O Gün
Bir gün başımı alıp karlı dağlara giderim.
Kimse sormamalı bilmemeli nedenini.
O gün çantamda üç- beş şiir bir de kitaplarım...
En altına yüreğimi…
Öldüm mü kaldım mı diye kimse bilmemeli, sormamalı nedenini...
GİTMELİYİM 1999- Haziran
Gitmeliyim buralardan,
Sanki çağıran bir şeyler var.
Gel sen bir el salla yeter,
Gülümseyerek evlada et.
İçimden taşsa da ruhum,
Bir yanardağ olurum.
Saklı tutarım içimde aşkın o sonsuz ateşini…
Ağlasam da hissettirmem,
Gitmeliyim buralardan.
Sanki ’git’ diyen bir şeyler var.
Gel sen son bir defa ölümcül bakışlarını gözlerime sal.
Ölsem de göstermem gözyaşlarımı.
Ama sevmiyorum o uzakları.
Bil ki yığınlar arasında kaybolurum.
Günlük telaşlar arasında,
İstanbul kuru bir nehir olur.
Gitmeliyim buralardan sanki biten bir şeyler var.
Gel sen el salla yeter.
Ama sevmiyorum o uzak şehirleri.
Yalnızlaşan kalabalıklar arsında kaybolurum.
Oralarda sevgisiz yitik bir çocuk olurum.
Çocukların gözyaşlarına dayanamam hiç.
Yüreğime düşer damlaları…
Ağaçları saksılarda saklı kentin çekme katlı balkonlarında,
Kuru bir çiçek olurum…
….
Yalnız Değilsin
Ey Kadın,
Sen yalnız değilsin.
Toprağın ve kanın damarlardaki rengidir yaşam.
Yollarında gül ve karanfiller dizi dizi.
Durma ve dönme sakın yolundan.
Gülümse…
Asırlar boyu bir yürüyüşün içinden gelir sesin.
Gözlerin yağmur,
Gözlerin bir su damlası kadar güzel…
Susma, yık bütün duvarları,
Yağmurlan…
Susuşlarında, gökyüzü susar.
Bulutlar ağlar.
Oysa bütün sardunyalar senin…
Gülümsedikçe ıtır kokan saçlarını rüzgârlara özgürce bırak.
Bulut beyazı eller senin.
Şairlerin ardından koştuğu sen…
Düşen her damlada yer gök yeşillenir.
Sevgi yüklü dalların var.
Sevinçlen...
Bak, gülerlin bin yıllık şarkısı içinden gelir sesin.
Bulutlarla sarınmış varlığınla bir sen olur gökyüzü,
Bir de bereketli toprak.
Hadi gül ve sil gözyaşlarını.
Düşünme, gül hırpalanmakta ve sana ağlamaktadır hasretinden.
Güllere matem tutmak olmaz.
Yeryüzünde kin ve nefretten doğan bütün savaşları,
Dünyadaki bütün yalanları efendileri tarihin çöplüğüne at gitsin.
Düşünme…
Köklerin sevginle ezelden ebede ulaşır.
Vargücüyle topağı kucaklayan karıncalar kadar güçlü.
Ve bir gelincik, kardelen kadar güzel…
Baharlar giyin…
Kendi ellerinden tut, yalnız değilsin.
İnsanların bütün sabahlarını merak etme.
Sevgi ve sabırlarını ölçme sakın!
Düşünme hiç karanlık gecelerini.
Kuşlar, bulutlar ve gökyüzü senin…
Yağmurlan…
Yağmur yüklü zümrüt yeşili dalların var.
Deniz, mavi, ebruli tüm renkler, bulutlar sana adalı.
En mavi, en yeşil yağmurlar sensin için yağmaktadır.
Gül senin, mevsimler sana açar çiçeklerini.
Gülümse…
Güldükçe dudakların uçuveren kelebek…
Güller ve dudaklar senin.
Tüm şairlerin peşinden koştuğu sen…
Yalnız değilsin.
Şiirlen…
…
Gelincikli Düşler
Şiirsi silik düşlerin ardından çocuk sesimle düşünüyorum.
Tahta panjurlardan gün ışığı sızan bir odadayım.
Çocuk gülüşlerimde gelincikler.
Yüreğimde bir tutam bulut, bir tutam gökyüzü…
Ellerime bulanmış gelinciklerin rengi, al al…
Annemin ellerinden aldığım bir dilim tandır ekmeği kokusunu duyumsuyorum.
Vadi yamaçlarında bir tutam dağ havası tüter, buram buram..
Küçücük yuvamızda bütün güzellikler benim.
Bir buğday tarlasında gelincik olmak istiyorum.
Dağ yollarında boy veren zeytin ağaçları…
Ekin tarlaları boyunca çiçekli yollarda koşan o çocuk benim.
Yeryüzünün her karışına sevgi çiçekleri ekiyorum.
O güzelim dağ köyünde bütün sokaklar, patika yollar beni bekler.
Çam, zeytin ağaçlarının gölgesinde bana söylenir çocuk şarkıları.
Sonra birden gelincikli düşlerden uyanıyorum.
Bir dolu kalabalıklar arasında buluyorum kendimi.
Dağ yollarında, yeşilin tam orta yerinde gri renkli gökdelenler…
Patika yollara, gri parke taşlar döşeneli beri hüzünlerdeyim…
Hüzünler çok sürmez bilirim.
Çocuk sesim, eski zamanlardan çağırıyor.
İç sesimle, gri ruhlu insanlara meydan okuyorum.
Barış şarkıları söylüyorum avaz avaz.
Yapay plastik çiçeklere dokunmadan, bakmadan yürüyorum.
Kırgın, ama biraz umutla…
…
KALDIRIM TAŞI
Eski bir kentin meydanında kaldırım Taşı’yım;
Üstümde yüzyılların ayak izleri var.
Gidenler, kalanlar, geri dönmeyenler…
Eski bir kentin meydanında kaldırım Taşı’yım
Üstümde yüzyılların ayak izleri var.
Gidenler
Kalanlar
Geri dönmeyenler…
Eski bir kentte yıllanmış bir taş yapıyım
Ezelden ebede giden insanların seslenişi durur içimde
Onların aşk öykülerini yazarım
Umuda uyanışlarını
Sırlarını
Sevişlerini
Muştularını
Keder ve sevinçlerini…
O sesler ki yüzyıllar ötesine uzanır gider..
Eski bir kentin meydanında asırlık çınar gibiyim
Gölgemden binlerce insan ve kuş sesi geçer
Mevsimler dallarımda elvanı-renge bürünür…
Gidenler
Kalanlar…
Yeni sabahlara uyanamayanlar
Geçit törenleri
Şenlikler
Düğünler
Fener alayları…
Bayramları kutsayanlar
Dünyana bir gülümseyişle merhaba diyenler
O sonsuz meçhule gidenler…
Eski bir kentin mezar Taşı’yım
Eteklerimde varla yok arasında binlerce insan sonsuz bir uykuya dalıp gider
Küf kokulu eski sandıklarda saklıdır artık hiçbir zaman söyleyemedikleri
Toprağa düşen her yağmur damlası gözyaşım olur
Onlardan onlarca hikâye-şiir kalır geriye
Mezar taşları tarihin tanıklarıdır artık
Gidenler
Kalanlar
Geri dönmeyenler…
Yüzyıllar öncesinden kalan izleri
Seslenişleri
Meydan savaşları
Darağaçları
İnfazlar…
Tarihin çöplüğüne gömülen zalim diktatörler…
Eski bir kentin meydanında kaldırım Taşı’yım;
Ahhh üstümde yüzyılların ayak izleri var.
Gidenler
Kalanlar
Geri dönmeyenler…
Bir mazlumlar anlar varla-yok arasında o ince çizgiyi
Bir de çıplak ayaklı çocuklar…
….
Mavisiz Şehirler
Ey Deniz,
Bakıra çalan göğün maviliğinde yoksun!
Yokluğunda bilinmezlerin ötesindeyim.
Yoksan yok olur mavilerim.
Sensiz çocuk düşlerimi saltığa çıkardım bil!
Varla yok arasında,
Mavi’siz şehirlerdeyim.
Yoksan ölüm çok yakınımdadır.
Şimdilerde hayatın çok uzağında Mavi’sizim.
Yokluğunda Mavi düşlerim İlk fırtınayla yollara düşecektir.
Bil ki bu şehir Mavi’ye tuzaklar kurmuştur.
Yoksan Mavi’siz yaşamıyorumdur.
Yoksan her şeyin ortasındayım Hiç’liğin.
…
BENDE VARIM 1. Kasım. Pazartesi. 2010
Yüreği sevgilere yelken açan,
Gözü tok gönlü deniz ey gönül dostları,
Kabul buyurursanız bende ben de varım.
Yüreğimin hüznü tedirginliği eski bir hikâye.
Beni de beni de duyun.
Şiirim, şarkım öykülerim…
Benim de ekmeğim tuzum olsun yoksul sofralarınızda.
Sevgi teknenize beni de beni de alın.
Ben de aşktan sevgiden yana düşler görürüm gözlerim kapalı.
Yokuş yukarı koşmuşluğum,
Toprağı tırnaklarımla kazıyıp sarp yollardan geçmişim var.
Ben de narçiçeklerine dönmüşüm yüzümü!
Şiirim şarkım öykülerim…
Buralarda kör çıkmazların kuytularında yalnızım.
Çok yer tutmam su damlası kadarım.
Bir şebnem tasni gibi istemezseniz görünmem.
Yelkeninizde bir tutam mavi,
Yüreklerinize bir nefes rüzgâr olmak isterim.
Yüzünüzde tebessüm gönlünüzde bir damla sevgi olsam yeter.
Karanlığa tutsak uzak köylerin kuytularında,
Çocukların uçurtmalarına takılı kaldı umutlarım.
Sevgi teknenizde bana da bana da yer verin.
Şiirim şarkım öykülerim…
…
ANNEM
Nefretin dili yok annem!
Doğudan batıya kadar aynı…
Irkı, dini, dili yok şiddetin.
Nefret ne batılı ne de doğuludur bil.
Doğudan batıya kadar aynı acıyı yaşar kadın.
Nefret, bazen kıskançlık ateşidir yakar kavurur.
Sevgisizlik kocaman bir kördüğümdür anne!
Oysa aşk yüreklerde demirden ağır oltadır.
Her oltanın ucunda takılıdır bir kadın yüreği.
O kadın ki bazı bir kocanın namlusu ucundaki kanlı gömleği giyinir,
Bazen de kapalı kapılar ardında şiddetin pençesindedir.
Kadınlar bacı, kardeş anadır sevginin deminde.
Bir demet çiçektir sevgiyi içselleştirildiğinde.
Nefret, batılı kadının bağrında bıçak yarasıdır.
Doğulu kızın toprağa diri diri gömüldüğü cinnet anıdır anne‼!
…..
YAĞMUR YEŞİLİ
Senin gözlerin yağmur yeşili çocuk
Ellerin bulut…
Ben bozkırlar ortasında incisini arayan bir düşgezgini…
Senin saçların güneç sarısı çocuk…
Gözlerin yağmur yeşili..
