-Düşünmek günah işlemeye benzer. İnsan onun zevkini bir kez tattı mı artık ondan vazgeçilmez. – Erich Fromm
Son günlerde şiir üzerinde her zamankinden fazla düşünmeye başladım. Şiir yazmayı bir kenara bıraksak bile, şiirden ne anladığım veya anlayıp anlamadığım hakkında kuşkular oluşmuştu beynimde. Bir anlamda kafam karışmıştı yani. Beğenilerim, birkaç istisna dışında, diğer okurlarla pek uyuşuyordu diyemem. Büyük alkış alan bazı şiirler bana hiçbir şey söylemeyebiliyor, ya da tam tersi oluyordu. Bana göre şiir, akustiği sağlam bir salonda akan; enstrümanlar arasındaki mükemmel uyumun hemen fark edildiği güçlü bir senfonik esere benzemeliydi. Öyle ki, onu anlamasam dahi adeta çarpıldığımı; beni vurduğunu hissetmeliydim. Duygu tenime, kemiklerime, göz pınarlarıma ve ruhumun derinliklerine işlemeliydi. İmgelerin azlığı-çokluğu, şiirin biçemi, konusu vs. hiç önemli değildi. Şiir beni yakalamalı ve kelepçelemeliydi. Öyle ki, şiirin yanında tutuklu kalmalıydım. Ona aşık olmalıydım. Genel olarak sanat eserine bakışım buydu benim.
Sonra düşünmeye başladım. Acaba diğer şairlerin kıstasları farklı mıydı? Sonuçta fikir ayrılığı doğduğuna göre mutlaka öyle olmalıydı. Beğeniler kişilere göre değişiyordu tabii ki. Bu yüzden tartışmak da doğru değildi ancak benim standarttan sapışım aşırıya kaçıyordu.O halde büyük olasılıkla ben şiirden anlamıyordum. Anlamayan birisinin doğru dürüst şiir de yazamayacağını varsayarak şair olmadığıma karar verdim. Bu bir.
Geçenlerde bir yazımda yeni arayışlar peşinde olduğumu söylemiştim. İçimdeki yazar beni kışkırtıp duruyordu. Şiire bulaşmamı hazmedemediği için bir anlamda öç alıyordu belki de! Yazmak (düzyazı) ilginç bir serüvendir. Hele benim gibi yıllarca her konuda, hemen her tarzda yazmışsanız eğer kafanıza koyduğunuzu, önünüze geleni veya yazmak zorunda olduğunuz şeyi – her ne ise - kağıda dökmek hiç de zor değildir. Yeter ki beyninize doğru programı yerleştirin.
Buradan hareketle uzun zamandır şiirde, çok bilinçli olmasa da sıkça yaptığım bir şeyi planlayarak denemeye karar verdim. Benden kaynaklanan “acemi”(!) şiire yoğunlaşmak yerine, kendimi soyutlayarak belirli bir duyguya yoğunlaşmaktı bu. İçimde bir şair varsa bile, onu oradan alıp yerine yazarı yerleştirecektim. Ama bu kez yazar, 'bilinçli seçici' olacak ve duyguyu kendisi seçecekti.
Daha iyi açıklamak için bir örnek vermek istiyorum. Deneyimli ressamlar sergilerinde genellikle tek konu işlerler. İsterler ki, resimler arasında bir bütünlük ve tutarlılık olsun. Böylece vermeyi planladıkları duygu izleyicide yerini bulsun, hakimiyetini ilan etsin. En hızlı ressamın bile bir sergiyi bir aydan kısa bir sürede hazırlaması imkansız olduğuna göre o konuya baz teşkil eden duygunun bu dönem boyunca sanatçıda egemen kalması beklenemez. O halde ressam çalışma sürecinde kendisini programlıyor ve belirli bir amaca yönlendiriyordu. Romancı için de aynı şey geçerliydi. Yalnızca tek farkla ki onun, bir noktadan sonra yarattığı karakterler tarafından bir hayli zorlandığı ve hatta etkilenerek kahramanların ardından sürüklendiği söylenebilirdi.
Kısaca şunu anlamak istiyordum. Hakim duygu devam etmeksizin, düşünce ile işe girişildiği takdirde duygu yoğunlaşması sağlanarak şiir yazılabilir miydi? Sözgelimi kızgın değil iken yüksek sesli isyan şiirleri; fena halde aşıkken aşka karşı şiirler (tam tersi de olabilir) veya hayatınızda her şey yolunda giderken bunalım şiirleri yazmak gibi… Başka bir deyişle, sanatta beyin jimnastiği yapmak mümkün müydü? İçimdeki yazar, ısrarla bunun olanak dahilinde olduğunu söylüyordu. Aktör de rolünü böyle oynamıyor muydu? Çalışarak ve konsantrasyonunu en üst düzeyde tutarak, işini başarı ile sürdürebiliyordu. O halde ben de denemeliydim…
Son günlerde çıkan bunalım şiirleri böyle bir projenin gerçeğe dönüştürülme çabalarının sonucudur. Henüz arzuladığım aşamaya gelebildiğimi sanmıyor ama uğraşıyorum. Dostlarım bana “neyin var? diye sormaya başladılar bile. Bu ise provaların iyiye gittiğine işaret ediyor. Şimdilik bunalım şiir ve yazıları okuyarak, sorunlu insanlarla vakit geçirerek o yönde duygu yoğunlaşması sağlıyor; sonra da klavyenin başına oturuyorum. Bir bakıma duyguyu ödünç alıyorum.
