I
evvelinde bir güzellik cemresi düştü
o handân cemâline
yeryüzü kıskandı
sana râm oldu gökyüzü
Çamlıca'da her mevsim yangınlar
Leylâ'yı kıskandıran destândır
her gece,
yeniden yapılır aşkın tanımı
Mecnun defâlarca pişmândır
âh Çamlıca!
mürekkebi kan kırmızısı şâirler anlar seni
içinde mahrem mezar kazan aşıklar
diri bir gül kokusu; keskin akasya serinliği
ve gölgeliği söğütlerin
ufukların
ki yarama dermân dururken
tepelerin otağında şaha kalkar Fatih Sultan
İstanbul!
nergisler seyrinde boğulur
yine, yeniden;
sandallar gül toplasın iskelelerinden
yağmur göz kırpsın bulutların yamacından
ressamlar bir kenara çekilsin
acziyet düşer fırçalarından
tuvâllerde çaresizliğin adıdır İstanbul
Üsküdar
hayâllerimde tüllenen bir görücü kıskançlığı
Kız Kulesi içimde Meryemdir
tutsak sevdâ masalı / derinliklerinde
hâlâ muammâdır o acı
ve hâlâ amansız bir çığlıktır
inletir suları
-bu soylu mehtâp câzibesi-
Haydarpaşa Garı'na yaklaşan trenlerin
heyecânı yüzlerinden okunur
ve her kalkış saatinde
ruhlarına siyah bir mâtem dokunur
her seferde
rızkın sahnesi oynanır martıların gözünde
parke taşlarıyla, yıllardır
gözlerini ayırmaz üstünden Beşiktaş
o dalgalar ki bir hışımda atılırlar kıyıya
- bir hasret bu kadar mı büyük olur Allah'ım -
ya sularla nişanlı heybetli yalıların
âh! İstanbul,
ya sen benim olursun;
ya da beni alır yutarsın
sinesinde güneşler büyüten Hisarlar
heybetini bir soylu medeniyetten alır
deniz, ürkek bakıştır semâya karşı
Boğaz'a selâm dururken Süleymâniye
Galata'nın aşkından ağlar Kapalıçarşı
diyâr-ı saâdet
saâdet diyâr-ı
bir ülkenin içinde dünyâ
bir dünyânın içinde âlem
bu ülfet ancak ölümle biter
İstanbul,
Sen rüyâların başkenti...
II
bir mahşer edâsı emindir arkası ve önü
Sirkeci'den yukarı
yüksek duvarlarında hattatların el izi
ve sıra sıra kuş yuvaları
-tramvaylarda gördüğüm o kibir neydi Allah'ım-
ya yerebatan sarnıcı / ulviyet makamları
Sultanahmet, altı minâre ve Bilâl
ve Fâtih'in ağlayan yüzü
târih sayfaları kapansa da
kapanmaz gönüllerde aslâ
defter-i Ayasofya / derin bir yara
kanatlarına yel değse bir güvercinin
çekilir kuytulara
yaşlar gelir gözünden
o mâbedin en yüksek kubbesinden
görünce İstanbul'u
seyr-i sülûk içinde unutur yarasını
ve bir çırpıda siler
....................................../ kanlı yasını
kalem
eski bir muhtevâdır
künyesi kelepçelerle örtülü
kelâm
dergahlarında SU taşıyıp
şiir niyetine içen / şâirlerindir
İstanbul!
kargılı ağrılar şakaklarımda
âvâre dervişler gibiyim sokaklarında! ..
haritanın kalbinde sınırları titreten
gizli bir yol iner Tophâne'den Haliç'e
oklar atılır sur diplerinden ve toplar
her saat bir seriyye
tanyeri ferahlığında süvârî nefesleri
zırhlarında bilmem hangi devrin izzeti yatar
çıkarılsın mukaddesat levhâları
nihâyet!
