Seher Duman - Nurdan Ünsal söyleşisi

Seher Duman
19

ŞİİR


2

TAKİPÇİ

Seher Duman - Nurdan Ünsal söyleşisi

SEHER DUMAN:
İnsanın yarattığı en güzel çığlık olan şiire dair çıkarmış olduğun kitabından dolayı seni kutluyorum. Hayırlı olsun diyorum. Bunu bir kadın olarak gerçekleştirdiğin için ayrıca gurur duyuyorum. 14 yaşındaki kız çocuklarının başından eşarbı kaydığı için ağabeyi ve arkadaşları tarafından hunharca öldürüldüğü barbarlıklarla iç içe yaşadığımız dünyada, bir kadının şiir kitabı çıkarması önemli bir olaydır. Aslında ilk soru bu değildi ama spontane bir değişiklik yapalım ve sana bunu sorayım: Kadın ve şiir nasıl bir ikilidir?

NURDAN ÜNSAL:
Önce sana teşekkür ederim Sehercim, bana kendimi anlatmaya başlamak istediğim yerden soru sorduğun için. Şiirin kadına daha bir yaraştığını düşünmüşümdür hep. Yazın geçmişimize bakıldığında hep erkek şairlerin ön planda olduğunu ve genellikle kadına güzellemeler yazıldığını, fiziksel özelliklerinin ön plana çıkarıldığını, kadına dair aşk şiirlerinin yazıldığını, bir obje olarak kullanıldığını görürüz. Oysa kadının da duyguları, duygulanımları vardır. Bunun yanında kadının yüz yıllarca engellendiğini, bırakın şiir yazmayı okumaktan yazmaktan bile men edildiğini biliyoruz. Örneğin bundan 120 yıl önce yaşamış Amerikalı kadın şair Emily Dickinson bile yazdığı şiirleri pirinç çuvalının, mutfakta tencere tavanın, erzakların içine saklar gizli gizli yazarmış. Osmanlı sarayında Mihri Hatun erkek mahlasıyla ancak şiirlerini ortaya çıkarabilmiş.

Şiir bir çığlıksa bu çığlık kadın da çıkabilir bir erkekten de. Ancak beslendiğimiz olgular, olaylar farklılık gösterir. Ben o çok bilinen BENİ Mİ SEVİYORSUN şiirimi bireysel bir duyguyla yazmıştım fakat evrensel boyutta bir soruna parmak bastığından olmalı, kadın erkek herkes tarafından çok beğenilip tutulmuştur. Ben o şiirime ilkel metin diyorum çünkü Türkiye'li bir kadın da okuyup kendini bulabilir, Almanya'lı, Kenya'lı bir kadın da. Bu çağda da geçebiliyor olabilir öykü bundan yüz yıllar öncesinde de. Yani zamansız ve mekansız bir metin bu. Buradan şuna gelmek istiyorum biz kadınlar birbirimize baktığımızda burnumuzun direği sızlar; anlarız çocukluğumuzun, genç kızlığımızın, analığımızın nasıl acılarla geçtiğini. Bir saç telinden cehenneme uzayan bir yol çizildiği gibi, zülfünün uğruna ölünebilen bir kadın portresi de çizilebiliyor.

KADINSAN şiirimde de demişim ki:

