Buca Cezaevi koğuşunda Halil Esendağ ve Selçuk Duracık'la beraber yirmi iki tane Ülkücü genç vardı.Ceplerindeki para bir kefen almaya bile yetmiyordu. Ceza evi terzisi geldi“Bu gece Halil Esendağ ile Selçuk Duracık’ı asacaklar haberiniz olsun!” dedi. Koğuş önce büyük bir sessizliğe gömüldü.Tüm koğuş toplandı.Ellerde Kuran, gönüllerde iman Allah'a dua ettiler.
Bir ses duyuldu dışarıdan, “Allahu Ekber,Allahu Ekber.''
Eğer Halil Esendağ ile Selçuk Duracık Tekbirle yürüyorlardı darağacına doğru.Kur’an-ı Kerim okudu ikisi de, helallik istediler arkadaşlarından, tekbirler getirdiler. Sonra Selçuk’a döndü Halil: “Önce seni assınlar Selçuk, sen bana dayanamazsın!” dedi. Önce Selçuk yürüdü yağlı urgan’a: mertcesine, yiğitcesine,başı dik olarak.Sonra tabureye çıktı, yağlı urganı geçirdiler boynuna. Arkasına döndü, helallik istedi celladından. Sonra cellatlar bir tekme vurdu altındaki tabureye. Sallanıyordu Selçuk, ölürken dirilircesine.
Sallandı, sallandı;yüzü kıbleye dönünce durdu. Herkes şaşkın!Tesadüf diyenler çoğunlukta.
Sonra Halil Esendağ geldi,dilinde “Allah-u Ekber” sesleri,vakur adımlarla çıktı tabureye.Yağlı urganı geçirdiler boynuna.Celladına döndü, o da helallik istedi. Sonra Kelime-i şehadet getirdi. Cellat bir tekme vurdu tabureye.Sallanıyordu Halil de,sanki Peygamberi görüyor gibiydi yüzündeki tebessüm. Sallandı, sallandı; kıble’ye yüzü dönünce durup hareketsiz kaldı.
Selçuk gibi kıbleye doğru durmuştu cansız bedeni.
İnfaz timi şaşkın haldeydi.“Nasıl olur bu diye!”bir birlerine soruyorlardı.İçlerinden birisi çıkıp bir adım ileri atılarak, işaret parmağını havaya kaldırdı ve avazı çıktığı kadar bağırdı. “Vallahi bunlar ŞEHİT, vallahi bunlar ŞEHİT!”
O masal dağında ünleyen gazal
Güz ve hasret yüklü akşam bulutu
Güz ve güneş yüklü saman kağnısı
Babamdan duyduğum o mahzun gazel
Ahengiyle dalgalandığım harman
Bu şiir ile ilgili 0 tane yorum bulunmakta