‘’Toplum kendi haline bırakılsa uzlaşır’’ diyen zırvalar
Tarikatın çulu çaputudur Anayasa diyerek o sanrılananlar
Türban, tesettür tarifi demek oyalamaktır diye tanımlanırlar…
Şehitler lanetliyor o adını, ben anlamaya çalışıyorum acılar içinde bunu: bir ideoloji olarak dışarıdan kokuşmuş haliyle Tarikat, dış gücün sokuşma alanıdır, çulu çaputu da, ister kir kaşıyan kese, ister para kesesi anlaşılsın, doldurmaya yılışma ilanıdır. Puta tapıcılık devrinden beri hep aynıdır bu şirretlik, hep can sıkıntısına değişiklik içinliğini bürünür: Göbek altı vur, göbek üstü kirlet!
Bırakın bunların başkasını anlaması, daha da yabancılaşmaya (yabaniliğie) coşmuş kaba ve pörsük inatlıkla kendilerini dahi anlamış değiller, işi gücü anlamak, anlayış değil ki. Bir aydının kullandığı terimleri, örneğin uzlaşma’yı, sadece kelime olarak kullandığını kaba gücünü yumuşak gösteriyor halinin keyfiyetindeki bu arsızlığı, toplum baş etsin bu sapıklıkla diyerek üzerine kışkırtılamaz. Bunun insanlıkla ilgisi veya ilişkisi nedir acaba? Her neyse…Toplumun hukuku var! Ve konuya dönerek düşünüyorum:
‘’Göbek altı vur’’ ne anlatabilir diye: Seksüel ihtiyacını ister üremeye, ister keyfiyete kullanıyor olsun, rahatsız olmadan alışık ol buna! demektir bu sanıyorum. Ehh, bu köleliğe razı olana ne diyebilir artık hukuk? Psikolog, psikiyatr, toplum bilim vs. ıslah evine hazırlayabilir ancak…
Buna şu örnek de geliyor aklıma: Almanya 1930’larda Yahudi işgaline uğramıştı. Avusturya’da Yahudi felsefeci ‘Freud’ için hastane verilmişti hizmetine, alkış, servet popülerliğince. Tek başardığı çalışma ise sonunda sadece ‘çocuk seksüelliği’ araştırması olmuştu ve bugün armağan kalan ‘çocuk porno’sunun legalleşmiş bu hali o emekti. İşte o şamata anına paralel olarak Hitler Almanya’ya geliyor, Avusturyalıdır o ve hikaye biliniyor herkesçe ve bilinecek insanlık yaşadıkça da…
‘’Göbek üstü kirlet’’ ne anlatır: Beyin var göbek üstü organ olarak ve yürek. Akıl ile yürek arasında köprü duruyor ruh. Aklını kirlet, yüreğini sineğe benzet, çaylak et… Gözü açılmadan daha her şeyi açılır, kullanılır, gözü açılınca çaylağın, çoktan soyulmuş olur, ruhsuz bir deri ve kemik vs. Ehh, buna da hangi hukuk artık sabır der bekler, şaşarım…
Bu vahşet hürriyetine, gücü yeten yetene hükümdarlığı, sadece bir ülkenin toprağındaki yer altı kaynağını soymak için mi göz yumuluyor? Rüşvet yıllarca usul usul, alıştırılarak sokuşuyor. Buna anlayış kimde kalmış daha acaba? Afrika’da mı? Filistin’de mi? Balkanlar da mı? İnsan mı şeytan, şeytan mı insan sorusu ile Türban mı vahşet, vahşet mi Tarikat sorusu arasındaki nakaratlarla dön…
Kim dönüyor? Düşünen ve hukuk ile yaşam kuranlar.
Kim yaratıyor dönüşleri? Soygunculuğa hukuksuzluk sokuşanlar.
Hukukumu kullanamayacak, öldürüleceksem eğer, savunma olanağımı kullanmalıyım: yani, ya hukuk var işlemiyor. Ya hukuk var işlemesin diye engelleniyor. Her ikisi de ‘hukuk yok, kendi başının çaresine bak’ durumuna terk edilmiştir toplum. Ya hukuk yok demeye gerek var mı? O zaman zaten çatışırım, savaşırım, ister bilgiyle, ister yüreğimin kılıcıyla, ama uzlaşayım diye canımı almalarını beklemeye sefilleşemem.
Anayasa değişmeliymiş çul çaput ile, kerhane işleten vatan olacakmış, varsın öyle de desinmiş, kapatılamazmış, asker durmalıymış yerinde, toplum kendi haline bırakılsaymış, uzlaşırmış… Hükümet sapıklığına hizmet eden askerle, toplumun yaşam garantisi nedir acaba? Hükümet sapıksa, asker de, memurluk da, asayiş de sapık olsun, toplumun sıçın çarkına ve bir gün belki çarkına sıçılan toplumu koruyacak halk hükümet olmayı başarırsa sıçar ötekinin mıhına nalına…vs.vs.