Ağlamayı öğreneceksin çareler tükendiğinde
Yırtınıp dizlerini döverek, başını taşlara vurarak
Burnunu çekip için için de...
Elin kolun bağlandığında, tuz bassalar yarana
Sessiz çığlıklar atmayı, bağırmayı isyanı da
Öğreneceksin kadınsan..
S.D
Bize Nurdan Ünsal’ı anlatır mısın? Kimin kızıdır? Kimdir? Ne yer ne içer?
N.Ü
1958 Aydın doğumluyum, aslen İzmir'li olmakla birlikte 20 yıldır Ankara'da yaşıyorum. Sınıf öğretmenliğinden İlköğretim müfettişliğine uzanan 28 yıllık meslek hayatım oldu. Bu arada 1981'de Edebiyat Fakültesi son sınıftan evlendiğim için ayrılmak zorunda kaldım.Daha sonra hem öğretmenlik, hem annelik, hem de öğrencilik yaparak Gazi Üniversitesi Eğitim Fakültesi, Eğitim Bilimleri Bölümünü bitirip üniversite eğitimimi tamamlayabildim. Doğudan batıya bir çok il ve ilçede görev yaptım. En son MEB dan tasarımcı ve yazar olarak eğitim programcılığı görevinden emekli oldum.TRT4 de İletişim-Rehberlik, Okuma-Yazma, Halk Eğitim, Öğretmenler İçin TV programları hazırladım.

Fotoroman ve yerli sinema kültüründen, Teksas, Tommiks okumalarından, mahalle ortamından, komşu ilişkilerinden, anneanne masallarından, sobalı evlerden, ispanyol paça pantolon-mini etek furyasından, hippi asiliklerinden, Barış Manço, Cem Karaca, Selda, Zeki Müren şarkılarından geçip gelip İzmir Fuarı açılışları, bayram sabahları, ramazanda iftar-sahur telaşları, hıdırellez sevinçleri, 19 mayıslarda şort-etek kavgaları, plajda yanmalar, kaçamak pastane buluşmaları, Türkan Şoray'a benzeyip Al Yazmalı mı, yoksa Müjde Ar gibi sevgili mi olmalı kararsızlıkları, basma elbiseler, çeyiz işlemeler, dikiş- nakış öğrenmeler, doğum günlerinde kız kıza dans etmelerden geçip geldik, yaşıtlarımız gibi..

Sonraları öğretmenliğin verdiği, düzen ve disiplin anlayışı, çocuk sevgisi, öğretme eğitme aşkı, bitmek bilmeyen öğrenme hevesiyle mesleki kimliğim oluştu. Evlilik ve genç yaşta anne olma sorumluluklarıyla şekillenen kadınlık kimliğim...

Hayata karşı duruşumun şekillenmesi 2000'li yıllara denkgelir. Tekrar kalemi alıp şiir yazmaya başlamam da..
S.D
İlk okumaların, yazmaların, şiire ilgin ne zamana dayanır?

NÜ Okul kütüphanesinde okumadığım kitap kalmamıştı. Daha ilkokul 3. sınıfta başlamıştım şiir yazmaya.

Benim yurdum Anadolu / Her yerinde nur yüzlü ana dolu..gibi sözcüklerle oynamayı severdim.

Sonra öğretmen okulunda çok değerli edebiyat hocalarımız sayesinde şiire ve öyküye ilgim gittikçe arttı.O yıllarda şiir yarışmaları, okul gazeteleri, hatıra defterleri bizim yayın araçlarımızdı. Fakültede Osmanlıca metinleri ve şiirleri çevirirken ve okurken aruza ve sesin şiirdeki ahengine kapıldım.Önce taklitler derken kendi özgün şiirlerimi yazmaya başladım.

Etkilendiklerim Sait Faik ve Sabahattin Ali öyküleri, Fuzuli, Nedim, Mevlana, Karacaoğlan, Orhan Veli ve daha sonraları Attila İlhan, Nazım Hikmet şiirleridir. 80 li yıllarda Selim İleri, Firuzan, Vedat Türkali ve bolca Yaşar Kemal, Orhan Kemal roman ve öyküleri, Rus Klasikleri, Fransız şiirleri okurdum.
12-13 yaşlarımdayken elime geçmiş bir antolojiden Ahmet Arif'i, Nazım Hikmet'i, Attila İlhan'ı, Hasan Hüseyin'i, Cemal Süreya'yı ilk okuduğumda işte şiir bu olmalı diye düşündüğümü, imrendiğimi, hecesiz, kafiyesiz de şiir yazılabileceğini şaşkınlıkla gördüğümü anımsarım. Elbette eski şiiri bilmek heceyi, aruzu öğrenmiş ve denemiş olmak şiirime çok şey katmıştır, bu alt yapıda yetiştiğim için de çok memnunum, nereden gelinip nereye gidildiğinin ayrımındayım en azından.
S.D
Şiir senin için ne ifade ediyor? Hayatının neresinde şiir?