baştan ayağa bir eşsiz târih bakar
Feshâne'de nakkaşlar asırlık efsâne
Haliç'te korsanlar; hükümlü forsalar
yakılmış gemiler bir baştan bir başa
musahhar kılındı
beş vakit Eyüp Sultan'da mîraç
her dem Kureyş rüzgârı
arşın kuyularından iksir-i hayat
göğünde yedi kandil yedi renkte yanar
bu kutsal sahrâda kurumaz pınarlar
yedi beyzâ, yedi maverâ kokusu
mûcizedir âciz kalır
her köşesi giryândır
her köşesi bergüzâr
dere kenarlarında efsunlu lâleler
ve patikalar kuşluk vakti
her patikada şafakla şahlanır güneşlerim
ruhumun caddelerinde İstiklâl;
küllerle savrulur
kağıtlar düşer ardı sıra
salınır Beyoğlu gün batımlarında
taşları çemberli neyin sızısıdır içimde
bir garip Neyzen hikâyesi
Itrî'den kalan son bestedir dilimde
mızrap hangi ecelle kayıtlı
'İstanbul'u dinliyorum, gözlerim kapalı'
yıkıntılar talandır torundan kalan
sebebi yokluğunda Sinan'ın
kaç zamân geçse üstünden
ayazdadır; zemheri bahar
vâris yok, mîras hâr
imar etmeye yetmiyor nice mimar
ey Şehristanbul
ey sonsuza uzanan sırlar ülkesi
ey meşrutiyeti eskimiş dârülhilâfe
bakışların ki; iklim iklim
nağme nağme / çağlar her yanında nakışlar
senden uzak kalan
bağrını bir kahır girdabına açmıştır
her ayrılık ıstıraptır karartır gözlerimi
özlerim en yakın yerinden bile seni
fermânlar çıkarılsın!
artık tasavvurumda
bir Yûsuf bir de sen varsın
İstanbul,
Sen dünyâların başkenti...
Kayıt Tarihi : 22.4.2006 00:42:00
© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.

Günün şiirini tebrik ederim.
Sevgi ve saygılarımla.
Şiirin seni 'hoşnut etmediğini' söylemişsin. Saygı duyarım. Bir şiiri herkes beğenecek diye bir şey yok. Ve 'daha etkileyici bir üslupla yazılmalı' demişsin. Yaz güzel kardeşim, daha etkilisini yaz; biz de güzel şiirler okuyalım. Sen bu kadar şey söylemişsin ben de sana bir şey söyleyeyim; 'Daha çok bilip görüp öğreneceğin şey var.'
2. yorumun için;
Cemil Meriç, 'Her târif bir tahriftir' der. Olayı kavramların dili ile konuşursak; Sosyal Bilimler'de mutlak doğru yoktur. Bir tanımlama yapılırken kişi sayısınca tanım yapılabilir. Yâni Sosyoloji'de herkesin üzerinde ittifak ettiği bir tanım olmaz, olamaz. Adı üstünde tanım yâni tanımlama yâni açıklama. Herkesin farklı bir açıklaması olacaktır. Hele ki bu târihî bir olay ise; bu daha karmaşık bir hâle bürünür.
Örnek kelimesinden misal getirmişsin. Bu konuda Dr. Yusuf Gedikli, 'örnek' kelimesinin 'örmek' fiilinin edilgen çatısı olan 'örinek' fiilinden türediğini, Ermenice'ye Türkçe'den geçtiğini söyler. Ama Alev Alatlı, 'Târih, târihçilere bırakılmayacak kadar ciddi bir iştir' der. Yâni bu kelime çok eskilere dayanıyor. Onun için Nihat Sami Banarlı yanlış mı demiş veyâ Yavuz Bülent Bakiler'in söylemi doğru mu, yerine; oradaki maksada bakmalıyız. Senin hocaların da bu konuda kesinlik arz etmiyor. Kesin delil kabul edilemez. Dediğim gibi târihî bir geçmişe dayanıyor çünkü.
Maksada bakmalıyız dedim, evet; parmak ay'ı gösterirken; ay'a bakılır parmağa değil. Ama görüyorum ki; sen parmağa bakmışsın. Orada Yavuz Bülent Bakiler'in itirâzı, bizim 1000 yıllık edebiyatımız dururken başka milletlerin kelimelerini türkçeleştirip dilimize sokma yanlışlığıdır.
Sevgilerimle
TÜM YORUMLAR (45)