Kâğıt… Cefakâr kâğıt…
Yine çizip acıtıyorum cildini…
Bir acayip derde düştüm,
Sana diyebilirim ancak derdimi…
Krallar ferman yazardı sana,
Hattatlar kelam…
Muska oldun pek çok zaman,
Bir meczubun koynunda…
Mushaf oldun sayfa sayfa
Baş üstünde durdun daim…
Yaldızlanıp süsledin mabetleri…
Mecnun koktun Leylâ elinde,
Leylâ’yı anlattın Kays’ın dilinde…
Kalem yırttı tenini,
Mürekkep çektin üzerine…
Aherlenip, mührelendin zaman-ı kadîmde,
Güzeli, güzelliği, sırrı taşıdın kalbinde…
Ne hattatım, ne kâtibim, ne mücellit…
Ne padişahım ne de gönlüme sözüm geçer!
Nezih, sülüs, kûfî seversin sen,
Hatt-ı garipten başkasını bilmem ben…
Buna rağmen, diyeceklerim var benim de! ..
Saçlarını sevdim O’nun ilk ben.
Ne gözlerimin suçu var bunda,
Ne kalbimin bir günahı severken…
Ketum olup saklarken sevda sırrını,
Bakışlarım ele verirdi gönlümü…
Arkasından konuşmasın diye eller,
Dahası, yüreğimde başlayan yanık izlerini
Duymasın için yâd dillerden;
Lâl olan lisan konuştu aşkı…
Temennalar gönderdi kalbim gönlüne…
Gözleri gülücüklerle, yan bakışlarla karşıladı yüreğimi ilkin…
Arka koridorlarda “aklın” soğuk siması belirdi sonra…
Üşüdü, titredi yürek bende,
Dehlizlerde yüreğini ararken…
Her kapısında akıl denen müşrik çıktı karşıma…
Ulaşamadım, kalbimi çağıran sevdâ köşküne…
Yakınında gurbeti yaşadım her saat…
Vasıl olma yolunda attığım her adım,
Hesapların derin uçurumlarında eridi…
Kalelerimin elden gitmesine yanmadım,
Ah etmedim tüm kapıları kapatmaya…
Pişmanlık duymadım paryası olmaktan…
Ümidim imanımdır artık, kâğıt!
Son durağım kapısı oldu,
Yüreğim ses vermesini bekliyor yüreğinin…
Kâğıt! Vesile ol, o kıza haber eyle:
Açmaz mı kapıyı, son mecaliyle yüreği geldi…
Kayıt Tarihi : 18.6.2007 13:26:00
© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.
TÜM YORUMLAR (1)