N.Ü
Yazma eyleminin en güzeli şiirdir bence.Hepimizin, yazacak bir şeyleri vardır elbette. Ama hangi türde yazmalı, nasıl yazmalı? Yaşadığımız acılar vardır, gidenlerin ardından çektiğimiz ızdıraplar, kayıplarımız, hüzünlerimiz ya da seviçlerimiz, coşkularımız, başarılarımız vardır anlatılmayı bekleyen.

Bunlar bir roman veya öykü olsa anlatılanların yavan ve sıradan olmasından korkarız bazen. Hem sonra yazılanlardan kim ne anlamış, ne ders çıkarmış ki yaşamadan, görmeden illa?

Olay çok küçüktür ve sıradandır aslında, fakat içimizdeki yankılanması öyle büyüktür ki. Anlatmaya kalktığınızda dümdüz yazdığınızda, pırlantalar kömür, yıldızlar sönük, yakamozlar pırıltısız olur. Kızım 2002 yılında getirip bana bir defter verdi ve ''yaz anne, yaz ki zehirin aksın, bana bir şeyler kalsın'' dediğinde oturup düşündüm bir iki satır karaladım. Baktım kendimi gizliyorum, kaçacak delik arıyorum, simgelere imgelere sığınıyorum. Sonunda kendimi en iyi ifade yolunun şiir olması gerektiğine karar verdim.

İşte benim şiirlerim de böyle yazılmaya başlandı. Yankılanmalarımın günlüğü... İncinmelerimin, sevinçlerimin, sızlanmalarımın, yorumladıklarımın, nedenlerimin, isteklerimin günlüğü...Kendi söylencem, kendi kutsal tarihim böylece başlamış oldu ve şiire tutundum bir çoğumuzun yaptığı gibi.

Novalis, aşk dilsizdir, der, ancak şiir konuşturur onu! Aşk kendini dile getirmekte, anlatmakta güçsüzdür, gene de bağırmak, haykırmak, her yana kendini yazmak ister. Figaro`nun Düğünü`nde bir şarkıdaki gibi: Suya, gölgeye, dağlara, havaya, yellere, yankıya yazmak istersiniz. Evet, yankıya...Hatta kör kuyulara seslenmek belki, Midas`ın Kulakları`ndaki gibi...

Fakat yazma eylemi, yaratım olayı, çıkmazlar, tuzaklar, kavgalar, tartışmalarla doludur. Dil söyler ama şiire yerleştirmek ne zordur.

Bir İstanbul gecesinde körfezde nefis bir hava
Uzun süre oturdum masa başında
Hiç bir şey yapamadan... dersiniz başlangıç olarak.Ya da:

Bir İstanbul gecesinde nefis bir hava
Kımıldamadan oturdum
Burada olmayanı düşündüm... dersiniz.

İşte şiirsel olanı yakalamanın ve yazıya yerleştirmenin güzelliği buradadır. Hem hiç bir şey söylemek istemezsiniz, hem her şeyi söylemek istersiniz, hem de gereğinden fazlasını söylemek istemezsiniz. Denk getirmek ne zordur. Şiir, bir anda bayağı ve basit bir anlatımla, olağanüstü bir haiku arasında gider gelir.
Hem imgelikten vazgeçemezsiniz, hem gerçeklikten. Hem içtenlikten, hem de bayağılıktan, bilindikten korkarsınız. Şiir yazmak, dili gereğinden fazla kullanmadan, fazla coşku seline kapılmadan, ben`i (egoyu) ön plana çıkarmadan yazma şaşkınlığıyla boğuşmak gibidir. O evrensel dilin sesiyle sarhoş olur, cennetsi dille, Adem`in diliyle, Havva`nın diliyle, duyumsal dille hatta bütün ruhların diliyle haşır neşir oluruz. İmge de doğanın dilinden başka bir şey olamaz bu durumda.