Gülüşlerin gür başaklar kadar masum…
Benim yüreğim Akdeniz vurgunu
Ellerim mühürlü…
Sen sereserpe büyürken ovalarda,
Özgürlük kadar güzelsin.
Ben iki şık arasında duruyorum
Ya sen geçmelisin düşlerimden,
Ya ben Akdeniz’den geçmeliyim..
…
Ey yolcu!!!
Yağmur çiselerken Toroslar’dan nehirlere doğru,
Birden bir yol ayrımında dur!
Dur ve dinle dağların çağıran şiirsi seslenişini.
O sesleniştir ki tüm zamanların türküsüdür.
Doruklar bile aşkın önünde eğilip bükülür!
Korkma ve yolundan dönme sakın!
Yaz ortasında ateşini yak ve ocağın başına sessizce otur!
İçindeki tüm zamanların ateşini söndür istersen.
Yürüdükçe önüne çıkıveren allı yeşilli kızların aşka düşmüşlüğünün türküsünü duyumsayabilirsin belki?
Dur ve dinle!
Ola ki senin de adın o türkülerde söylenmektedir.
Kim bilir?
….
BUGÜN
Ruhum hırçın dalgadır bugün,
Gelir ve gözlerimin kıyılarına vurur.
Gitmelere kilitli,
Kalmalara mühürlü yüreklerimiz
Başlangıçta sen yoktun,
Ve sonunda olmaman gerekliydi…
…
ORALARDA 12.Eylül. 2002
Buralarda yine deniz yine kum…
Oralara kar yağınca,
Bütün İstanbul yüreğimde üşür.
Buralarda yine bahar yine yağmur…
Oralarda ağaçlar yeşile vurmuş,
Sevgilerle çiçeğe durmuştur İstanbul.
….
ELİFÇE 2010-04-12
Elifçeyim ben,
Küçücük bir kız çocuğu…
Siz bakmayın öyle ateşböcekleriyle dans ettiğime,
Yüreğim kırılgan bir kuştur.
Gözyaşlarımı mücevher gibi sizlerden saklayarak,
İçlenerek her şeye dair gülümsüyorum.
Elbet öyle çok ki ağlamışlığım
Ve öyle çok ki unutmak istediğim,
Çocukluğum benden yaşlı.
Ve yüzyılların ahtı’nı taşır.
Olsundu, Elif’çeydim ben.
Vakur bir damla ve bir düş gezgini olarak,
Dünyanın en narin fırçasını kullanarak,
Sevene sevgili, güzel bir anne olurum.
Çocukların al yanaklarına, güneşe dokunarak
Her çiçeğe öpücükler kondururum.
Tüm zamanların melodisi dudaklarımda,
Melankolik ve tutkulu…
Elif’çeyim ben diyorum,
Anlıyor musunuz?
Yeşil yağmurlarda doğmuşluğum,
İlkyazda sevmişliğim var.
Kelebeklerin tül kanatları saçlarımda uçuşur,
Her baharda şiirlenirim.
Gün geceye girdiği anda,
Kapı kapı dolaşarak ay ışığında sevgi dilenirim.
Siz bakmayın ilkyaz gibi güldüğüme,
Al yeşilli muhabbet kuşu gibi kafeste,
Tutsak bir kız çocuğuyum ben…
------------------------
MÜNİRE
Sevgili deli kız Münire…
Nedir çektiğimiz şu akıllılardan?
Deliymişiz avare avare dolaşırmışız yollarda,
Sevdiklerimizi deli deli severmişiz küçük aklımızla
Söylesene, kime ne bundan…
Sözde akıllılar delilik adına ne varsa bizden sorarlar iyi mi?
En iyisi sayın akıllıları boş verelim biz.
“Kafana göre takıl” derler ya…
Düşüncesiz, kilitsiz kapılardan herkes geçemiyor nasılsa.
Ama insanlar bu düşünceyle ne kapı-kilitler tasarlamışlar bilsen.
Demirden ağır kapılar ardına hapsetmişler düşüncelerimizi.
Noktasız, virgülsüz, sansürsüz şiirler yazmak neyimize.
Bizler deliymişiz be Münire…
İçe dönük mutlulukları yaşıyor,
Aşktan yana dert arıyormuşuz kendimize.
İyi mi?
Aklımızda zorumuz içimizde kavgamız varmış kime ne bundan?
Asıl akılılar biz mi onlar mı, belli değil nasılsa…
Birazda herkes kendi aklınca insandır bu dünyada.
Öyle değil mi?
Akıllarına hüküm koyanları geçelim kız Münire.
Aşktan yana yollara düşmüşsek kime ne bundan.
Bak, sevmeye adanmış bir ömür var önümüzde.
Buz dağının bir yanında biz bir yanında onlar olsa da,
Bir yanda güzü yaşarken, diğer yanda bahar gelir değil mi?
Bağımsız kişiliğini biraz da herkes kedisi yaratır aslında.
İnsanın kişiliği kendi yansıması, aynası değil mi?
Görüntüsüz, yansımasız yaşayanların çoğu,
Görünmez duvarlar örerlerken etrafına,
Aynayla kendi yüzü arasında barışık olmayanlar,
Yılandan kaçar gibi kaçar insanlardan.
Sevgisiz, özgüvensiz olana acırsın be Münire.
Bırak, takma kafana onları.
Böyleleri çok zaman bulutların üzerinde yaşar,
Erişilmez zannederler kendilerini
Buz dağının bir yamacında sürerken yaşamları,
Aslında bin bir kurnazlıkta çalışır akılları.
Sözde onlar çok akıllı ya, sen boş ver düşünme.
Ah masalsı bir düşmüş yaşam, Münire.
Bize anlatılanların çoğu yanlış yalan…
Diyelim ki her bir yaşam öyküsünde,
Bir parçacık doğruluk payı vardır, genel geçerliğin.
Ah varsın herkes “deli, aklında zoru var,” desin be Münire.
Düşüncesiz, kilitsiz kapılardan geçilmiyor nasılsa.
Kimimiz tescilli deli,
Kimimiz gizli delilerdenmişiz iyi mi?
Yaşam biraz düş biraz masal değil mi, Münire.
Sevmek delilikse, ömrümüzde bir defa sevdik.
Severken, ırkçılık yapmadık hiç,
İnan ki ayırmadık siyahıyla beyazı…
…
Düş Kapıları
Hayat kokardı çocuk denizlerim
Yağmura bürününce şiirlerim, yüreğim üşür.
Önce su olurum sonra toprak.
Yalnızlar rıhtımında kanatlarım savrulunca yaprak yaprak
Bir yanım gül bahçesine çıkar,
Bir yanım düşler ülkesinde şiirlere tutsak kalır!
Ayışığında bekler yalızlığım
Uzaklardan çağırırken çocukluğum,
Kapılar açılır ağı ağır.
Hey gidi sefil direngen çocukluğum
Seslensem içimdeki denizler uyanırdı
Bilirim sevgim kıramaz yalnızlık zincirlerini
Kopamam koşamam geleceğe.
Gelen giden olmaz.
Düşerim yıkılırım dönemem geri.
Güneşler doğmaz okyanuslar ötesine.
Hey yalınayak yalnız çocukluğum.
Bir tarla çiçeği kadar yalnız ve uzak şimdi…
Dalgalar koynunda uçarı ve direngen.
Sevgisizlikten solsa da bütün karanfiller sahte ellere donamam.
Yüzyıllar ötesinden seslenensem,
Örselenmiş karanfiller yeniden açardı parmaklarım ucunda.
Gün batımına karşı direnirken,
Kutsal Bakirelerin adına adaklar adanırdı yeniden.
Sonra kapılar geçmişe açılırdı ağı ağır.
….
BİR MASAL 1995
Hani bir düşümüz vardı hayallere sığmayan.
Seven tanır onu tek bir bakışından.
Daha doğmadan anlımıza yazılan yazgı.
Seven şaşkın gönül ise ilkbaharda…
Hani bir gerçek vardır hiç değişmeyen.
Kader birliği etmişçesine,
Hiç düşünmeden severcesine,
Meğerse sonu belli olmayan bir düş,
Tarifi mümkün olmayan masalın başlangıcı…
…
FİRDEVS ÇİÇEKLERİ
Ey bozkırların deli kızı,
Yüzündeki o Fitnat gülümseyişi bir ben gördüm
Bir de bozkır çiçekleri…
İçinde gizlediğin Firdevs çiçekleri rengindeki kahkahaları özgür bırak.
Bırak, kıskandırsın tüm çiçekleri.
Gözlerinin hüznünü, bozkır çiçekleri gölgeleyemez.
Ama bütün şairleri gittiğin o bozkırlardan, geçtiğin yollara çağırır.
Malumdur ki o bozkır çiçekleri gözlerine dahi eş olamaz.
Gölgeleyemez gün buğusu gülüşlerini.
Sen yine de içinde gizlediğin kahkahaları özgür bırak.
Bırak ki o nadide çiçeklerinin peşi sıra tükensin seni de yıllar.
…
YOLLARDA
O gün yine yollardaydım.
Seni o yollarda bulduğum,
Kaybettiğim şehirdeyim,
Aradım yalnızlaşan kalabalıkların içinde.
Sanki her yerde sen,
Herkes sana benziyor,
Her sima biraz sendin.
Umutların yittiği yerde yine yollardayım.
Seni bu yollarda tanıyıp
Bu yollarda kaybetmiştim
Sokak sokak aradım sonra.
Her caddede sanki sen,
Her köşe başında adın vardı.
Çıkıverecektin aniden sanki
Sarılıverecektin ellerime...
Artık bu yollarda yoksun...
Her yolcudan seni sorar
Her durakta bekliyorum.
Bilsen nasıl da solar bahar çiçeklerim
Duysan çığlıklarını yüreğimin
Dünyanın bir ucunda da olsan...
Bu yollara düşer,
Bu yollarda âşık olurdun.
Sonra her yolcudan bir öykü yazar
Her durakta şair olurdun
Bir düşmeye gör bu yollara
Bu yollarda kaybolurdun...
…
MUCİZELER 1992: Yusuf’çuğuma
Ben küçük bir filiz sana karşı uzayan
Sen mavi ışınsal ışığım!
Bebeğim güneşim benim.
Kış ortasında gelen armağanım.
Baharda mucizem…
Bilesin ki,
Senin için ne engeller aşarım!
Kuru bir yaprağın yeşermeyeceğini bile bile,
İnatla yeşilde tutar, sana hayatımı bağlarım.
Sonra dağlardan, denizlerden geçip,
Bir gözlerin için,
Sevgiyi yağmur yüklü bulutlardan göl eylerim.
Bilesin ki gün ışığım işte ben böyle her dem seni severim.
En karasında karanlıklarında olsam,
Sevgiyle geçen her günde sana yol olurum.
Dönüşü olmayan yollarda olsam da,
Gözlerinden doğar güneş.
Bir senin adınla Yusuf’çuğum
Ne mucizeler yaşarım...
İyi ki doğdun canım, iyi ki varsın…
Hatice Elveren Peköz
…
NEREDEYSEN 1995
Bir günün dönencesinde geleceğim sana.
Umudun yittiği anda ve hiç beklemiyorken,
Ellerimde mutlulukla geleceğim.
