheli
Sana varmak belki, artık zor.
Oysa sana varmanın yaşamak içinde bir anlamı vardı.
Yıkılmış bu şehir, soğuk
Vurmuşlar duvarlarına, yazık
Yalnızlar tünemiş buraya
Şehir bile yanık.
Ev derin bir sessizliğe büründü. İki gün boyunca aralıksız uyuyabilirdim. İki gün boyunca hiç sıkılmadan ev de durabilirdim. İki günün hatırı çok büyük olurdu. İdama adımlar atan bir mahkum gibi kurtulma çareleri arardım. Ama sonuçsuz bir düşünceye kapılmak kimsenin hayrına değildir. Kalktım mutfağa yöneldim. Kapı eşiğinden bozuk musluğa bir kaç dakika bakındım.
Sorun ne?
Ne sıkıntım var olum muslukla?
Suyu içinde tutamıyor.
Şu şehrin geri kalanı
hayat kadınları,
üstünden akan
İşsizlik ve çaresizlik.
Şu şehrin geri kalanı
Tanrının içini döktüğü bir deniz,
yüzmeye çalıştığımız.
Kıyısı olmayan uçurumların,
Arkası kesilmeyen yarınların,
Ansız kanat çırpışları ölümün,
İnce ipek elbiseler içinde,
“ıslatırken bahar aylarında hüznün sevincini,
Yavaş yavaş, avuçlarıma dolar saçlarım.
Şüphesiz, boynuma uzanır kirpiklerin.
Aslında her şey…
“Unutulmuşların arasında”
Bu şaire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!