Öteki için yazmadığını bilmek! Yazılan şeylerin hiç bir zaman sevdiğine daha çok sevdirmeyeceğini, hiç bir şeyi yüceltmeyeceğini, hiç bir şeyi düzeltmeyeceğini bilerek yazıya başlamak... İşte şiirin ve yazının başlangıcı budur belki de.

''Benim Aşkım'' şiirimde dediğim gibi:

''Sen sen diye yazdıklarım sen değilsin
Yanlış anlama...
Ağlamalarım sana değil
Sen üstüne alınma...
Ben seni yazmakla
Seni yazıyor değilim
Senmişsin gibi algılama...
Sen demelerim lafın gelişi
Sen sen olmaktan çıktın çoktan
Ben'im bu aşk artık anla...''
Ama, ``mutlu aşk yoktur`` diyen şair Neruda`nın dediği gibi:
'Ne çok gözyaşı ah!
Bir şarkının sözüne, tek bir an`a
O bir tek kelimeye...''

O bir tek kelime için geceleri uykumuz kaçar, çırpınır durur, acı çekeriz. İnsan aslında acı çekmeye hevesilidir, gönüllüdür de. Okuyan açısından şiir, uzun bir denklik zinciri gibidir. Bu zincir bütün aşıkları birbirine bağlar. Mevlana gibi, Mecnun gibi, Ferhat gibi öznelerin yerine koyarız kendimizi. Edebiyatta ve ruh biliminde ``yansıtma`` deriz bunun adına. Okurun kendini kahramanın yerine koyması gibi şiirde de aşık adam ya da kadın imgesine yapışırız. Onlarla hüzünlenir, kapanır, uzaklaşır, haz duyarız. Sevilmeden sevilende kendimizi, kendi mutsuzluğumuzun yansımasını görürüz.

Yazmaksa, insana gereksindiği duyguları verir. Güzelliği, görkemi, iyimserliği, ışığı, coşkuyu, erdemli olmayı ve sevmeyi öğretir. Kısacası başımız göğe erer!

``Geceydi, yıldızlar ışıl ışıldı`` demekle ne çok şey anlatırsınız. O ne güzel bir an`dır, anıdır. Geçmiş gitmiş, geçmişte kalmıştır...Ama yaşar halen şiirde...

S.D
Şiirlerini ne kadar sürede; belli mekan ve saatlerde mi yazarsın? Şiiri yazma aşamandan söz eder misin bize?

N.Ü
Genellikle el ayak çekilmiş, sessizliğin hüküm sürdüğü gecenin sabaha döndüğü saatlerde kendimle başbaşa kalırım. Kurşun kalem ve kağıtla yazma alışkanlığım sürer halen. Sonra klavyeye geçer ekranda durduğuna bakarım. Gece yazıp sabah baktığımda tanıyamadığım duygular, sözcüklerle karşılaştığım da olur bazen. Ama mutlaka demlenmeye bırakır 3-5 gün hiç dokunmam, bakmam. Duygu yoğunluğum normale döndükten sonra yeniden şiiri okur ve düzeltirim. Minik minik şiirleri yazar biriktiririm bazen bunlar bir dize olur bazen uzunca bir şiir. ''Üçüncü Tin'' böyle birkaç yılda oluşan kırpık şiirlerdir.

S.D
Kendini şiirin neresinde görüyorsun? Yani hangi türde yazdığını düşünüyorsun?