Çiçek çiçek açarken bahar bahçeleri,
Sessice çalacağım kapıyı.
Sen uykudayken hala,
Gelip başucuna bırakacağım çiçekleri.
Gün geceye varmadan geleceğim.
Bir günün alaca akşamında geleceğim sana.
Yaşlanana dek yanı başında olacağım.
Gözlerinin mavi denizlerinde uyanırken sabahlara,
Sonsuzluğa dokunurcasına, yıldızlardan taç yapacağım saçlarına.
Aşkın en güzel imgelerini fısıldamak için kulağına
Hiç beklemediğin bir anda geleceğim.
Bir günün bayram sabahında geleceğim sana.
Bütün benliğimle duyumsayarak bayram sevincini…
Kahredici yalnızlığına son vermek için geleceğim.
Dünyanın sevgisini bir ana sığdırmak istercesine,
Bir gün gelip hiç görmediğin bir maviyle bakacağım.
Ya bir şafak vakti, ya da gün geceye varmadan geleceğim.
Sen nerdeysen oraya…
….
EKİN TARLALARI
Ne kışlar nede yazlar masum değil.
Kapital adamın kirli elleri ekmeği bozalı beri,
Korkulu bakışlar ardında yitip gitti umutlarım.
Ekin tarlaları kapitalin eline geçeli geceyi un ufak ettim bütün savaşları.
O gün bu gündür aç çocukların yalnızlıklarını koynumda idi.
Çocukların çoğu katıksız kuru ekmek beslemesi..
Oysa namuslu insanlara el-etek açtırmak nafiledir.
Çocuklar duvar diplerinde uyurken hayallerimi geceye dahil ettim.
Ekin tarlaları yalancı düzenbazın eline geçeli beri,
Çocuk düşlerim yitik…
Gördüm ki artık tarlarda hasadı beklemek nafiledir.
Doğal tohuma ekmeğe erişmek bir peri masalı...
İnsanlığın genetiği değişeli beri,
Hilekarın inadına özgür çocuklar büyüttüm.
Ekmek ve emeğe göz dikenlerin niyeti belli…
Sevgi yoksunu çocukların adına yağmurları damla damla biriktirdim.
Sonra yalansız sözlerden bir demet alıp gelinlik kızların saçlarına taktım.
Özgür ve başak yürekli gelinler kendi topraklarında cesur ve hür olmalıydı.
Ekin tarlaları kıyısında unu eleyip duvara astım.
Çocuklar mavi düşlere uyusun diye başağa boyadım tarlaları…
…
CEMRE
Bahardır artık.
Cemreler yeniden düşer toprağa.
Güneş günün eşitlendiği, tanyerinin en şafağında şimdi…
Yaşamın nabzı doğumla ölüm arası bir yerlerdedir.
Güne güneşe gülümsemenin, toprağa tohum atmanın zamanıdır.
Bilirim ki kapıda bahar, hemen yanıbaşımızda nisan yağmurları.
Çok sürmesin HÜZÜNLERİMİZ.
Hemen ardından yaz, deniz, dağ gül gelir.
Baharla yeni umutlar düşer toprağa.
İçimizde yeniden yeşerir tohum.
Erken kalkıp yollara düşmenin zamanıdır.
Yeni, eskileri giyinmişiz ne fark eder.
İki gülümseyiş, bir hüzün arasıdır YAŞAM.
Hemen ardından yaz, deniz, dağ gül gelir.
Cemreler tohuma durmuştur.
Baştan sona yağmurlara güle kesmiştir bahar.
Kardelenler kışa, SAVAŞA karşı başkaldırır gibi açtılar bak.
Menekşeler öbek öbek…
Şu savaşan, kin nefret kusan insanlar da olmasa,
Dört mevsimi birden giyinirdi DÜNYA…
Şölenler, düğünler, bayramlar kurulurdu sevinç alaylarında.
Hemen ardından yaz, deniz, dağ gül gelir.
…
ÇAYIR KUŞU
Kırılma, darılma çayır kuşu
Bu kadar erken susma
Şakı sen biraz
Eğme başını
Özgürce kaldır göklere
Engel yok sana
Yolun açık olsun
Sislere dalmadan
Yaşa, uç biraz...
Ağlama, üzülme sen çayır kuşu
Özgürlüktür tutkuda adın
Şakı sen biraz
Bulutlar yol olsun
Korkma!
Yaşamak özgürlük tadında güzel
Sislere aldırmadan
Savrul, uç biraz...
Bitmesin şarkın çayır kuşu
Yaşam sevgilerin büyüsü
Senin olsun sonsuzluklar
Başını eğme, bulutlara değsin
Severken bahar tadında
Bütün mevsimler.
Engel olmasın sisler,
Karanlıklar engel değil,
Sen de sev, sevil biraz...
Korkusuzca uç, çayır kuşu
Kısacık olsa da hayat
Şakı sen biraz
Güç de olsa sarıl bulutlara
Aldırma, bırak kopsun fırtınalar
Sislerden geçit vermese de dağlar
Durma, yaşa sen de biraz
Sevgi var oldukça içinde
Dünya sevmek tadında güzel...
…
KİLİTLİ KAPI
Doğmak vardı yeni güne usulca
Tutkulu nehir gibi denize akmalı…
Acılarla örselenen ömrü
Coşkulu sellere bırakıverip,
Uçurumunun kıyısından geçmeli…
İsyan ateşiyle sarsılırken benliğim,
Hiç kimse sormamalı seni.
Sonra beklemedik bir zamanda,
Öyle beklemedik bir yol ayrımında,
Ellerinden hüküm giyip,
Kilitli kapılar ardına girmeli…
Doğmak vardı ellerine sessizce.
Ormanın tozlu yollarından geçip,
Sevenlerin yükselen çığlığıyla büyümeli
Ak sayfalara aşkı yazarken,
Derin uykusunda bir şehrin,
Tüm pencerelerini sana açmalı…
Yağan yağmurların ıslak serinliğinde
En güzel gülleri derleyip
Güneşin ilk ışıklarıyla yollara düşmeli…
Ve hiç kimse sormamalı beni.
Sonra beklemedik bir günde,
Öyle beklemedik bir yerde,
Gözlerinden hüküm giyip,
Yüreğinin kilitli kapısından girmeli.
…
TOPRAK GİBİ
Ben susuz toprağın elleriyim
Toprak çağırdı mı giderim?
Çağrıştırıcı çekici, kokusuna...
Onun sıcaklığı çeker beni.
Ayaklar altında olsa da yüreğim,
Adım adım yaklaşsam da ona,
Kayıtsızca severim.
Sevgi toprak kadar sıcak,
Sevgili toprak kadar sevili…
Doğmaktadır topraktan sevgi
Yoktan var olmakta belki?
Ben çorak toprağın suyuyum.
Zamanı geldi mi çağlarım?
Her mevsimde bir başka rengi…
Toprak çorak-çiğli,
Ana gibi, yar gibi.
Ondan yeniden yeşerir dallarım
Sevgiden yeniden doğarım belki?
Yedi veren ağaçlar gibi,
Sevgiler çoğaltırım ondan,
Hava gibi, su gibi...
…
SENİ SEVERKEN
Ben seni severken
Kolay olmadığını biliyordum
En olmazında zamanların
Güçlüğünü yaşadım her an…
Çünkü ben seni;
Hiç kimsenin sevemeyeceği
Bilemeyeceği kadar çok sevdim
Zıt kutupların ekseninde dönerken ayrı yöne,
Ben seni;
En uzak bir yıldızın ışığında gördüm…
Ben seni en olmazında,
En çıkmazında zamanların
Bir yol ayrımında buldum.
Çünkü ben seni;
Hiç kimsenin sevemeyeceği
Ve bilemeyeceği asırda sevdim.
Zıt kutupların kesiştiği,
Güneşin yakıcı ateşinde,
Gün ışığında gördüm…
Ben seni severken
Kolay olmayacağını biliyordum.
Oysa kolayı herkes seçerdi,
Herkes kolayca bulurdu sevgiyi.
Ama ben hiç kimsenin sevemeyeceği
Hiç kimsenin anlayamayacağı
Bir anlayışla sevdim.
Dünya ile ayın buluştuğu kavşakta,
Evrenin elmas halkasında gördüm.
Ben seni tanımadan da,
Karanlığı yırtan gecenin
Ay ışığında sevdim...
…
O YAZ
Önce ellerini gördüm
Çekinceli beyaz…
Nasıl da aydınlıktı yüzün
Mahcup, dalgındın biraz.
Çözülüvermişti ellerin
Bir resim çiziyordu
Gökyüzüne beyaz…
Ve en masumiyetinde bir yaz…
Sonra yüreğini gördüm,
O an ürperdim biraz.
Mevsim ise alabildiğine yaz...
Sevgi yağmurlarından üşüyordum biraz.
Sonra sözlerini duydum,
Ay ışığından beyaz...
Tepeden tırnağa ürperdim
Dolaştı dilim diyemedim bir söz.
Önce gözlerini gördüm,
Ölüm ötesi uzak yıldız…
Kurşun olsa bir defa ölürdüm!
Oysa bin defa öldüm o yaz...
…
SENİ SEVMEK
Seni sevmek...
Emek ister, güç ister.
Candan ödün vermektir belki
Ateşlerde yanmak gibi bir şey
Karanlıklarda yürürken
Güneşe dokunmaktır…
Seni sevmek zordur...
Çaresizliğin deminde ölümü özlemektir.
Şimdilerde üstüm başım perişan, çöllerdeyim
Yokluğunun acısını yürekten duyumsarım
Hiç bir zaman bilmeyeceğin…
Kıyamet kopsa da unutamam artık.
Seni sevmek çıkmaz yoldur...
Gözlerim kapalı ateşlere yürürüm
Fark etmiyor artık varlığın ile yokluğun
Bil ki uyanmamak için uyurum umutsuz gecelerde…
Kış ortasında bahar gelmez,
Emeksiz tohum büyümezdi, bilirim.
Seni sevmek...
Yaşarken ölmektir belki.
Yine de gözlerin için
Kristalleştiririm güneşi
Baharları yaşarım dört mevsim
Dedim ya...
Sevgin güzellikler içinde
Karanlığın hiçliğinde yürümektir.
Seni sevmek yaşama tutunmaktır.
Usuldan aklımdan geçerken
Dalar giderim bilmediğin uzaklara…
Bil ki o an çelişkilerdeyim
Yollarında kaybolmuşumdur.
Seni sevmek;
Emek ister, güç ister belki,
Kaybolmaktır bilmediğin yollarda.
Seni sevmek yüreğimin atışıdır an be an yaşanan.
Ruhumun sancısıdır dinmeyen,
Sonsuza kadar sürecek belki…
…
Hüzün
…Göçmen kuşlarla gideli aklım uçar gider.
Hüznüm ıslatır kaldırımları.
Şimdilerde toprağa yalnızlık ektim baharı bekliyorum.
Hüzün yüzlü insanlarla dolup taşıyor kaldırımlar.
Bilinmezlerin ötesinde al gelinlikli düşlere uyanıyorum.
Ellerinde demet demet yalnızlıklar.
Oysa kelebeklerin tül kanatları altında dünya…
İnsanlardan hüzün alıp gülücük satıyorum!