Tek Tanrıcılığın ilanıyla ilk kitap Zebur zaten anlatıyor şeytan ve zina’ya ihtarı. Şöyle varsayalım yılları (gerçeği tarih kitapları, ansiklopedi ve/ya sözlüklerden özel bir çalışma ile sağlanabilir) : 1200’lü yıllarda diye felsefe sözlüğüne işlenen terimdir böylece zina ve şeytan. 1400’lü yıllarda fitne-fesat, 1600’lü yıllarda kapatma (orospuluk) , 1800’lü yıllarda harem-kerhane anlatılıyor. Sanıyorum, 2000’li yıllar hazinesi olarak da çocuk pornosu geçecek felsefe sözlüğüne. Bir sözlük eder mi bu terimler? Yahudi armağanları bunlar.
Bunlar yapılacak, bunu yaptın demeyecek ama kimse. Yani, bedenimde bu var, senin de var, Allah görülmeyen, para da elimizdeki pazarlığımız olsun diyecek, ben de evet demezsem buna, diyalog diyeceğiz adına, ben mezara sen evimin sahipliğine rütbelenecek ve sonra da başkası soracak, niye öldürdün diye, öyle mi?
‘Velev ki siyasal simge’ diye zaten pervasızca meydan okuyor, ‘’bu, alın çatının sokak ortasına nakışlanmalı’’ ve ben de diyorum ki, adım Yüce Türk Milletidir, ‘’yüreğimde yaşam sorumluluğuna aşk topladım’’. Çatışmaksa çatışacak, savaşmaksa savaşacağım.
‘’Statükocu güçler dönüşümü anlamıyor’’ diyorlar. Dışa açılmak demek, büyük Dahi Atatürk’ün imzaladığı demokrasi, dünya ülkelerinin kabulü ile kutlandı, hukukla huzur ve refah yaşandı toplumlarda. Yoksa, hukuksuzluğu yaratmak yenilik değildir, kişi keyfiyeti hukuktur demek ile yaşamayı becer demek midir? Yoksa, dışa açılmak diye söyledikleri ‘Vahşetin içinde vahşet ol ve yaşa! ’ Bu teklifi kabul etmeyen geberir elimizde! uygulayışları mıdır?
Emniyetsizliği armağan ederek cebini dolduran hükümeti alkışlamak, zaten Yahudiliği kabullenmek değil mi? Pardon, ben daha iyi Yahudi’yim diyorlar belki de…
Sormazlar mı ki buna, Yahudiliğin anasıyım ben diyorsun böyle diye. Yani, erkeği yosmalığa rütbeli soylular mı demeli şimdi? Ana ne oluyor acaba, bu hal varlığı ile?
Bana galiba, o olduklarıyla selamlamak düşer, o istedikleri gibi ve uzlaşma dilleriyle ve de hayrına ve de hakkına: Çarşaflıya rastlarsam Türk vatandaşı olarak ‘’hamam böceği’’ demekle selam vermiş olacağım ve açıklamasını da sunarım elbette istek üzere: En son olarak Osmanlı yıkılırken çıkarttılar bu görüntüyü alışıklık sokuşmaya, dönem dönem tekrarlandı sonraları da yine, saldırıya hır çıkardıkça ve saldırıyı denemeye geçiş için önce çarşafın altına savaşçıları sokup, girdiler hamamlara, oluk oluk kan akıttılar kadın, çocuk katliamı ile = toplu katliam. Bu tekerrürlere hangi insanlık haz adı verebiliyormuş, şaşarım…
Ve ‘şehit kanı kurutturmayanlar’ diyeceğim selam olarak tesettürlü, türbanlıya rastlarsam bu vatanımda: Bu vatanımda veya vatandaş diyorum, çünkü bu vatanımda beş bin yıl boyunca ‘insanlığı uygarlığa taşıyan yücelik’ tanımıyla Yüce Türk Milleti barınıyor ve Yüce Türk Milletinin efendisidir köylü, doğa sağlığına kayıtsız şartsız aşk olarak. Bu yücelik, bu efendilik yeter hanımefendiliğe de onur, beyefendiliğe de, deriz yüreklilikle.
Tıp, hukuk, mimar, korunmuş mesleklerdir
Her ülke korumaya mecbur
Her ülkeyi korumaya mecburiyettir
Evren, bu koruma yaşamıdır
Globallik zırvalık değil, bilinendir, ki
Yüce Türk milleti vatandaşlık bilincine
Ödevini de, görevini de
Ne unutmayı, ne unutturulmasını sevmiyor…
6 Ağustos 2008
Sevinç KavukKayıt Tarihi : 6.8.2008 20:03:00
![Yıldız](/Content/img/y_0.png)
![Yıldız](/Content/img/y_0.png)
![Yıldız](/Content/img/y_0.png)
![Yıldız](/Content/img/y_0.png)
![Yıldız](/Content/img/y_0.png)
© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.
![Sevinç Kavuk](https://www.antoloji.com/i/siir/2008/08/06/sehitler-lanetliyor-o-adini.jpg)
Bu şiire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!