Burası diyar-ı candır,
Kıymetlisine yârdır.
Yaslandığı dağ Beydağı’dır,
Göğe doğru heybetli bir kartaldır.
Bu dağ beydağı’dır,
Asi ve maviye tutkun,
Geçit vermez çıyana,
Fırtına kesilir kar ile borana,
Bu dağ buluta yoldaştır
Nazlıdır vefalı yarine
Eman yurdudur Civanmertine.
Bu dağ Beydağıdır,
Fırat’a karşı,
Bir yanın üzüm bağları, bereket harmanı
Bir yanın kavak yelleri, türkü mekânı
Doruklarda kar serinliği, rüzgâr ıslığı
Alçaklarda kayısı kokusu sarar
Ve bir turna süzülür,
Gökyüzüne doğru…
Ben buralıyım, dağın eteğinden
Kadim medeniyetin beşiğinden
Kavgam sürüyor, kavgam büyük,
Fikirlerimle dövüşüyorum
Fikirlerim dağ kadar büyük,
Savaşsın beyinlerimiz,
Görüyorum ki silahınız mermisiz,
Durmadı yürüyüşüm durmayacak,
Fikir pınarından besleniyorum,
yürüyorum minnetsiz.
Yürüyorum istasyon caddesinde işte,
işte sensiz.
Yiğitlik buranın alın yazmasıdır
Kılıç, top, tüfek sesinden korkmadı bu toprak,
İşittim ve ram oldum,
“La Tahzen İnnallahe Meana”
Şehr-i Malatya bilir bu ne mânâ,
Bin yıllardan bu yana,
Dar-ül Rıfat şehri, mutluluktur insana.
Gel de sor şimdi, nereden başlayalım?
Ne bir destandır yalnızca, ne bir masal
Her dağında, her taşında,
Benim halkımın sesi var.
Her adımında, cadde başında
Verdiğim kavga tarihin sayfasında.
Burası Beydağıdır
Nemruda karşı
Komegana kralı tutsak
Bir yanı Mezopotamya ufku
Hititden kalma, tohma hırçın
Şiro çayı bulanık akar
Beyaz atlı süvarim,
Bin atlıyla şaha kalkar.
Bu şehir eski,
Bu şehir asil,
Nice meclisler gördüm,
Hacı dedemden kalma köy odasından,
Nice sırlar saklıdır o taş duvarından,
Yürüdüğüm her kaldırımdan
İzim kaldı, silinmez, Beydağı’nın burcundan,
Dönülmez bir yolculuğun ufkunda,
Göçtü kervan, ne şehir o eski şehir,
Ne tarih, ne mekan.
Bu şehir yıkık,
Bu şehir kırık,
Anılarımı ince bir ipliğe diziyorum ,
Rüzgârın fısıltısıyla düşen bir yaprak gibi.
Bu şehir ki taş kalbine bir ateş yonttu,
Sözlerimin kanadı kırık,
Ama hâlâ göğe dair bir hayali var.
Dizginlenmiş yıldızların ipini çözüyorum,
Üzerine basa basa yürüyen zifiri karanlığın.
Çığlıklar bir kartalın pençesinden süzülüyor,
Ve gözlerimdeki boşluk bir fener yakıyor.
Beyaz ve kırmızı atlar yürüsün, ağır ve unutulmaz;
Karanlık nehirlerin içinde yiten gölgeler gibi.
Ama senden uzakta avucumda,
Uçsuz bucaksız bir gökyüzü var hâlâ.
Gömdüler şimdi aşkımızın narına,
paslı çivilerle işlenmiş ağıtları.
Kirli bir toprakta çatlıyor artık kalbimizin çelimsiz fideleri.
Kundaktaki çocukların çığlıklarını bırakıp köşe başlarına,
Bir sabahın serin alnında,
Dudaklarımda öfkenin çatlak bir türküsü,
Avuçlarımda kırılmış zincirlerin soğuk iziyle,
Bu şehri harabeye çevirirsem,
bana asi, bana katil diyecekler, biliyorum.
Ama bilsinler,
Her enkazın altında bir bahar saklıdır,
Ve her yıkıntıda göğe açılmış bir pencere…
Yine de susmasın hiçbir dudak,
Çünkü sessizliği bile bıçak gibi bilenir bu dağ.
Bu dağ asi,
Bu dağın üstü mavi,
Tutkunum ben sana,
Vurgunum burcuna,
Tarihine ve her mekanına…
(E.B/Kasım2024)
Kayıt Tarihi : 11.11.2024 14:03:00
© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.
şehirlerin de ruhları vardır. Eskilerin, “Şerefü`l-mekân bi`l-mekîn” sözü meşhurdur. Bu sözün manası; bir makamın şerefi, orada oturandan gelir, yani bir makamı dolduran. Şehrin insanlarına yazılmışmış bir şiirdir. şehir, tarih, mekan ve insan...Malatya...
Bu şiire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!