Kapısının eşiğinden, güneşin uykudan yeni uyanmış haliyle o mahmur ve sıcak güzelliğini göstermeye hazırlandığı yeni bir Pazar günü sabahında, altmışbir tanesinin eriyerek söndüğü, sadece bir tanesinin titrek ışıklarını salarak halâ aydınlatmaya çalıştığı “mum kokulu” odamın içine bakıyorum.
Çalışma masamın üstünde; her biri son beyazlığına kadar karalanmış binlerce kağıt, kurşunu tükenmiş kalemler, bir yerlerden, birilerinden gelmiş ya da bir yerlere, birilerine gönderilmiş rengini kaybetmiş, kurumuş çiçekler dağınıklığı ve üstlerine dökülmüş gözyaşı tuzları ve tebessüm kırıntıları.
Gözlerimi çalışma masamın üstünden alıp, onlarca rengi bir sonrakine astar olmuş oda duvarlarımın üstünde gezdirmeye başlıyorum. Yaramazlıklarımın ince çizgili kahramanlarını ezip geçen kalın çizgili mücadele adamlarım, onların da üstünde vesikalık resimleri binlerce kez büyütülmüş ama kendileri hiç büyümemiş ve yaşamları objektife baktıkları o anda donup kalmış ve tüm duvarlarımı kaplamış kadınlar, erkekler, çocuklar.
Bir adım atıp odamın içine giriyor ve bağdaş kurup yere oturuyorum. Cebimden nüfus cüzdanımı çıkarıp uzun uzun ama bomboş gözlerle bakıyorum. Sonra dudaklarıma yaklaştırıyorum ve annemin isminin olduğu satırı öpüyorum.., öpüyorum.., öpüyorum. Bir yandan gülümserken aynı anda gözlerim doluyor.
-Sebebim sensin anne….
Sonra bir elin saçımda dolaştığını, bir dudağın alnımdan öptüğünü hissediyorum. İçime bir başka sıcaklık, bir başka huzur doluyor. Yoksa bana mı öyle geliyor…
Sonra o dağınık masamın toparlandığını ve üstüne bir bardak sıcak süt ve yanına üstüne yağ sürülmüş bir dilim kızarmış ekmek konduğunu görüyorum. Yoksa bana mı öyle geliyor…
Sonra sırtıma el örgüsü bir kazak iliştirilirken, oturduğum yere de “üşüteceksin, bunu altına al” diyen bir ses, kocaman bir minder uzatıyor. Yoksa bana mı öyle geliyor…
Hayır bana öyle gelmiyor…
Ayağa kalkıyorum. Fonda çalmakta olan o eski plakta Ajda Pekkan’ın “ağlama anne” diyen sesi 45’lik devrin son turlarını atarken ben dışarı çıkıyorum ve odamın “bugün” kapısını kapatıyorum. Gözlerim hala dolu-dolu ve dudaklarımda tebessüm…
Sonra yarın olacak. Ben geçen senelerde olduğu gibi antolojinin, ülkemin, dünyanın bütün annelerinin kapısını çalacağım, hepsine tek-tek birer çiçek sunacağım, ellerinden öpeceğim. Belki beni içeri davet eden olacak “bir bardak çay içer misin ya da kahvaltı yaptın mı” diyerek. Ben çok teşekkür ederim “ben kahvaltımı yaptım, süt içtim, bir dilim üstüne yağ sürülmüş kızarmış ekmek yedim” diyeceğim.
Size mi öyle geliyor… Bana hiç öyle gelmiyor…
*
Anne ve annelik duygusunu yaşamış-yaşamamış ama anlamının ne olduğunu bilen bütün herkesin “anneler günü” kutlu olsun.
Kayıt Tarihi : 11.5.2012 12:45:00
![Yıldız](/Content/img/y_0.png)
![Yıldız](/Content/img/y_0.png)
![Yıldız](/Content/img/y_0.png)
![Yıldız](/Content/img/y_0.png)
![Yıldız](/Content/img/y_0.png)
© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.
![Cevat Çeştepe](https://www.antoloji.com/i/siir/2012/05/11/sebebim-sensin-anneler-gunu-ozel.jpg)
Kulağımdan gitmiyor ninni sesin
içimdesin,içimden derindesin
Gördüğüm her şeyde sevdiğimdesin
Anlatılmaz ,öyle güzel bir şeysin
Gözümün nuru annem
Ömrümün güneşi annem
Şu kalbimin güneşi annem
Ayırmasın seni Allah benden
Ayırmasın beni Allah senden
Sana versem ömrümü yetmez bile
Senin için çekilir çile bile
Yok eşin,emsalin dünyada bile
Anlatılmaz öyle güzel bir şeysin
Gözümün nuru annem
Ömrümün güneşi annem
Şu kalbimin güneşi annem
Ayırmasın seni Allah benden
Ayırmasın beni Allah senden
MAKAM: HİCAZKÂR
GÜFTE ve BESTE: ÖZCAN KORKUT
Onlar hep içimizdeler
Sevgiyle kalın
TÜM YORUMLAR (71)