…Ey hüzün uzaklaş artık!
Çek git yıkık dökük düşlerimden.
Şimdi bahara giyindi pembe düşlerim.
Baharda asık yüzlü insanlar bile şiir’leşirler.
Şehirlerin tüm pencereleri sonuna kadar açılır.
Kapı önlerinde gül gülüşlü çocuklar oynaşır.
Gelinlik kızlar, allı-tüllü düşlere uyur ve uyanır.
Yaz ha geldi ha gelecek.
Perdeleri aralamak ve hüzünleri çıkarmanın zamanıdır.
Sokaklarda çocuklar, düğünler, şenlikler var.
Mavili, yeşiller giyinmenin zamanı...
…
AKDENİZ KADAR MAVİ
İçim kanatlı sevinçlerde bu gün.
Akdeniz ise mavide…
‘Susma’ dedi yüreğim.
Durma bağır çağır seslice.
Koş koşabildiğin kadar.
Gücün soluğun yettiği yere kadar “sev” diyordu.
Akdeniz sevdalı kızlar gibi başı dalgalı bugün.
Yüreğimde bir sevgi ormanlar kadar büyür.
Bin bir tohum filizlenir
Kök salar toprağın özüne.
Maviden yedi renk uçururum.
Akdeniz yediveren çiçekler açtırır yüreğimde
Gökyüzü kadar mavi,
Türkiye’m kadar sevdalı…
…
EMANET
Hani bir düş vardı
Sen dönüyordun göçmen kuşlarla
Yuvasını önceden bilip,
Çalmadan açıyordun kapıyı.
Hani bir tahtı vardı evimizin
Hiç bir sarayda olmayan
Yeşil panjurları güneşe bakan…
Ormanların en kuytusunda gizli
İçinde yalnız sen ve ben...
Hani bir gerçek vardı,
Gidiyordun göçmen kuşlarla
Zamanından sonra gelen
Bir sevgiye koşuyordun.
Bir kız vardı kolunda hani,
Ak elli, ak tüllü…
Hani saracaktın ince belini
Çoğalacaktın çiçekler gibi...
Hani bir gün olur da
Yeniden anarsan beni
Sakın fazla düşünme
Sürgünde olsa da hala bitmedi
Yüreğimin saklısında hep o şarkı
Hala ilk günkü gibi durur
Güneşin her bir ışınından rengi,
Hava gibi, su gibi...
Hani bir gün özleyip hatırlarsan beni
Ve ıslanırsa kirpiklerin
Yanında ak telli ak tüllü kız olursa
Hissettirmeden sil gözyaşlarını
Şunu iyi bil ki iki gözüm
Yüreğime gömdüm sevgini,
Zaman ötesine saklı emanetin...
…
ANUŞKAM
Anuşkam bir çocuktun.
Uçarı, haylaz ve beyaz…
Simsiyah örgülerin uçlarına pembe kurdeleler bağlardın.
Baharlarda papatyalar takardın saçlarına.
Bense evinizin önünden mayıs sabahlarında geçerdim.
Çocuklar erik ve kayısı ağaçlarınızı taşlarken pencerenizden sardunyalar sarkardı.
Tüm mevsimler bahar, bütün bahçeler sen olurdu haziran akşamlarında.
Saçlarını rüzgârlara bıraktığında, uzun eteklerin ayaklarına dolaşırdı.
Tam dört mevsim, on iki ay tüm bahçeler ben olurdu.
Sardunyalar sen..
Anuşkam ne garip bakardın öyle.
Gözlerin kış ortasında sardunyalar açtırırdı.
Gülümsedikçe, mavi yıldızlar düşerdi gözlerine.
Bir deniz coşardı, bir de yüreğin.
Sonra bir gün birden bire büyüyüverdin.
O günlerde uzun uzun yürürdün köyün dağ ve bayırlarında.
Kasabasının delikanlıları ardına ne şiirler yazdı da bilmedin.
Anuşkam, can arkadaşımdın sen.
Neden bir ilkbahar akşamında çekip gittin?
Sen gidince bir daha sevmedim kimseyi.
Ne yazlar - kışlar geçti de dönmedin geri.
Gittiğinde yüzün solgun bir kelebekti sanki?
Gözlerin nemli, ellerin narin ve utangaç…
Nedense giderken, saçlarını ensende toplamıştın.
Bir de kısa, mavi etekler giyinmiştin.
Eteklerin rüzgarda uçuştuğunda, kasaba delikanlıları umutsuzca arkandan koştu,
Genç kızlar gıpta ile baktılar ardından,
Pencerenizdeki sardunyalar bir bir soldu da görmedin geri.
Şimdilerde ellerin ve ayaklarının değdiği her yere sardunyalar ekiyorum.
Yok, sen böyle değildin Anuşkam.
Gözlerin çocuk çocuktu…
Kavak yelleri eserken başımızda, sen sardunyalarla söyleşirdin.
Ben kına özlü kayaların oluklarından su içerdim.
Kasaba delikanlıları adına ne şiirler yazardı bilsen.
Sense örgülü saçlarına papatyalar takardın.
Gülümsedikçe, dudaklarından kelebekler uçuşuverir…
Anuşkam sanki bir armağan olarak gelmiştin dünyaya.
Herkes gitti ve bir tek sen çocuk düşlerimde kaldın.
Bilirim büyük şehirlerin yapma çiçekleri seni anlamaz.
Sana hitap edemez saksıdaki ağaçlar.
Şimdilerde kentin en kalabalık ve en ücra kuytularında yürüdüğün yollardan geçmiyorum.
Bütün sardunyalara, baharla küstüm!
Sen oralarda yenibaharlara uyuyup ve uyanırken,
Kaç kere nisan yağmurlarıyla ıslandı şiirlerim!
Sensiz ne gemiler yaktım bil!
Kaç defa erik ağacınızın altında nöbetler tuttum.
Çocuksu aklımızla bütün kaygılardan uzak, sonsuz bir mutluluk istemiyorduk.
Bahçeli evlerde sen sardunyalara su verirken komşuluk oynamayı düşlemiştik hep.
Şimdilerde bebelerin olmuş, beşik başında sabahlıyorsundur.
Kocan, kaynatan, kayın ve görümlerin kıymetini biliyorlar mı bilmem?
Anuşkam, neden diye sorma hiç.
Çocuk düşlerimi saçlarına bağlamışım bir kere.
Üç heceli adın, Akdeniz’in en kuytularında kaldı.
Uzaklar seni çağırdığı gün içimdeki çocuk gözlerine ağlamaklı baktı da görmedin.
Oysa gitsen de o yıllara dönmeyi ne çok isterdik.
Ama bilirsin, o yıllar ve yollar gidip de dönmeyenlere kapalıydı.
Artık sensiz ne yazlar ne güzler geçmiyor buralarda.
Yolları yüreğime bağladın da gittin.
Şehirlerin kalabalığına karışıverdi üç heceli adın…
Şimdilerde geceleri kan ter içinde adını sayıklayarak uyanıyorum.
En asi, uçarı komşu kızıydın sen,
Çocukluğumun en güzel düşü,
Anuşkam, can dostum arkadaşım..
Hatice Elveren Peköz
…
Aslında Suçlu Değildiniz
Ah gelip de gitmek istemediğinizin yalan dünyası…
Kiminiz zevki sefada yaşarken aksırıp tıksırana kadar tıkınırken,
Kininiz içi kof sözlerle plastik oyuncaklarla avutuluyordunuz.
Oysa dünyaya ilk gülümseyişinizle birlikte tadına alıştığınız güzelliklerden bir anda mahrum bırakılmıştınız.
Olmazların kısır döngüsü arasında, yaşamın ağır yükü insafsızca omuzlarınıza yüklenmişti üstelik.
Sevmelerden uzak, ev-bark geçim derdi derken sizi anladığını söyleyenlerin hiçbir zaman anlamadığı bir dünya küsüp gitmek istediniz belki?
Oysa aşkın gücü nice kralları dize getirmiş, nice sınırlar bayrakları değiştirmişti.
Önünüzde duvarlar, sınırlar dizi dizi.
Pencere aralıkları kadar küçücüktü dünyanız.
Doğduğunuz coğrafyadan çok uzak bir yerlerde yemyeşil dağlara hasrettiniz.
Acının çocukları olarak dünyaya gelmiştiniz belki?
Belki de sonsuz bir boşluğa açılıyordu puslu pencereleriniz.
Zamanla susturmak istediğiniz yüreğiniz pır pır ederken, sizin değildi artık.
Tüm dertlerden sıyrılıp ana kucağında yaşama ilk gülümseyişiniz gibi erişilmez çiçekler filizleniyordun bağrınızda.
Bir anda aşka veda edenlerin önüne geçip, en erişilmez bahçelerden geçmek istediniz.
Aklınızdan düşü gerçeği geçmezken, en derin sevdalardaydınız.
Umut ve sevinçleriniz gökyüzünde asılıydı üstelik.
Yine de size açık ve kapalı olan bütün kapılardan usul usul geçmek istediniz.
Kapı tokmağına destansı sevdaların mührünü vurarak günahlarımdan arınmaktı emeliniz.
Bazen de doruklara çıkıp hayın bakışlara ve kem gözlere inat, aşka dair ne varsa içinizden haykırmak gelirdi.
Hesapsızca sevdiğiniz, al duvaklı, gül kokulu sevenin ellerinden tutmak istemiştiniz.
Dünya yansa umurunuzda değildi artık.
Bir an gözlerinizi kapayıp bulutların üstünde dolaşmak, bütün korkulara set çekerek elvanı renk içinde güzel düşlere dalmak istemiştiniz.
Hepsi bu…
Çünkü siz savaşı değil, barış ve özgürlük yolunu seçmiştiniz.
Suçlu siz değil, gelip de gitmek istemediğinizin yalan dünyası…
…
Rüzgarlı Şehirler
Sensiz yaşanacaksa hayat rüzgârlı şehirlere giderim.
Sensizliğin adı yok, sonu yok.
Uzak şehirlerden dönen yorgun bir yolcu yüreğim.
İçimde hüzünlü bir eylül şarkısı, hiç olmadık yollardan geçerim.
Avuçlarımda bir damla gözyaşı bir damla deniz.
Ellerim buza keserken, gözyaşlarım karı eritir.
Sen yoksan yollarımda karlı dağlara giderim.
Ayrılığın rengi yok, ırkı yok.
Güneyli rüzgârların muştuladığı baharlar yok artık.
Gecenin ıssızlığında ay doğarken karanlıklara,
Mavisiz yaz gecelerinde duman duman olur başım.
Dalgalar hüzünle yüreğimin kıyılarına vurur.
Sensiz gelecekse ölüm,
Başımı alıp uzak diyarlara giderim.
Ayrılığa çıkan yolların başı yok, sonu yok.
Yollar batık şehirlere doğru uzanır gider.
Sarp kayaların yüzlerce keskin kıvrımları arasında kırılır yüreğim.
Yıllar hızla kayıp giderken avuçlarımda,
Rüzgârlı şehirlerin yalnızlığında mesken tutar yalnızlığım.
Sensizliğin adı yok!
İçimdeki çocuk sevinçleri, gülüşleri yok artık.
Sonsuz bekleyişler sabır taşını çatlatır!
