Sandıktaki Düşler, Ceviz Likörü Ve Pesso ...

A. Esra Yalazan
198

ŞİİR


3

TAKİPÇİ

Sandıktaki Düşler, Ceviz Likörü Ve Pessoa...

Bu yazıyı yazarken acı ayazın sesini işitebiliyorum. Çürük pervazları sarsarken kedi yavrusu gibi inleyen rüzgâr, yüzleri hatta bulutları bile ısırıyordur ama onlar umutlu. Yakında bahar gelecekmiş, tabiat yeniden dirilecekmiş, az kalmış, herkes onu bekliyormuş, öyle diyorlar. Her defasında o kaprisli baharı beklemekten yoruldum ben, böyle iyiyim. Mümkünse odamdan hiç çıkmadan düşlerde uzun seyahatlere çıkmak istiyorum. Hem bahar gelecek de ne olacak. Hep aynı tatlı yorgunluk, geçip giden günlerin hüznünü unutan sonsuz bir aldanış...
Yumuşak battaniyemin altına sakladığım kitaplar ve camın arkasından film gibi izlediğim hayatın silik resimleriyle idare ediyorum şimdilik. Aniden sevdiğim bir yazar gelse ziyaretime, diyorum ama kim olduğunu, neden yazdığını büsbütün unutup gelse bana. Zamanı birden açılan katmerli yapraklarıyla eriten rengârenk erengüller getirse. Ben onları vazoya yerleştirirken gizlice ince parmaklarımı seyretse. Sonradan yazmak için değil, beni daha iyi anlamak için...
Sonra küçük kristal kadehlerde ev yapımı ceviz likörü içsek. Damağımız yansa biraz, içkiyle çürüyen cevizin burukluğuyla saç diplerimiz tutuşsa kendiliğinden. Ona çocukluk hikâyelerinden kalan eski dostlardan bahsetsem. Ayaklarımı altıma alıp desem ki, “biliyor musun, bir defasında öyle gürültülü konuşup, öyle içten ve çok gülmüştük ki gecenin sonunda çoraplarımız da seslerimiz, kahkahalarımız, kokularımız gibi divandan aşağı yuvarlanıp birbirine karışmıştı. Olur ya, çocukken başkasının sahip olduklarını kendinin sanırsın, kendini de başkası... Hesaplanmamış masum sevdalara düşmekten olur böyle masum kazalar. Büyüyünce neden hiç karışmaz sanki o çoraplar? En fazla hiç bulamayacağın öbür tekini kaybedersin. Sadece ölçüyü öğrenen aklın karışır.” Ben böyle saçmalayınca yazar yüzüme bakıp bilgiç bir edayla “karışıklık iyidir, başkalarının hayatını yaşamak, onların korkularında, arzularında, hayallerinde soluklanmak iyidir” desin mesela. Sonra uzun uzun susalım, susup mutluluk veren ‘huzursuzluğun’ koyu mırıltısını dinleyelim...

Sandıktan çıkan otuz bin sayfa...
Tavandaki çatlakları seyrederken hayallerle epey oyalandım ama haliyle bu tuhaf davete icabet eden kimse olmadı. Kalabalıklardan ölesiye sıkılan melankolik Pessoa’yı çağırdım ben de. İhmal etmişim onu çoktandır. Halbuki bir ara başucumda uyuyordu kendini hep başarısız ve mutsuz hisseden o münzevi. Fötr şapkası, küçük yuvarlak gözlükleri, papyonu, ince bıyıkları ve dudaklarına yapıştırdığı sigarasıyla Lizbon sokaklarındaki taş parkelerde yalnızlığının sesini duyarak yürümeyi seven bir yazarı hatırlamak titrek ruhumu ısıttı. Sandığına sakladığı otuz bine yakın el yazmasıyla öldükten sonra keşfedilen şairin Bernardo Soares ismiyle yazdığı Huzursuzluğun Kitabı’nı rastgele bir yerinden açıp okumaya başladım tekrar: “Bazı metaforlar, sokaklarda yürüyen insanlardan daha gerçektir. Kimi kitapların kıvrımlarında saklanan tasvirler, nice erkeklerden, nice kadınlardan daha berrak hayatlar sürerler. Bazı edebî cümleler insanlar gibi birer kişiliğe sahiptir.”
Pessoa, kendine düşsel sevgililerden, insanlardan, hayatlardan, kendi içinde çoğalttığı sahte kimliklerden olmayan bir yaşam yarattı ve sanırım delirmeye başladığını söylediği son anına kadar da bu ‘parçalanmanın’ ve seçilmiş yalnızlığının tadını çıkardı. Yaşamanın bir başkasının kimliğine bürünmek olduğuna inanan şair, yazabilmek için kendini yok etti. Yazdığı sürece yetmişten fazla kurmaca kişilik yaratan Pessoa, düz yazı-şiir yazabilen muhasebeci Soaeres’e şunları söyletiyor: “Çok fazla düş kurdum ben, yorgunum ama düş kurmaktan değil. Kimse yorulmaz düşten, çünkü düş kurmak unutmaktır, unutmak ağırlık yapmaz, uyanık uyuduğumuz, rüyasız bir uykudur unutmak.”