Henüz kendimi kazımakta, kendimi tanımakta, içsel ve yazınsal anlamda kendimle yüzleşmekteyim. Şiirde bireyselliği yok sayamayız, her şair önce kendinden yola çıkmıştır. Ben de yeni yeni kendimi ayıklamaya, sağaltmaya, arıTmaya başladım ve bu dönüşümden çok memnunum. Serbest şiiri seviyorum. Dize ve sözcük serbestisini, kendi içindeki ritmi yakalamayı seviyorum. Özlenen şiire varmak her şairin hayalidir, elbette bu özlenen bireyin tanımından geçecektir. Popülerlik beni ürkütse de popüler olmadan klasik olunamayacağı doğrudur. ''Beni mi Seviyorsun'' gerçekte benim öyküm ve benim şiirimdir. Herkesin bir öyküsü vardır ama herkesin bir şiiri yoktur bence.

Bu arada ''Beni mi Seviyorsun'' şiirimin Zerrin Özer ve Sabiha Akdemir tarafından EMANET isimli albümde yorumlanması beni çok sevindirdi. Zaten çok sevilen, paylaşılan, internet ortamında elden ele dolaşan bu şiirimin bir de albümde okunması popülerliğini daha da artırdı. Ancak bu tür kullanımlarda izin ve telif sorunu karşımıza çıkıyor. Bu sorunların en kısa zamanda çözülmesi dileğimdir.

S.D
Şiire yaşamın insana yansımasının sonucu olarak baktığımızda, kadın ve erkek şiiri çok mu farklıdır? Şairin en büyük derdinin “nasıl” sorusu olduğundan hareketle; kadın ve erkek şiiri çok mu farklıdır sence. Ya da fark var mıdır? Bir şiire bakıldığında hangi cinsin yazdığını anlamak mümkün müdür?

N.Ü
Kadın erkek şiiri içerik ve duyguda ayrılır. Gerçek şu ki çekilen acılar, ortak duygular varsa da bunun cinsler bazında yansıması çok çok farklıdır öncelikle. Bir de erkek ve kadın şairlerin beslendiği olgular, etkilendiği olaylar, maruz kalınan, diretilen yaşam acıları farklıdır. Böyle olunca da şair kimliği cins kimliğine bürünmek zorundadır diye düşünüyorum.
Ben yaşanan bunca şeyden geriye bir şey şey kalsın diye yazdım. Hayatın türlü pisliğini süpürüp altındaki şiiri ortaya çıkarmaya çalıştım.

S.D
Şiirin evrenselliği konusunda biraz konuşmak istiyorum: Sanat evrenseldir! Her türünü, yazıldığı veya üretildiği dilden bir başka dile rahatlıkla çevirebilir ve anlayabiliriz. Görsellerin zaten dili evrenseldir. Çünkü görmenin dili yoktur. Ama hal böyle iken ben, hep şiirin ne kadarının evrensel olabildiğini düşünmüşümdür. Çünkü bildiğimiz gibi şiirin yazıldığı dile dair taşıdığı özel durumlar vardır. Ahenk dediğimiz ses uyumları, ses ve anlam bütünlüğünün sonucu olan sözcüklerin içerdiği anlama dair söyleniş biçimleri vardır. Başat anlamlarının dışında kullanılarak soyutlanmaları veya başat anlamlarında kullanılarak somutlanmaları gibi… Peki Türkçe yazılmış bir şiiri tüm bu içerdiği özelliklerle başka bir dile nasıl çeviririz? Buna tam tersten de bakabiliriz. İbranice bir şiir Türkçeye çevrildiğinde acaba özünden geriye ne kalır? Çevirdiğimiz şiir ilk yazılan şiir midir? Yoksa başka dillere yani bir şiir olarak mı, tema olarak mı geçmektedir? Kendi diline bile çevrilemeyeceği söylenen şiir başka bir dile çevrildiğinde ortaya çıkan sonuç nasıl bir çalışmadır?

