Karanlığın öyküsüdür bu
Şöyle başlar:
Eskimiş şarkılar akar parmaklarımızdan
Satır aralarında pusuya yatan kalplerimiz
Es’lerde kesişiverir yollar aniden
Vazgeçilmiş suretler vardır
Aseksüel sayıların üzerinde:
Fildişinden zar.
Onlarca kalyon savaşsın,
kesişme noktasında bordoların
bakışalım diye
Bir kent:
Sirk tenhalığında
Yörüngesinden sapmış dizeleriz
Üst üste binmiş kalabalık ibadethanelerin
Seccadesiz mermerlerinde alınlarımız
Çok sevilmek…
Kabusu olur gecenin
Aklına kırağılar düşürür
Zulanda ayrılığın gömleği apak
En köpek dişin didişir hayallerinle
Uzun kuyrukları ayağına dolaşır
dinmek bilmez ayazın suçu elbette
hamamlara koşulur
göbek taşında sere serpe
kelepir düşler kurar erkeklikler kadınsı
söz edilir; arasında birikilir
gel haline gitmenin
Zamanın kevgirinden süzülünce gün
başlıyor doğal elenme
hatırsız kuşlar kaçıyor
sere serpe gövdesinin ucundan saçılıyor taç yapraklar
gök kırmızıya çaldığında, semaverimden damlıyor akşam
demini almış galiba, kekik kokuyor
Yalan söylüyor ay
etrafına çizili yıldızların ışığını yok sayıp
gecenin hayali perdesinde oynuyor, oynuyor…
kılıf arıyor mesela eğreti kelimelerine
toprağa düşen her yaprağı kıskanıyor
Kırmızı kıçlı bir örümcek
kapkara ve dul
iğnen,
üç şehrin üst üste bindiği
kalbime battı.
Okuyorsun
Eski isimlerini kentlerin
Tekeri patlak otobüsünün camında
Hırpani görüntüler…
Ters gidiyor şeyler
Geçip giden
Adresiyiz uzun menzilli zarfların
Çocuksu ve gökyüzlüyüz
İzin alıp karakaşlı adamlardan,
Yemin törenlerinden
Uzun sakallı gölgeliğinde çatıp tüfeğimizi geceye
Bu şaire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!