Sayda Belende Şiiri - Seyfi Karaca

Seyfi Karaca
5099

ŞİİR


14

TAKİPÇİ

Sayda Belende

Kapıyı açmışsın ki yüzüne dolan masmavi gökyüzü ve güvercin
Soğuk mermerden
beter bulutlu beyaz
Vakti Yerinde olmayan hiç kimseyi çağırır gibi devri daim kum saatin
Hani belle ki ambarda darı
Kapıdaki gocuk
Eşikteki tırpan tandırdaki kül doraktaki güz yoğurdu
Hani belle ki pınar'ın başında çala düşen su damlası halkalarıyla
Toprağa ıslık çalarak yaz sıcağı yığınlar dibi
Boy vermiş başaklardan ekinlerin saçlarını örerdi
Soku taşında çığlığı dönen kapsalıktı kimi kimsesini sorana
Yazıdı silinmez kütük nufusuydu pilavda dönen kaşık
Çağla çekirdeğinde salkım seren belende bağlar
Vurdukça göğsüne örtüyü döşeği esbabı köpürten tokuç
Eğri tarafını insandan düzelten günün abdest ıbrığını ve mintan gömleğini
Dağlara doğru sonsuzluğu okuyup çağıran ezan sesiyle
Bıçağını bileyen örtmedeki çakı
Damın ardında dumanı direklenen pufare
Yoklama defterinde adı adresi yoktu ekinin suyun toprağın
Entarisi eteği yayla çiçeklice ırlam iğdeleri kucaklayıp
Sulakta sazlıkta çiğdem nergis koklayan sıra dizimi arılık söğütlük
Göz göze gelip de geceyle
Hakkını ödeşip yüzleşecek kadar yıldızlarla ve güneşle
En güzeli dolunay bir masaldı uslusunu arsız düşlere çekiip çeviren
Yufka bağrında dörtmevsim seyrinde
Sarpada gezen bayır sessizliğin konuştuğu dilden yuvasını yapıp
Kozasını kırarak toprağına tohum eken yaprak gazelin
Yalçın kayalar hırçın yeller öbek öbek turnalar
Tanığı şahidiydi herşeye sevgi hususlu aşk gibi
Bütün yorgun kavşak köprü ve dönemeçleri
İçerde tutulmaz arzuhale müjdeleyen
Düşmüş kırağı kar ve kış çağırıyordur de git
Yüreğini yola yola bozkıra kanayan keven yönü saçaktan yitik
Sap arabası saman kağnısı
Dizgin tutup ırgat koştuğu yelden yoldan toz duman
Süpürge otu gazlı çıra yün tarağı hasır ve sedir
Her gidenden bir kendi kalmış dilsiz dünyasız ahbapsızlıkta fel fecir
Ufkun gün batımı uzaklarına boyanıyordur hozan akşam
Zavar bir değirmenden dön ha dön heybede hiç
Çavdarı buğdayı hediği soracaksan damları yıkık
Sergisiz savansız ocağı kararmış taşlara bakacaktın
Pınarı içip kanacaktıysan
Yağlığı bir tutam katıklara sarılı
Kimde kaldı diye yadigar kolyesi kervan kıran yıldızların
Bir üzgün ipten imamesi boncukları sekide
Ömrü beraberinde çekip gidenletin hatırası dünden ötede
Tespihi soran olduysa kavaklığa karşı kuyudur
Damları çalıdan
Duvarları helik helük çamurdan çilpiden
Güneşte kavrulmuş evleri topraktan taştan kerpiçten
Dışarıya çıktığında ağır ve paslı bir sürgüdür
Herşeyin içinde kala gide biriken sus
Herkesi hiç kimse diye saymatan usanmış
Gitmediğin yolların varmadığın illerin yaşamadığın yılların seneler senesi
Karlı dağlara yitik yollara rüzgarlı kıyılara konuşmadığın dillere
Beyaz kanatlarıyla yılları yorulduğun içerden
Zamanın dolaşıp döndüğü yar dertli dolap eşliğinde
Akıp giden ırmak kilitsiz kapısız viran
Havadisı havası hevesi suyu bozulup bulandığı eskice bir yerden
Günden değil aydan yıldan değil
Sevgi hissesini aşk kıssasını muhabbet ve neşesini
Evini mutunu ekmeğini tohumdan topraktan değil de civarı yok toplum
İnce bir cuvara kağıdına sarılı tütün gibi tabakası ulu ortalık
Nasıl olsa birgün mutlaka
Er ya da geç
Kendi önünden matem merasimiyle geçercesine yokluğu seyredip
Bahçedeki sonbahardan bile esamesi bozulmuş
Kalmamış kıymeti harbiyesi kasnağın kolonun kayışın
Kopacaksa kopsun kıyameti fitne ficur fecaatin diye hiçkimseye herkes
Çağın dipdiz uzaklarına düşmüş ökçe kırıp gerdan dizerek
Geceyi zindandan çırpınarak ve insanı kimsesiz kimsiz kainattan
Dünyaya uğramadan giden buzda soğukta gizli kaçağa
...göçü uğuldayıp savuşan yağmur yaş hıçkırıkları

Kasim / 20

Seyfi Karaca
Kayıt Tarihi : 17.11.2020 15:02:00
Yıldız Yıldız Yıldız Yıldız Yıldız Şiiri Değerlendir
Yorumunuz 5 dakika içinde sitede görüntülenecektir.

Bu şiire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!

Seyfi Karaca