bir çiçek boyu karanfilleri aşamadığım zamanlardı
boğazı düğümlü bağcıklarıma
kaçıp saklanırdı çocukluğum
hangisinin ardından koşsam yorgunluk
hangisinin ardından baksam sonu ölüm olurdu
Seni aradım yamaçlarda
Adımlarımın gidemeyeceği yerlerde
Kaç hissetmek varsa üzerimde
Tenden söktüğüm ruhumda aradım
İlk düşmek değildi bu içimden
Bin yılı bir santim toprakta aradım
sarp ve kuytu kulaklardan geçtim
duyulmadı adım hiçbir çekmecede
bayatladı ve küflendi ismim
tat dökmedi hiçbir dilde
semih demedi bir gün bir menteşe
başımdan okunacak güne kaldı adım
Ey gönlüm!
Bilmez misin pusula kuzeyden bihaber olsa mânâsı nicedir?
Zanaatkar yönleri bilmese pusulanın hali nicedir?
Her eşya kendi sanatını bilir.
Bilmeyeni kaldırır, atarlar.
İlacı bilmeyen derdi bilebilir mi?
Badem gözlerin, sînemde kuyu
Kavuşamadığım günlerin, yoksulluğu
Sensiz geçmez gönül yorgunluğu
Gelişine bir ömür vereyim Leylâ'm
Sokağım yas tutar, ben nefessiz
El ele tutuşan gözyaşlarının rengi aynıdır
Hangi acıya boyanırsa yüz çizgileri
Döküldüğü yatağından bellidir
Gündüz, güneş ışığına aldanır çocuklar
Güneş, hicran yorganını elleriyle açar
Yeryüzünde ölüm ekilirken
beklentiler astım gönül duvarlarıma.
ayaz, kar, yağmur demeden bulutlar yuttu gözlerimi.
“seneye de giyer” diyerek boyumdan büyük giydirilen elbiselerimle,
bol bol doldurdum hüzünleri…
biz doldurdukça yok demedi,
hiç yaz mevsimi bilmedi kelimelerim.
çıkıp geliyor her ay ortasında
karanlıkça konuşuyor güneşten saklı
o yarı ay ben dolu ay
içimizde biriken uzaklıklar hiç bitmiyor
yerli yersiz konuşuyor yine yıldızlar
yokuş oluyor harfler
alıp getiriyor kelimeler uçurumları
buluttan köprüler gelip geçerken
göz göze geliyorum üşüyen hayallerle
kağıt toplayan çocukların ellerinde
kağıtlar mahçup
kara tahtama yüzünü çizerken rüzgar
e harfleriyle suluyorum çiçeklerimi
eteklerinde süzülürken dağlarım
üzerime düşüyor gözlerini anlattığım salkımlar
çölde şaşırıyor kürek çeken kayığıma serçeler
püsküllü dallar
Bu şaire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!