Sanırım gerçek bir şair böyle sıra dışı yöntemler kullanmaz. Bana hükmeden soğukkanlı “yazar”la, yeni arayışlar peşindeki ruhumun ve beynimin marifeti bu.
“Şair değilim” derken, ikinci gerekçem buydu işte. Gün olur da, “şair” “yazar”a galip gelirse, o zaman neler olur, hiç bilemem.
Bildiğim tek gerçek, kendi çapında bir günahkar olduğum. Bir işi ciddiye almak, alışılmış ve sıradan bir dansa kalkmak yerine, bazen onunla zihinsel oyunlar oynamayı de gerektirir.
Beni anlamanız ise günahıma ortak olmanız demektir!
…………………
(20 Mart 2004) - 'Gençler İçin Denemeler' dosyasından...
Naime ErlaçinKayıt Tarihi : 20.3.2004 11:32:00
© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.

'Kişinin o an içinde bulunmadığı duyguları şiire yansıtıp yansıtamama' konusunu ben de uzun bir süre düşünmüştüm. Sonunda ise, kişinin yaşadığı kadar yaşamadığı duyguları da aynı yoğunlukta şiirine yansıtabildiği ve bu şekilde okuyucuyu sürükleyebildiği gün, 'gerçek şair' olabileceğine karar vermiştim. Tabi ki bu sadece, amatör olarak vardığım kişisel bir karardı.
Ve eğer ben, ameliyatımdan iki gün önce, sizin ölüm temasını işleyen bir şiirinizi okuduğumda, gecenin bir yarısı, hüngür hüngür ağlayarak sizi aramışsam, bence siz bunu başarmışsınız demektir!
İçinizdeki şair ve yazar çekişmesinden hangisi galip çıkar bilemiyorum ama kesin olarak bildiğim; her ikisinin kalemine de hayran olduğum ve onlardan çok şey öğrendiğimdir.
Bu paylaşımınız için çok teşekkür ediyorum. Saygılarımla...
Beni asmis yazdiklarin. Tesekkürler kardesim.
Inandigim bir sey var ama:
Rahmetli anam, babam ve daha niceleri hepsi birer sairdi benim icin. Yüreklerinin seslerini paylastilar, farkina bile varamadiklari söyleyislerindeki yürek dizeleriyle... Hatta agit yaktilar, türküler söylediler kitaplara gecmemis.
Halk ozanlarimizin niceleri sözlü edebiyatimizda kaldilar, bircoklarinin yöreler disinda kimlikleri bile bilinmiyor, yasadiklari duyulmus degil.
Kendi yörelerinde neden yasarlar? Neden hala anilirlar? Cünkü halk sairiydi onlar. Özü yasadilar. Acilari, sevincleri önce kendi ruhlarinda tattilar. Aci yakar, tatli söyletirmis...
Sevgili saire, kendine haksizlik ederken bircok sair ve sairelere de haksizlik ediyorsun gibi geliyor bana.
Duygularini, yüreginin sesini paylasan herkes sair sairedir bana göre.
Haa! iste burada sorular geliyor akla:
Yazdiklarimizin yazim, ölcü, icerik yönüyle durumu nerelerde? Yazanlar olarak gelisimimizin öz izleyicisi miyiz? Kendimizi gelistirmek icin neler yapiyoruz? Yaterince okuyor muyuz?
Yazdiklarimizin baskalari tarafindan okunmasina deger veriyor muyuz? Daha bir cok sorular var yazabilecegim.
Yineliyorum:
Siir yazdim diyen her can sair/sairedir benim icin. Eger bu isi benimsemisse; kendi özünde de durmadan gelisimini kendisi ve okurlari sayesinde yapacaktir.
Dünya Siir Gününde sen degerli kardesimi ve tüm sair/e dostlarimi sevgiyle selamliyor, bu anlamli günümüzü kutluyorum.
Siir nedir bilmem ben,
Yüregim siir siir kokar ezelden.
Siirler okunup söylendikce ben,
Yüreklerde cosarim yüregimle ben.
Seni seviyoruz güzel insan!
sorunlu !
sorunsuz!
sorumlu!
değişik kokular geliyor demek ki.
TÜM YORUMLAR (8)