İnce bir yağmur geçer gözlerimden.
Buralarda durmam hiç.
Bavuluma kitaplarımı koyarak uzak şehirlere giderim.
….
Siyahlı Kadın
Ey elinde ışığı taşıyan Siyahlı Kadın,
İnan ki, siyah sendeki kadar güzel olmamıştı hayatımda.
Ve o Siyah’ı kimsenin üzerinde bu kadar güzel görmedim.
İçindeki cevher tüm siyahlı geceleri yırtar, geçer!
Senle tüm renkleri paramparça eder güzelliğin.
Biliyorum, ışıkla renkler ölümsüzdür.
Ey Işığı taşıyan el,
Siyah siyah olalı, Yeşil’i bu kadar güzel görmedim.
Bütün renkler bu denli solgun kalmamıştı kimsenin gölgesinde.
O Siyahlı gölgeler ömrü billâh Yeşile öylesine sevdalanmamıştır belki?
Ve hayatında bu kadar ışıltılı gözler görmemiştir hiç.
Ey Siyahlı Kadın, sizin varlığınız yaşamın başlangıcını temsil eder.
Yokluğunuz ölümü…
Biliriz ki karanlıkla aydınlık,
Aşkla güzellik, ölümsüzdür!
….
Mavidir Rengim
Dur, düşünme arkadaşım!
Sakın dönme karanlığa yüzünü!
Bak, yaşam dörtnala koşar gelir ardımızdan.
Yanımız yöremiz dört mevsim bahar..
Dünya çocuk saflığında gökkuşağı renginde
Dışarıda, güneş arası yağmurlar…
Hüzünler keder vız gelir.
Bak, Mavidir benim rengim.
Düşünme kendi ellerinden tut bazen!
Söyle daha ne istenir yaşamdan?
Sağlığın yerindeyse milyon kere şükret
Ve aynadaki sana bir gülümseyişi armağan gönder.
Yer gök dediğimiz sonsuzluklarda keder hüzün nedir ki?
Öfken çatlatsa da toprağı, ser verip sır verme.
Sev ve ufuklara sal gitsin kederlerini.
Dur kederlenme arkadaşım.
Aynalara dönme sakın yüzünü.
Mavi, pembe, yeşille bütün renkler senin olsun.
Kalan tüm gri renkleri sen bana bırak.
Çocukların ekmeği aşı oldu mu tüm renkler ebrulileşir.
Umudu ekmeğe katık ederek mavi mavi gülümse hayata.
Bir tutam mavi, bir tutam aş-ekmeğin olsun yeter.
Bak, yaşam dörtnala koşar gelir ardımızdan.
Gün karası geceleri maviye çevirmek zor değil.
Aramızda dağlar önümüzde Akdeniz var.
Seviyorsan, çocukların gözbebeklerinden öp.
Düşünme,
Her şey birden bire gelir.
Belki duyu ötesi sonsuzluklara dair bir düşün vardır.
Belki mavinin içinden geçivereceksin, kim bilir?
Bak, mavidir benim rengim.
Yaşama davetkâr şiirlerim,
Denizler kadar mavilerim var.
…
Yollar ve Yıllar Boyu
Bir yanım İstanbul bir yanım memleket bugün.
Kalabalıklar arasında yalnızlaşan süs çiçeklerine selam olsun.
Ah İstanbul ah…
Ne gelene dostsun artık ne de gidene üzülürsün.
Tutma ellerimden İstanbul.
Sana ne dost ne de düşmanım.
Sen ansızın yoluma çıkan al yanaklı Suriyeli kız
Çek yanağını araba camından!
Bakma, demirden ağır masumluğun yüreğime dokunur.
Yüreğim ki asırlar boyu acılar sarmalıyla yaralı!
Ah Suriyeli kız ah!
Yollar ve yıllar boyu dinmeyen bu hüzün bu ağıt nedir?
Nedendir can damarlarımızda akan kanı toprağa dökeriz?
Bir yanım yollarda bir yanım Karadeniz Akdeniz bugün
Yollar ve yıllar boyu gelip geçene gülümseyen bir Kayın ağacıyım dağlada.
Yollarda akıp giden tüm yolculara selam olsun.
Yollarla kardeşim bugün…
….
Teze Mezarlarda Çiçekler Açmaz (ANNAME 1932-1991)
Kapıyı usul usul aç, uzak yollardan geldim annem.
Yaşlı mevsimlerin ardından taze bir soluk getirdim senin için.
Sarışın bir yaprak gibi toprağa düştüğün günden beri yastayım.
Teze mezarlarda çiçekler açmaz bilirim.
Taze ağaçlarının soluğundan bir tutam yeşil getirdim annem.
Senle gökyüzü yaldızlı dev bir çerçeve oluverirdi birden!
Şimdilerde adınla kar beyazı eller duaya açılıyor bak.
Oysa toprağa bir gül yaprağı gibi düşmüş taze bedenler kahırlı.
Taze mezarlardan baş uzatarak ağır ağır doğruluyorlar.
Başlar maviye, şiire, gün ışığına hasret!
Ölüm, ataların suskunluğu kadar eski ve sonsuz bir hikaye…
Taze bir düş getirdim hiç doğmamış baharlardan annem.
Yeryüzü, kocaman yasaklı bir bahçe şimdi...
Sanal alemlerin şiir sunağı, allı mavili değil bil.
Baharlara giyinmişken düşlerim, varla yok arası kadar soyut, yalın buruk gülüşlerim.
Şiirlerim denizler kadar gerçek, yeryüzü bahçeleri kadar yeşilde mavi!...
Başını kaldır ben geldim annem.
Şimdilerde kadınlar küllere resimler çizmiyor çocuklarına.
Kimi kadınlar parmaklarının ucuna takmış dünyayı, aşk ve özgürlükten dem vurmakta…
Çocukları masalsız ve sığ büyürken, saksılarda yeşermiyor umutları.
Gri ve uzun eteklerindeki taşları götürüp eskicilere (psikologlara- hocalara) döküyorlar.
Kiminin içmeden, yağmur mazgallarına dolaşıyor ayakları.
Sıvası dökülmüş, güneşli, eski balkonlu evler yok şimdi annem.
Kadınlar betonarme gökdelenlerde mutsuz!
Saçlarını gün ışığından gizliyorlar.
Birileri sığ ve ürkek bakışlı kadınların gözlerine mil çekiyorlar.
Ellerinde dünyaya açılan dar çerçeveli pencereleri, (TV -TEL-PC) var kadınların.
Toprağa değmiyor hiç ayakları…
Yeşile, toprağa dokunmadan, hissetmeden yüzeysel(sanal) konuşuyorlar.
Sığ ve manasız şiirleri, modaya uygun.
Hazıra konmuş (şablonlarla) üç beş sözcükten ibaret kurdukları cümleler.
Kiminin gökyüzü çerçevesi içine yazıp çizdikleri şiirleri resimleri yasaklı…
Yoksun ya yeşiller, maviler yastadır annem.
Nedense, bir akşam vaktinde sislerin ardında yitip gittin.
Kocaman banal bir dünya bıraktın ardında.
Şimdilerde kimi anneler içi Ortaçağ’dan kalma masallar anlatıp boş gözlerle bakıyor çocuklarına.
İnsanların kimi yapmacık ve çoook sahte…
Birden çok maskeyle dolaşıyorlar karanlıklarda.
Ama çoğu kendi gölgelerinden korkan yoz ve içi kof insanlar..
Çocukluğumdan taze bir soluk almaya geldim, uzat ellerini annem.
Parmaklarımın ucuna baba basa yürüdüm geçtiğin yollardan.
Geçmişin tınısından gelen bir melodiyi dinlerken hep sen varsın aklımda.
Renksiz ve sessizliğe bürünen bir dünya bırakıp gittin.
Anlatılan her masalda o kaçınılmaz sona adım adım yürümek gibi.
Ayrılık ölüm kadar hüzünlü, aşk zaman üstü gibi eski bir hikaye…
Teze mezarlarda çiçekler açmaz bilirim.
Mezarlar gül bahçesi seni kucaklayan topraklar cennetin olsun annem…
…
MAVİ PETUNYA
Her yağmur öncesi bir kelebek kanatlanır içimde.
Milyon kere duyumsarım aşk yüreklerdedir.
Canımı dişime takarak,
Mavi Petunya olmak için
Gökkuşağının içinden geçmişimdir.
Güneşe karşı durarak
Umulmadık uçurumlarda çiçekler açmak için,
Geniş zamanlara yayılan sevgiyi yükleniyorum.
Her yağmur sonrası bir kelebek büyür içimde,
Sayfalarca şiiri kelebeklerin tül kanatlarına yazmışımdır.
Geçmiş zamanların tınısı kulaklarımda hala.
Kurduğum çocuk düşlerim içimde kırılır kalır.
Sözün bittiği yerde,
Son deminde ömrümün kıyısında durarak,
Mavi petunyaya oluyorum…
Durup yıkılan ağaçlara sarılıyorum kimi gün.
Sesini duyuyorum dalgaların peşi sıra…
Her yağmur öncesi bir kelebek kanatlanır içimde.
Gidip kalmak arasında o ince çizgide durarak,
Düşünmeden her şeyi bırakıyorum.
Gökyüzünü çatlatsa da aşk,
Toprağa karışsa da birçok kavmin çocukları,
Milyon kere duyumsuyorum,
Aşk hala yüreklerdedir…
…
O KADAR
Biraz kum, biraz deniz
Bir su damlasıyım dağlarda
O kadar…
Biraz düş, biraz hayal oldum sonra
Durmaksızın uzaklar çağırır giderim
Bir yanım aşka tutsak
Bir yanım dağlara dayalı
Sonra yalnız bir şair oldum
Bu kadar…
Biraz kül, biraz duman
Bir kar tanesiydim dağlarda
O kadar…
Durmaksızın uzak yıldızlar çağırır giderim
Bir yanım su, bir yanım ateşe dayalı
Yalnız bir yıldızaydı tutsaklığım
Sonra garip bir şair oldum
Hepsi o kadar…
….
DELİ KIZ
Sen dingin çağlarımın
Deli kızı…
Nerden girdin dünyama?
Gözümde nem
İçimde hasret oldun
Sonbaharların sonunda,
Gönlümde açan bahar dalı…
Yapraklarla düşerken saçlarıma,
Deli rüzgârlarla savrulup
Dolaşırsın ellerime.
Göğün mavisini yırtan bulut,
Alaca bir kuş gibi,
Konarsın dallarıma…
Sen deli kız!
Sevgiler büyütürken sevdalarda deli deli
Ben denizin dibinde çırpınıp,
Hırçın dalgalarla boğularak,
Gözlerinden vurgun yedim!
Sen deli kız,
Kış ortasında bahçemde açan bahar dalı
Nerden geldin dünyama?
İçimde bitimsiz sevdalar,
Ay ışığıyla düşlerime düşlerime…
Gözlerimde dinmeyen yaş,
Öbek öbek hasret oldun...
…
Aforizmalar
Güne mavi-yeşil düşlere uyandım.
İçimdeki maviye düşkün çocuk “gülümse” dedi usulca.
Kuş cıvıltıları tüm seslerin ötesinde..