N.Ü
Tercüme şiir gerçekten çok iyi tercüme edilse bile yazıldığı dildeki tadı vermiyor bence. Yine de imge yapısı, sözcük seçimi ve duygusu sezilebiliyor. Başka dilde karşılığı olmayan sözcükler var örneğin, muhabbet gibi, şefkat gibi sözcüklerin İngilizcede karşılığının olmadını bilirim. Tüm bu zorluklara karşın yine de anlamak isterim Meksikalı bir şairin ne yazdığını, nasıl yazdığını. Bu durumda evrensel boyutun ancak duygulanımda yakalanabileceğini sanıyorum.

S.D
Emperyalizmin terlemeden yapmakta olduğu; yerel kültürün asimile edilerek kendi kültürünü dayatma arsızlığı hakkında ne düşünüyorsun? Bunun diğer adı “küreselleşme” biliyorsun. Hepimizin bildiği gibi bir halkı oluşturan, bir arada tutan en önemli öğe dil ve kültürdür. Eğer o halkı buradan vurursanız, işiniz çok daha kolaylaşacaktır. Emperyalizm bunu ilk andan beri biliyordu ve hamlelerinin sonuçlarını almaya başladı. Sınırlar o derece geçirgen ki, artık tüm dünya aynı şeyi yiyor, aynı şeyi dinliyor, aynı şeyi kullanıyor. İnsanların beğenilerini ve kültürlerini birbirine yaklaştırarak pazar alanlarını rahatlattılar. Şimdi işleri çok daha kolay. Belki on yıl sonra türk şairler İngilizce şiirler yazmaya başlayacak.

Diğer yanda şöyle de bir durum var: Bu değişime, birbirine geçmeye, dünyadaki diğer kültürlere tamamen kapalı olursak; etkileşim ve üretkenlik bağlamında kuraklık çekebilir miyiz? Çünkü kültürlerin zenginliğinden yararlanmak, kültür alış verişi sanatçı için son derece besleyici bir durumdur. Sırf tepki olsun diye, algılarımızı dışarıdan gelen etkilere kapatırsak ki, bunun ne derece mümkün olabileceği ayrıca tartışılabilir; nasıl bir sonuç ortaya çıkacağını düşünüyorsun? Bu yaman çelişki hakkında neler söyleyeceksin?

N.Ü
Şair elbette diğer insanlar gibi üretim ilişkilerinden, toplumun kültürel yapısından etkilenecektir. Ya karşı durmayla ya benimsemeyle ya da sinmeyle kendini ifade edecektir, şimdiye dek yapılageldiği gibi. Küreselleşmenin körüklenen tüketim, reklam bombardımanı, aynı müziği dinleme, aynı giysileri giyme, gittikçe duyguda algıda tek tip, direnci kırılmış, başkaldırısız insan yaratmaya doğru gittiğinin farkındayım. Şairimiz bu noktada hiç bir şey yokmuş gibi rahatlık içinde yazamaz. Şairin eyleme geçirten, dürtükleyen, dönüştüren bir görevi olmalı. Yerellikten, bireysellikten asla vazgeçmeden fakat olanı biteni de görmezden gelmeden kaleme sarılmalı şair. Bu bağlamda Afrika'da bir kadın hemcinsim ağlıyorsa, İran'da taşlanıyorsa benim de burada canım yanmalı.

S.D
Şiir için yukarıda söz ettiğimiz beslenmişliklerin yanı sıra, sözcükler, kavramlar, özgün söylemlere gerek var şiir için. Senin şiirin en çok hayatının hangi dönemlerinden besleniyor?

N.Ü
Bu gökkube altında söylenmemiş hiç bir söz, yaşanmamış hiçbir duygu yoktur. Özde yaşananlar birbirine benzese de her insanda yansıması farklılıklar gösterebilir. Ancak özgünlük uğruna çok karmaşığa modern, kolay anlaşılana basit denmesinden yana değilim. Bazen yalın olan çok gizli anlamlar içerebilir. Bu şairin kendi tarzını yaratma süreciyle ilgilidir. Benim şiirlerim aşkın varolmasından, insan kalmamızı sağlayan en büyük gerçeklik sevgiden, ilkeli ve saydam duruştan geçiyor. Ayrılıklar, yoksunluklar beni en etkileyen yaşantılardır.