O aslında hep bir başkasıydı...
İnsanın kelimelere unutmak için dokunduğuna, edebiyatın gerçek hayattan uzaklaşmak için eğlenceli bir oyun olduğuna inanan bu çocuksu şairin sırrı isminin manasında saklıydı belki. Portekizce ‘kimse’ anlamına gelen Pessoa’yı kullanmak yerine farklı hayat hikâyeleri tasarladığı şairlerin gerçek olduğuna inandırmak için uğraşan birisinin sadece hayalperest olduğuna inanmak zor. Octavia Paz’ın söylediği gibi, o gerçek hayatla düşleri arasında medcezirler yaşayan yalnız bir adamdı. Pessoa, aslında hep bir başkasıydı. Yine de yarattığı şairlere özel bir hayat felsefesi, inanç, siyasi duruş, üslup bulma çabası onun gerçeklik duygusundan tamamen kopmadığını gösteriyor. Pagan şair Alberto Caeiro’yu erken kaybettiği dostu Carneiro’dan esinlenerek yaratmış. Cizvit papazları tarafından eğitilen Ricardo Reis, monarşi yanlısı olduğu için Brezilya’ya sürülmüş. Dünyayı dolaşan tabiat aşığı Campos’a basit kır şiirleri yazdırmış. Olmadığı ve asla olamayacağı ‘sahipsiz şairleri’ doğurup yaşadığı sürece onları bir baba şefkatiyle koruyup kollamış anlaşılan.
Beni arkasına gizlendiklerinden ziyade çocukluğundan beri hayalindeki kişilere isimler takıp onlarla uzun uzun konuşan, kendini bu hayatta lüzumsuz hisseden bir ‘delinin’ gri dünyası cezbediyor aslında.
Gecenin sessizliğinde bilincime üşüşen garip seslerle, resimlerle uykusuzluğun siyah pelerinine teslim olunca eğer bir gün onun gibi hayatla bağımı koparırsam olmak istediklerimi düşünüyorum. Utangaç bir adamın bakışlarını perdeleyen uzun siyah kirpiklerin, çoktan unutulmuş ürpertici bir dokunuşun, diyemediklerini yutan çaresiz bir soluğun yerine koyuyorum kendimi. Benim incelikli şairimse, yarı açık duran bir pencerenin pervazına tırmanan bir bitkinin titreyişi, uykuya dalmış köyden yükselen son duman olmaktan bahsedip usulca mahvediyor beni. Onun yazıyla maskelediği ruhunu keskin bir bıçakla yarıp en derin, en mahrem yerlerini oyuncaklarının içini merak eden çocuklar gibi kurcalamak istiyorum.

Sevişmek bir arafa indirgensin...
‘Duyarsızlığın’, eylemsizliğin, hayata seyirci kalmanın, tek başınalığın estetiğine yürekten inanan Pessoa, gençken nişanlı olduğu Orphelia’ya yazdığı biraz dalgacı mektuplar dışında duygularıyla arasına mesafe de koyabilmiş bir yazar bence. Yaşamaktan ödü kopan bir şair, bakın nasıl yumuşacık bir dokunuşla tarif ediyor o geri çekilişi: “Her duygumuzu ağırbaşlılıkla hayata geçirmenin bir yolunu bulalım. Sevişmek, bir aşk hayalinin gölgesine, ayın vurduğu iki dalgacığın arasına uzanan, solgun, titrek bir arafa indirgensin. Arzuyu kendi kendiyle baş başa kalmış bir ruhun tebessümüne benzeyen, yararsız ve zararsız bir şeye dönüştürelim. Gerçekleşmeyi ya da kendini anlatmayı hiç hayal etmesin.”
Sahiden tekrar ürpererek okuyorum eski başucu kitabımı. Kendi üzerine kapanan sonsuz bir mektup gibi Huzursuzluğun Kitabı. Hiç yaşamadan çok uzun yaşadığını, hiç sahip olmadıklarına ve asla sahip olamayacaklarına doymuş olduğunu, girmediği bütün savaşların yaralarını taşıdığını söyleyen bu ‘çelimsiz adam’ neden hayatı boyunca yazdıklarını bir sandıkta sakladı ve hayattayken neden keşfedilmek istemedi? Gerçekten sevilmenin korkunç bir yorgunluk olduğuna inandığı için mi acaba? Sevmekten korktuğu için mi, yoksa ‘büyümenin’ sancılı bedelini ödeyip hayal kırıklığına uğramak yerine sandıkta binlerce sayfa biriktirerek hatırlanmaya bir hayat adamayı tercih ettiği için mi?

Şansı şansızlığıydı..
Bilmiyorum, bildiğim sadece “istiyorum ki bu kitabı okuyunca şehvetli bir kâbus görmüş gibi olun” dedikten sonra dünyayı terk eden büyük bir şaire fazlasıyla hak vermenin beni rahatlattığı. Bu gece ceviz likörünü onun ‘huzursuz mısralarında’ huzuru bulabilmenin şerefine içiyorum. Her ruh ikliminde farklı okumalara açık olan bu ‘kutsal kitabın’ başında itiraf ediyor: “Büyük tutkularım, sınırsız düşlerim oldu ama o kadarı terzi kızlarında da vardır, çünkü bütün dünya hayal kurar. Bizi birbirimizden ayıran şey, o hayalleri gerçekleştirecek gücümüzün ya da kendiliğinden gerçekleştiğini görecek kadar şansımızın olup olmadığıdır.”
“Aşk yanılsamaların en tensel olanıdır” diyen, doğuştan kusurlu mizacının tutsağı olduğuna inanan Pessoa, sevdiğimiz o şairi gizlendiği gölgelerin ardında yalnızlığının güçlü sesinden ve hayal gücüyle sezebildiklerinden yarattı. Onun şansı, ‘hiçlikten hiçliğe’ uzanan düşsel yolculuğunda isteyerek mahkûm olduğu şanssızlığıydı...

A. Esra Yalazan
Kayıt Tarihi : 5.3.2016 11:38:00
Yıldız Yıldız Yıldız Yıldız Yıldız Şiiri Değerlendir
Yorumunuz 5 dakika içinde sitede görüntülenecektir.

Bu şiire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!

A. Esra Yalazan