Yaşamın tüm renkleri bir nefes kadar ötelerdeydi.
Seslere ve renklere kanarken hep aynı ağacın altında buluyorum kendimi.
Maviye gitsem denize olan tutkunun lüzumsuz sadakatten olduğunu düşünüp küsebilirdi.
Asıl olan bir karenin içinde hayatın dışında olan her şeyi görmekti
Yaşamın içinde bir dalga boyu yeşil, bir tutam mavi vardı.
Mavi ile gri arasında gidip gelirken yüreğim onu seçti.
Milattan önce ve sonrasında kalan ne kadar kötülük varsa götürüp eskicinin (Psikolog) eteklerine döktüm.
“Martılar, yüreğimin mavi çığlıklarını duysa sonsuza kadar susardı”, diyorum.
Grilerin itici ve incitici hallerinden korkmuyorum
Ama hayatımda ani değişiklikler yapacak cesaretim yok artık.
Korkmaktan da korkuyordum.
Eskici, bir an mavi ufuklara bakarak dalıp gitti.
“Arkana aldığın manzara ile kendini tamamlıyorsun” dedi usulca.
Yüreğimden kopan kocaman mavi bir çığlıkla haykırdım.
Pekala, içe dönük mutluluklar yaşamak mümkündür! dedim ve sustum.
Eskici konuştukça tüm renkler gül yaprağı gibi cümlelerden bir bir düştü.
Ötelerde, bir martı havalanıverdi birden.
İçimdeki sesler yeşilli çoğaltıp maviyi seçti.
Eskici, “var olduğun kare mutlak gerçektir” derdi ve çekip gitti.
Bu bir ağaç da olsa; insanın çağıranı varsa o yere gitmek kaçınılmazdı.
Elbet her dalga sesinde aforizmalar aramanın gereği yoktu.
Maviyle yeşili milyon defa anlamlandırdığımı, Eskici nereden bilsindi?
Oysa yaşam bir dalga boyu ötelerdeydi.
Zaman zaman deniz çağırır, ona giderim.
Çantamda kitaplar, notlar, şiirler ve dalga sesleri...
….
Yüreğim Üşür
Her gün dönümünde düşerim yollara yalnız.
Kas katı kesilir ellerim,
Varla yok arasında yüreğim üşür.
Bir yanım gül bahçesi bir yanım uçurum!
Yalnızlık gökyüzünde bir kara delik
Bir “gün” doğsa umutlarıma,
Bir yanım sen olurdun bir yanım deniz...
Düşle gerçek arasında ellerim üşür...
Yazda buza keserken yüreğim,
Kaskatı kesilir gül.
Önce su olurum,
Sonra toprak..
Uçurumlar kıyısında yaprak yaprak savrulurum.
Varla yok arasında bazen özgür bir kuş olurum.
Tutarım kendi ellerimden.
Gün geceye girdiği anda kapı kapı sevgi dilenirim.
Sahte eller dokunca ellerime
Düşerim, yıkılırım!
Dokunamam güllere,
Yüreğim üşür...
…
ÜZÜLÜRÜM
Yanlılığının derinliklerine beni çekme kadın.
Bilirim o yalnızlığın içindeki yangını.
Yüzyıllardır gözlerinden akan yaşalar kanlı…
Naçar kalmış yüreğinin kuytularında karanlıklarda çiçekler filiz vermez,
Gül büyümez bilirim.
O kahredici yalnızlığın peşinden sürüklenirken ömrün,
Nefretin kordan ateştir,
Akan yaşların zehir!
Ondan mıdır ne?
Yaşamdan çok ölüme yakın durursun?
Ama bil ki o kör yalnızlığın dipsiz bir kuyu.
Sessizliğin dünyadaki umut dağlarını yıkmaya yeterli.
Kahredici yalnızlığına beni de ortak etme kadın.
Bilirim çaresizliğinin içinde yüreğin alev alevdir.
Ruhun öyle bir ateştir ki evin bir yangı yeri.
O ateşler ki gözlerindeki feri söndürmeye yeterli.
Ah bilirim ellerin yaşamın son demine tutunur.
Gözlerin uçurmuşların kıyısında çaresiz seni anlatır.
Ezikliğini çaresizliğini anlar üzülürüm.
Ondan mıdır ne?
Her bir yeni bebek doğuşuyla yaşamdan ağır ağır uzaklaşırsın!
İçindeki nefret büyüdükçe isyan denizlerinde kaybolursun.
Yalnızlığın çaresizce yanaklarına süzülür.
Yolun son deminde durup ölüme çağırma kadın.
Sen nerden bilebilirsin ki beni?
Sevgi nehirlerinden hiç akmadın ki.
Birkaç adım gerinden yürüyor olsam da hastalıklı bakmıyorum gözlerine.
Bırak düşünme derin derin.
Bir damla olsa da sevgiyi deryalara çevirmekle meşgulüm.
Yüreğimin derinliklerinde aşk şiirleri püfür püfür…
Karanlıklar içinde olsam matem tutmam.
İçe dönük mutlulukla sevgi şallarına bürünür yaşam dolu nehirlerden geçerim.
Öyle asırlar öncesi zamanlardan bakma kadın.
Senin karanlıklarından nefretinden korkmam hiç.
Kahredici yalnızlığını, çaresizliğini…
Kara kışını, karını…
Fırtınalarını al götür.
Ama dur!
Sakın ağlama kadın.
Sen ağladıkça yüzyıllardan kalma kadın ağıtları düşer aklıma.
Sevgisiz kadınları düşünür üzülürüm…
….
DELİ KIZ
Sen deli çağlarımın deli kızı,
Dalgalı saçlarına tutsak olduğum güneş saçlı sevgili!
Nerden gidin dünyama?
Sen göğü yırtan mavi ışık,
Sevdalar büyütürken benden habersiz
Bir gözlerinden vurgun yedim.
Sen baharları kıskandıran güneş saçlı sevgili.
Kış ortasında bahçemde açan bahar dalı!
Nerden geldin dünyama?
Yüreğime bir telaş,
Bahçemde öbek öbek hasret oldun.
Sen uzakların düşünü kurarken,
Bir gözlerinden vurgun yedim!
…
MERHAMETLELİ YÜRER
Ben bir çölde değil,
Dağların koynunda doğdum.
Köyümün sevgi yağmurlarıyla yıkanıp,
Gönül bahçelerinde boy verdim.
Vadinin çiğ kokuları sinerek saçlarıma,
Ben bir kez değil,
Her mevsim yeniden doğdum.
Ben kutuplarda değil,
Akdeniz’in en güneyinde doğdum.
Bir sarmal yaya sığdırırım dünyayı
Sevginin şifresi çözmek için
Köyümün karlı yollarında koşup
Sevginin sarayına girdim
Çiğli toprağın ıslattığı gözlerde
Merhametli yürekleri gördüm...
….
SUSTUM
Kaç zamandır hala böyleyim.
Onlarca kuş konar-göçer dallarıma,
Meçhul diyarlardan gelir giderdi.
Onca kalabalığın içinde
Tanıdık tanımadık kim varsa?
Anlattım onlara seni…
Onlarda seni bana sordular.
Sustum…
Ellerimde kâğıtla kalemim
Kaç kez yazdım gerçeği,
Kaç kez yaktım şiirleri.
Derken her gece karanlıklarda
Un ufak ettim sensizliği.
Bir de yalnızlığı…
Gel gör ki yalnızlık çok ağır,
Beklemek ölüm gibi.
Ondan bir an olsun unutamadım.
Yüreğime ektiğin sevgi çiçeğini,
Bir türlü söküp atamadım,
Olmadım çocukluğumdaki gibi.
Sustum…
…
Hep O Şarkı 1995
Demek ki artık gidiyorsun!
Öyle sessiz ve karalı…
Bu suskun olduğundan belli
Bir şehri tarumar edip
Yüreğinden vuruyorsun.
Demek ki artık gidiyorsun!
Ardına bakmadan vedasız…
Duraklar ise sensiz.
Duraklar yine yalnızlarla dolu.
Yolarda eski bir seyyah gibi…
Dilinde hep o şarkı.
Demek ki unutuyorsun
Buralarda bendeki seni
Yüzünde buruk bir tebessüm
Yükün ise çok ağır...
Burk gülüşlerinden belli.
Gözlerinde ise çiğ damlaları…
Acılara kayıtsız kalıp
Yüreğinde hep o şarkı...
….
GÖÇEBE
Yağmurlu bir günün akşamında
Başımı alıp gideceğim buralardan
Yollar aşınsın, dağlar aşılsın diye…
Yine de belli olmaz, sonbaharda giderim.
Sevginin dökülen yapraklarını
Görmeyeyim diye…
Yaşam, boyası kurumamış bir resim gibidir,
Silmek için yeni baştan her şeyi...
Karanlık bir gecenin ardından
Her şeyi bırakıp gideceğim buralardan.
Denizler durulsun sular çağlasın diye…
Savrulsam da fırtınalarla,
Zemheri ayında doğmasa da güneş,
Şafakla düşerim yollara.
Elimin gücümün yettiği yere kadar
Duyumsayarak sevgiyi gitmeliyim...
Kimse sormamalı, bilmemeli beni
Yaşadım mı, öldüm mü diye…
Ufuktan yansıyan ilk ışıklarla
Gideceğim buralardan.
Yıldızlar ışısın,
Ay yolumu aydınlatsın diye...
Bilinmezlerde olsa yollar,
Ayın rehberliğinde o gün,
Göçeceğim buralardan.
Ellerim havada, dillerim duadadır.
Çigan müziği çalarken uzaklardan,
Mayınlı sınırlar aşarak gideceğim...
Bir gün günbatımına doğru
Çekip gideceğim buralardan.
Elimde kâğıt, kalem, bir de kibritimle
Yakarak tüm anıları gideceğim…
Öyle sessizce göçerken buralardan
Kimse bilmeyecek nedenini
Neler yaşadığımı kimse görmeyecektir.
Gün doğarken göçmen kuşlarla,
Yüreğimin sancısına tuz basarak,
Seyyah olmak için yedi kıtaya,
Göçebelerle yollara düşeceğim…
Gecede ay yolumu aydınlatsın,
Kuşlar yol göstersin diye...
Bir maviye vurgun,
Sözlerine dargın gideceğim…
….
TOPRAK GİBİ
Ben susuz toprağın elleriyim
Toprak çağırdı mı giderim?
Çağrıştırıcı çekici, kokusuna…
Onun sıcaklığı çeker beni.
Ayaklar altında olsa da yüreğim,
Adım adım yaklaşsam da ona,
Kayıtsızca severim.
Sevgi toprak kadar sıcak,
Sevgili toprak kadar sevili…
Doğmaktadır topraktan sevgi
Yoktan var olmakta belki?
Ben çorak toprağın suyuyum.
Zamanı geldi mi çağlarım?
Her mevsimde bir başka rengi…
Toprak çorak, toprak çiğli,
Ana gibi, yar gibi.
Ondan yeniden yeşerir dallarım,
Sevgiden yeniden doğarım belki?
Yedi veren ağaçlar gibi,
Ömrümü ömrüme adarım
Sevgiler çoğaltırım ondan,
Hava gibi, su gibi...