S.D
Şiir işçiliği nedir? Sen bir şiir işçisi misin? Şair dilin tanrısı mıdır? Şiir bir “ben yazdım oldu” sanatı mıdır?

N.Ü
Şiire zanaat gözüyle bakarsak onun tek tip ve çabuk işlenmiş, çoğaltılabilen, kopya edilmiş bir ürün olduğu çağrışıyor. Oysa sanat gözüyle bakılmalı ve bu bağlamda şiirin kölesi, sözcüklerin kölesidir şair. Öyle didinirsiniz ki bazen, bir başka şairin dizelerinden fırlayıp dikiliverir karşınıza buldum dediğiniz imge. Masa başına oturup saatlerce şiir yazdığım söylenemez fakat Türk dilinin kurallarına ve yapısına sonsuz saygılıyımdır. ''Ben yaptım oldu'' tarzını kullananları da yadırgıyorum doğrusu. Bir sözcük denk düşüverir bazen yaşananlara, mutlu olursunuz.

Metin Eloğlu der ki: Şair şiirle değil kendisiyle boğuşur aslında, dili zorlamalar, şımarık imgeler, dikenli ses telleri hep o kavganın buyruğuyla oluyor, şairane işgüzarlıktan değil...

S.D
Sürekli okuduğun bir dergi var mı?

N.Ü
Sürekli okuduğum dergilerin başında '' Her Şeye Karşın'' edebiyat ve sanat dergisi gelir. Karşın Yayınları, aynı zamanda kitabımın basılmasında bana destek vermiştir. Sevgili Orkun Leven Boya'ya buradan teşekkür ederim, kendisi beni dürtükleyen, şiirlerimin mutlaka okuyucuyla buluşması gerektiğini söyleyen ve beni motive eden yayıncımdır.

Aydın Karacasu'da çıkan ''Afrodisyas Sanat'' içerik ve görsellik açısından yine çok beğendiğim bir dergidir. Ada, Dikili Ekin, Şehir ve Kurşun Kalem sürekli takip ettiğim dergilerdir. Güncelliği yakalama, ne yazıldığını, nasıl yazıldığını izleme, gündemden uzak kalmama adına dergilerin çok önemli olduğunu düşünüyorum.

Seher Duman: Hep söylediğim gibi: Şiirlerimin babası hayatımdır! Aslında Nurdan Ünsal’ın ve tüm diğer sanatçıların da ürünlerinin babası hayattır, insandır, dünyadır, evrendir. Gözünün gönlünün alabildiği kadarıyla üretir sanatçı.

Bireyin dünyadaki yerini araştıran, sorgulayan, yargılayan, duyuran; insan ile yaşam arasındaki diyalektiği, hassas dengeyi kadın duyarlılığıyla dizeleştiren şair, başarıların devamlı olsun.

NURDAN UNSAL SÖYLEŞİSİ (29 Mayıs 2010 Beyoğlu ROZA Bar)

Seher Duman
Kayıt Tarihi : 6.6.2010 22:50:00
Yıldız Yıldız Yıldız Yıldız Yıldız Şiiri Değerlendir
Yorumunuz 5 dakika içinde sitede görüntülenecektir.
  • Emre Kara
    Emre Kara

    Her zamanki gibi eksiksiz Seher DUMAN ...

    Cevap Yaz
  • Talat Karabuğa
    Talat Karabuğa

    kutlarım bu güzel söyleşinizi hocam

    Cevap Yaz
  • Nurdan Ünsal
    Nurdan Ünsal

    Hazırladığı güzel ve yerinde sorularla, kendi şair kimliğini ve birikimini de ortaya koyan değerli Seher Duman'a bu söyleşi için çok teşekkür ederim.

    Sevgiyle, şiirle, dostlukla. Nurdan Ünsal

    Cevap Yaz

TÜM YORUMLAR (3)

Seher Duman