…
ZEHİRLİ ÇİÇEK
Sen başlangıçlı yıllardan sonra,
Sınırsız yollarındayım aşkın.
Gün aşırı düşüncelerimden geçerken,
Yanardağ alevinden geçmişimdir.
Susuz, yorgun ve sensizim…
İşte o gün bu gündür, uçsuz bucaksız çöllerde yol alıyorum.
Yakın oluşlarımızda bir vahadan geçiyorum.
Uzak oluşlarımızdan, zehirli çiçekler derliyorum.
Böyle anlarda bazen bir şarkı geçiyor içimden
Hiç bilinmeyen köylerden geçiyor söylenmemiş şiirler yazıyorum.
Durup bir an duru göllerin suyundan içmek istiyorum.
Ama içmek istediğim su zehirli!
Su içinde suya haset,
İçemiyorum…
Her seferinde biraz daha susuz yol alıyorum.
Cennetin ırmaklarından içerim diye kendimi avutuyorum belki.
Yakın olup da uzak oluşlarımızda kutuplardan geçiyorum kimi gün.
Kutuplarda çiçekler açtırmak istiyorum senin için
Ama bütün çiçekler zehirli…
Yinede bir vahadan geçmek için yanardağ alevinden geçiyorum
Sen başlangıçlı yollardan geçiyorum.
Sevgi ışığı yanmayan köylere bir tutam aydınlık,
Bir yudum özgürlük için…
…
MASALSI BİR DÜŞMÜŞ YAŞAM
Kaç zamandır yazmak istiyordum.
Sevmek sevilmek adına ne varsa yaşamak…
Yazmak sevene daha yakın olmaktır,
Sevgiyi yaşatmak adına ne varsa
Ölümsüzleştirmektir bir anlamda.
İstersen bir daha geçme düşlerimden.
Yüreğimin atışından duyumsarım seni.
Portakallar çiçeğe durmuş ağaçlar yeşile vurmuştur.
Eskilerden kalma aşk masallarını mümkünü varsa unut.
Mutlak bir düş bir şiir kalmıştır ceplerinde.
Geldiğin gibi gidemesin hiç.
Yüreğin ise kanamak üzeredir…
Havanın sakinliği suların akışından bilirim.
İki yürek arasında mentcezirlerle gider gelirsin.
Uzak diyarlarda olsan da varlığını bana hissettiren kuvvetle duyumsarım.
Yokluğunun öteki adıdır ayrılık.
İşte böyle iki gözüm…
Masalsı bir düşmüş yaşam.
Söylemesen de sessiz duruşundan bilirim seni.
Yüreğin kalmışken bende,
Şimdi dilediğin sevgilerin düşünü kur.
….
SORMAYIN
Boşuna kusur aramayın bende
Uzak çok uzaktı sevgi...
Ne oluyor diye sorup durmayın!
Tuzak bir tuzak belki...
Boşuna dert aramayın bende
Yoksa şiirler yazmazdım deli divane.
Ben de hala anlamış değilim.
Siz mi değişen yoksa ben mi?
İnanın sıyrıldım tüm acılardan...
Aydınlık yarınlara bakar gibiyim.
Boşuna gözyaşı aramayın bende
Fırtınanın yaşları dindi artık
Uzak çok uzak olsa da
Kış ortasında baharları yaşıyorum dört mevsim gibi.
Siz gerçek dostlar üzülmeyin.
Bakın, içim dışım değişti.
Yollarımız ayrılsa da şimdi,
Sevgiler çağlar, coşar gibiyim.
İki de bir yargılayıp durmayın.
Ben kimseyi unutmadım.
Önce siz çekip gittiniz.
Bir tutam gerçek sevgiyi
Samimiyetsizliklerde tükettiniz.
Dostluğu siyasallaştırıp,
Gönül tarlalarınızı güze çevirdiniz.
Gönül sarayınızı yıkıp naçar ettiniz.
Hiç sevmeyeceksek özünden duymayacaksak sevgiyi,
Neden yaşayalım?
Hadi siz söyleyin!
….
CEVİZ AĞACIM 2002
Bir göç mevsimidir sonbahar.
“Erkenden uyanmak ve gitmek gerek” dedim içimden.
Yüküm ise çok ağırdı.
Önce eski şiirler soluk sayfalar arasından uğultuyla geçtiler.
Sonra söylenmemiş en güzel imgeler ateşe düştüler bir bir.
Eski dost vurgunu yaralar kanrevan içindeydi,
El yarası dil yarası ve daha neler neler…
Uzaklardan bir ses ceviz ağacı yaprakları arasından seslendi birden.
“Dur ve portakal çiçeklerine doğru yürü!
Gitmen ve yaşamayı yeniden öğrenmen gerek” dedi usuldan!
Bense sarp uçurumların kıyısında durarak, her gün biraz daha yakın duruyorum ölüme.
Her sevinçten vazgeçiyorum birden.
El yarası dil yarası ve daha neler neler…
Sonra bir akşamüstü düşler ve sesler uğultuyla geçtiler.
Akdeniz karşıdan mavi mavi gülümsüyordu.
Az ötelerden bir Ceviz ağacı seslenendi yeniden.
Sonra geldi dallarını taa önüme kadar eğdi.
Bense uçurumların kıyısında, ha düştüm ha düşeceğim.
El yarası dil yarası ve daha neler neler…
“Hey ölümlü insan, dur hemen bırakma kendini.
Ölümle kardeş olunmaz!
Kaldır başını göklere doğru.
Bak bulutlar Akdeniz köpüğü gibi puğ puğ.
Yaşam sonsuzluklarda ulu bir çınar.
Bırakma kendini gözyaşı denizlerine.
El yarası dil yarasına ve daha neler neler...”
Ceviz Ağacının sesi bahara çağırır gibiydi?
Yaşam ise zamanın uzamında bir liman…
Onu bir ben duydum, bir de göçmen kuşlar…
O söylüyordu ben ağlıyordum, ben söylüyordum kuşlar ağlıyordu.
El yarası dil yarası ve daha neler neler…
Ceviz ağacı sonbaharda rüzgarla serenat yapıyordu;
“Hey, duy sesimi!
Başını öksüz çocuklar gibi eğme!” diyordu usuldan!
“Yaşam denilen dönence kör bir tuzak!
Bırak kopacaksa kopsun fırtınalar.
Savursun isterse oradan oraya deli rüzgar.
El yarası dil yarası ve daha neler neler…
Ceviz ağacım bir benle ve bir de rüzgârla söyleşiyordu.
“Bak önünde portakal ormanları çiçek çiçek.
Akdeniz alabildiğine mavi…
Yer gök dediğimiz sonsuzluklarda,
Yaşam nedir ki, sonsuzluk ne demek?
Her şey uyuyup uyanmaktan ibaret değil mi?
Unutma söz söyleyene aittir.
El yarası, dil yarası ve daha neler neler…”
Hakikatli bir dost gibiydi Ceviz ağacım.
Sevgiyle dallarını önüme kadar eğdi ve seslendi usuldan!
“Ey ölümlü insanoğlu, gülümse” diyordu.
Yaşamla özdeş olmuşçasına sev.
Bak, bende su içinde suya hasretim.
Kalabalıklar arasında bozkırlarda yalnız bir çiçek.
Tutun dallarımdan yoksa ağlayacağım!
El yarası, dil yarası yakacak dallarımı.
Kuşların kanatları yanacak sonra,
El yarası dil yarası ve daha neler neler…
Ceviz ağacım rüzgârla söyleşiyor ben ağlıyordum.
Sonra uçurumların kıyısından geri döndüm birden.
Saçlarıma bir tutam mavi, bir demet portakal çiçeği taktım.
Tüm anıları gömdüm bir bir toprağın en derinliklerine.
Arkadaş dost vurgunu, vurana söz söyleyene aitti.
El yarası dil yarası ve daha neler neler…
…
EL KADAR YÜREK
Nedir bu halin Ay kız?
Neden bu yaşlar?
Bu gam bu figan!
Hicranın zamanı değil
Daha senin için mevsimlerden bahar
Henüz güz değil ne de hazan.
Dur söyleme Ay kız!
Derdini biliyorum ben
Öyle kapıp koyuverme kendini hemen.
Baharda ağlamak olur mu hiç?
Öyle el kadar yürek tutsak...
Hele dur sen biraz,
Nedir ki bu acelen?
Sevmenin de zamanı var.
Öyle kaptırma hemen kendini,
Bak ağlama diyorsam bir sebebi var.
Ben sana Ay kız;
‘Hiç sevilme’ demedim ki!
Eğer seveceksen hemen,
Bir mevsimlik çiçeği koklar gibi,
Baharın bir kez geldiği gibi sev.
Sen delisin Ay kız!
Seveceksin ama ağlamayacaksın,
Özleyeceksin ama ölmeyeceksin,
Gerektiğinde ruhunun derinliklerine gömeceksin.
Çekip gideceksin istediğin an...
Arkanı döndün mü?
Unutuvereceksin hemen…
Nedir bu halin Ay kız?
Harap edersin kendini.
El kadar bir yüreğe,
Hapsedersin benliğini
Güz gibi solarsın öyle.
Ama fayda etmez gibi,
Her söylediğim söz...
Sana laf anlatmak var ya Ay kız;
Suya yazı yazmak gibidir...
….
SON GÜLÜMSEYİŞ
Damla, annesine zoraki bir gülümseyişle baktı.
Anne iç çekişlerle odadan çıkıp gitti.
Her yer karanlık ve sessizliğe bürünmüştü.
Genç kız dalgındı, gözlerini yumdu.
Sonra bedeni sarsılarak uyandı.
Tuttu bir şiir daha yazdı.
Bir an için kendini gerçek sevdalı sandı.
Şiirlerin büyüleyici dizelerine kanmış,
Sessiz dünyasında ne varsa haykırmalıydı.
Damla yaşama son bir gülümseyişle baktı.
Ölüm başucunda hücreleri yüzde doksan kanserdi.
Üstelik yarın anneler günüydü.
Annesine şiirler yazmalıydı.
Ah bir iki dizelik nefes daha alamaz mıydı?
Oysa zavallı kalbi her şeye rağmen yaşama inanmıştı.
Umut ise uzaklarda bir limandı.
Suskundu, yaşama biraz daha direndi!
Ve son bir şiir daha yazdı.
“Bugün kalbim kuytularda ey ölüm!/
Kuşları, cam kırıklarını/
Annem için, GDO’lu tohumları yazmalıyım./
Yeniden özgürleştirmeliyim kuşları./
Yüreğimde bir burç gibi örülü ey dağlar,/
Bir gün umudum gerçeğe dönmese eğer/
Anneme söyleyin, bir mayıs kelebeğiyim ben!/
İstemem, genetiği bozuk, kokusuz, yapay güller getirmeyin!/ “
Anneler Günüydü...
Annesi odaya gözyaşlarını gizleyerek girdi.
Perdeleri araladı gün doğmak üzereydi.
Oda birden aydınlandı.
Genç kız gülümseyerek uyuyor gibiydi?
Küçük elleri taş soğukluğunda kaskatı kesilmişti.
Kızına dokundu, öptü, acıyla sarstı!
Damla sonsuz uykuya dalmak üzereydi.
Zoraki gülümseyerek annesine baktı.
Gözlerini kapadı.
Kalemi yere düştü.
Başucunda kitapları...
Yınıbaşında renkli sayfalara yazdığı yaşama son bir gülümseyiş salan şiirleri
…
O Evin Yalnız Köşeleri
Mevsimlerden sonbahardır artık
Gitmek ve kuşlarla yollara düşmek zamanı…
Giderken hazan mevsiminde sarı yapraklar onun rengi olur
Ayrılık ısısız limanlarda pusuda bekler…
Evlerin yalnız kapıları kapanırken,
Bakire kızların gelinlikli hayalleriyle süsler dallarını
Allı tüllü düşlere uyuyup uyanırdı.
Tutamaz artık zamanı,
Bir sabun köpüğü gibi avuçlarından akıp gider.
Gençliği bir serap yıldızı gibi akıp giderken çocuklara gülümseyemez.
Akşamları sakladığı allı tüllü gelinliğine sarınarak duvarlara asar.
Gün doğmadan bohçalara sarıp sarmalayarak küflü sandıklara yeniden..
Aynı film şeridi gözlerinin önünden geçerken ağladığını göstermezdi hiç.
Her gün dönümünde, ıssız limanlarda gemilere el sallar sessizce.
Yüreğinden kalkan trenler hiç bilmediği şehirlerden geçer.
Yükü sevda umut taşır, hiçbir zaman yaşamadığı...
En onmaz düş kırıklıklarında bile bir kuş gelip penceresine konuverir.
Gün batımında hayalleri yel değirmenlerin gölgesinde uzayıp gider.
Topraklar suya kanarken karayel üşütmez ellerini.
Yaşama meydan okumak isterken ömrü takvimlerden yaprak yaprak düşer.
Şiirler, şarkılar onun gölgesinde ıssızlaşır.
Bilir ki sarı yaprakların konfeti eşliğinde tüm radyolarda bir sonbahar şarkısı çalıyordur yeniden.
Ve bilir ki bütüm bakire kızlar küflü sandıklarında gizler hayallerini.
Sandıklarla kapılar açılmamak üzere birer birer üstüne kapanır.
O ise geceleri bütün bakire kızların adına o evinin yalnız köşelerinde mumlar yakar.
Sona varışlarda, çizgilenmiş yanaklarına yağmurlar düşer yalnızlığın ısızlığında.
O evlerin yalnız köşelerinde şiirler sessizleşir, şarkılar dilsiz olur.
Yeni gelinlik kızlar şarkılarını günbatımında maviye karşı söylenirken,
O hiç gelmeyecek sevgiliyi umutla bekler.
Son tren ve son gemi kalkıp gider bu limandan.
O evin usuz köşelerinde allı tüllü düşlere uyuyup ve uyanırdı.
….
ÖZGÜRLÜK/ BARIŞ/ SEVGİ/ UMUT / 1994
Ben bir devrimci ülküsüyüm.
En azıyla yetinirim her şeyiyle dünyanın.
Çünkü ben çok şeyi güçlüklerden koparıp aldım hayattan.
En azından şükretmeyi bilirim!
Olmasa da evim barkım sarayım,
Gönül sarayında yaşar,
Sevgiyi bölüşürüm,
Yarım olsa da ekmeğim...
En azıyla yetinirim birçok şeyin.
Para pul her şey değil…
Var mıdır baki olan saltanat?
Emanet değil midir birçok şeyimiz?
Varsın olmasın hırkam potinim.
Hayatım olsa da zemheri ayı,
Sevginin sıcaklığı yeter,
Bir onunla ısınır yüreğim...
Çok şeyim olmadı belki hayatta.
Ben kitapların zenginiyim.
Her şeyi güçlüklerden koparıp aldım.
En gücünden sevgileri…
Belki de yaşama nedenim bundan?
İnsanlar uyurken onların yüreğine sevgiler ekerim.
Bir damla olsa da umut onu yüreğimde göl eylerim.
Bir kurşun olsa da sevgi onu çiçeklerle beklerim.
Nasıl olsa böyle de dokunur ellerime,
Böyle de yüreğime değer belki...
Neyleyim fazlasını çok şeyin,
Hesabını vermem ki.
Yine de en azıyla yetinirim her şeyin.
Bir ödül değil midir yaşam?
Soluduğumuz nefesin her zerresi,
Bir mucize değil mi?
Dönüşü olmayan o meçhul yolarda.
Yaşam uyuyup uyanmaktan ibaret…
Nedir ki götüreceğimiz?
İki arşın bez, bir avuç toprak,
O da süresiz değil.
Bir namazlık saltanatım olacak bekli?
Bu daha dünden belli...
En azıyla yetinmeliyim her şeyin.
Verilmeyecek hesabı olmasın bütün sevdiklerimin.
Dualarım hep iyiler için.
Yeter ki, kibirlik yolundan geçmeyeyim,
Neferin katı gömleğini giymeyeyim hiç!
Gün olur her şeyin hesabı sorulur,
Verilir gerçek hükmü birçok şeyin.
Sevgi ile kötülüğün...
Ben bir iyilik bekçisiyim.
Emeğin hakça bölüşülmesini isterim.
Nedendir kimse görmek istemez gerçeğin asıl gerçeğini?
Elbette bir gün ödenecektir birçok şeyin bedeli...
Neyleyim fazlasını birçok şeyin?
Sevenlerin ellerindeki sihirle vız gelir şanı, şöhreti yaşamın!
Yeter ki ölüm olmasın, aç kalmasın hiç kimse.
Herkes sevgiyle avunsun isterim.
Çocuklar ağlarken ben kahrolmayayım.
Toprak olmak isterim sere serpe ayaklarına.
Yediveren ağaçlara dal budak.
Başaklar dolusu ekin tarlaları…
Çocukların al yanaklarında güller açsın,
Küçücük yüreklere bir gülüş olmak isterim.
Yaşayabilirim birçok yokluğu.
Yurtsuz, evsiz topraksız...
Yaşayabilirim yoksulluğun en katısını.
Aşsız, ekmeksiz soğukta...
Bir özgürlük türküsüydüm dillerde.
Emekçinin işçinin hakkını yiyene, savaş yanlılarına düşmanım.
Savaşlar yeryüzünü cehenneme çevirirken,
Kazanan kaybedenden belli değil....
Özgürlük/ barış/ sevgi/ umut…
Olmasaydı ben kendim olamazdım,
Bulamazdım öz benliğimi.
Yeraltında kayıp şehir,
O şehirde bir masal bir düş bile olamazdım.
Sevgisiz ölü bir deniz bile değilim...
Biliyorum yaşayamazdım, yazamazdım hiç.
Soluyamaz nefes alamazdım onsuz!
Olamazdım başım dik ve ayakta.
Kuru bir yaprak bile olamazdım.
Naçiz ömrüm o anda tükenir!
O an kuru bir nehir olurum,
Yeraltında kayıp bir şehir…
…
GEL-- 1999
İsminiz aklımda takılı kaldı.
Ne çok anlamlar yüklüyor sevgiye akan yüreklere.
Şarkılar ağıtlar denizinde yüzdürüyor insanı…
Bir anlamda "baskılanmayı tabuların altında ufalanmayı, ertelenmeyi, körü körüne bağlılığı" simgeliyor…
Ne olur kardeşim, arkadaşım isminle cisminle bütün varlığınla gel.
Gel de yüzyıllarca köreltilmiş sindirilmiş kadınların öykülerini yazalım.
Senin, benim içinde olan kocaman okyanusları barındıran yürekli insanları yazalım.
Sonra da tutup kendi ellerimizden,
İçinde seni- beni anlatan çocuklara masallar anlatalım...
Gel de yüzümüzü rüzgâra güneşe çevirelim hiç korkmadan.
Elleri duaya açılan kadınlara mutluluklar dileyelim.
Dünyanın en geri kalmış köhne şehirlerinde,
Katı yürekli robotlaşmış kadınlara insanlık dersi verelim.
Savaşlar olmasın çocuklar ölmesin diye el birliğiyle edip eyleyelim güzel olan ne varsa.
O uzak köylerin, düşler ülkesinin çocukları sizler de geliniz.
Gelin, bütün kötülüklere inat özgürlük şarkıları söyleyelim.
Sonra gözlerini keder kaplayan kadınların acılarının izini sürelim.
Yüreği ağıtlar bağlayan içi kanayan anaların acılarını sevgimizle dindirelim.
Sonra dünya çocuklarıyla beraber büyük bir kıtanın ortasından durarak
Bütün kötülükleri retedelim!
Siz sevgili çocuklar…
Neden bu kadar çok korkular biriktirmektesiniz?
Neşesi yitik nasıl da solgun yüzünüz!
Sizinle dağların yamaçları, üzüm bağları geliyor aklıma.
Çocukluğumdaki badem ceviziniz ağaçları…
Daha çok incir, zeytin ağaçlarımız olsam diyorum.
Karanlıklara bir mum yakar gibi
Sevgiyle bakan gözleriniz.
Ah üzgünüm çocuklar!
Tarihler boyu bu kadar haksız savaşlar görmemişti yeryüzü.
Ve nice cellatlar bu kadar alçalmamıştı insanlık gözünde.
Liderlik sultasından nemalanan sahte şişirilmiş para baronları bu kadar çok türememişti.
O zamanlar bilek bileğe, yürek yüreğe savaşırdı insanlar.
Azılı katiller bile tanımadığı insan yığınlarını böylesine kalleşçe hançerlemezdi!
Gel görelim ki şimdiki zamanlarda büyük kentlerin kaldırımlarında gözlerini keder kaplayan kadınlar yürüyorlar.
Şehit analarının bağrından kopan her bir ağıt yedi kıtaya yayılıyor.
Savaşlarda ilk önce çocuklar öldürülüyor!
Oysa onların varlığı ne çok anlamlar yüklüyor sevgiye akan yüreklere.
Nasır tutan kalplerin perdelediği kötülüklere ışık tutuyor.
Ey kardeşim, arkadaşım sen de gel.
Gel de barış türküleri söyleyelim.
Hangi nedenden olursa olsun acılarla sevinçleriniz,
Yeter ki içinde gözyaşı olmasın türküleriniz.
Sonsuz bir barışın hüküm sürdüğü dingin şehirlerinde çocuklar büyütelim.
Ağaçlar kadar özgür hür ve tutkulu…
Başak dolu tarlalardan geçip hasat zamanı barış edelim gel…
TRENLER
Yüreğimden kalan trenlerde, maskesiz, yalansız insanlardan bir iki cümle işitmek için en yalın haliyle yerle gökyüzü arası dünyayı kendi penceremden seyrediyorum..
Dünya, umutları biten insanlarla doldu ve herkes kendi iç dünyasına doğru yol alıyor.
Hiç kimsenin hükmedemediği yolların yolcuları kimi...
Bense her yol sonrasında bir tren beni içine alır.
Sessiz sedasız seyrederim dünyayı.
Sona varışlarda suskun, yalın ve orantısız akan yollarda…
Kendi pencerem önünden geçip giderim.
…
Hatice Elveren Peköz
Hatice Elveren Peköz
Kayıt Tarihi : 31.10.2024 11:05:00
© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.
Bu şiire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!