SANAT
İnsanla ikizdir dünden bugüne
Her zaman canlıdır, diridir sanat.
El emeği hem de; aklın ürünü
Alnın teri, gözün; nûrudur sanat.
..
şairin poetik ve lirik anlatımla ortaya koyduğu eser, bir felsefecinin paradigmalarından daha derin, daha etkin ve daha etkilidir. şair'de nesnel gerçekliğin ussallaşması süreci, yaşanmış 'realite' nin (gerçeğin) tinsel etkileniminin, poetik tarzda bir düşünüş ile yorumlanışı (interpretation) sürecidir. poetik düşünüş tarz ve seviyesi, şiirde lirik-epik ve dramatik biçemlerde kendini dışa vurarak, bize özne olarak şairin duygu ve düşüncelerinin özgün yapısının muhtevasını aktarır. kullandığı dil ve dilin yapısı, günlük konuşma dilinin tamamen dışında, yeni bir dildir. o, 'yazın' da kendini ve kendi dilini yeniden yaratır, ve her seferinde varolanı aşarak, somuttan soyuta, 'gerçekten' (realiteden) 'gerçeküstüne' yaklaşır. bu bir nevi, 'kendi ömründe ölmüş olmanın, ölümden sonra hayatta kalma mücadelesidir'. dili oluşturan söz'cükler, şairin iç konuşmalarında 'poetik düşünüş'le şiirleşirken, aynı zamanda onun, duygu ve düşüncelerinin bir 'söz'leşmesini içerir. bu bazen duygu ve düşüncenin bir çelişebilirlik 'söz'leşmesi olarakta baş gösterebilir. bu 'çelişebilirlik 'söz'leşmesi' dahi kesin bir şiirsel uyumluluk içindedir. ard arda dizilmiş güzel sözcükler yığınından oluşan, kuru bir 'yazın retoriği' değildir şiir. nesnenin imgesel anlatımla estetik bir ussallaşmasıdır. yani, doğal güzellikle, sanatsal güzellik arasında sürekli bir kurgusal bağlantı kurulmaya çalışılsa da, bu mümkün değildir. çünkü doğada varolan, sanata ve düşünceye, anlaşılabilirliği oranında, ancak esin kaynağı olabilir. bu esinlenmenin koşulladığı yapısal deviniminin sanatsal işlenişi, nesnenin aşkınlaşmış sanatsal güzelliği olarak, soyut bir yeniden yaratıdır.genel bir ifadeyle şiir, şairin koşulsuz edimsel ereğinin çağrıya dönüşümüdür. nesnel gerçeğin uzamsal ve zamansal susmuşluk sürecinde, kendi iç dünyasında yaşadığı fırtınalı 'söz' düellosunun, kendisinde bir iç 'söz'leşmeyle sonuçlanıp, dışa çağrı olarak sesli ifade edilişidir. yani 'kamu ışığının kararttığı şeyler' (heidegger) olarak, 'kalabalıkların, hayatın 'hayhuyu' içinde göremediklerini' (w.benjamin) görmeye ve göstermeye çalışmaktır.
bu, 19. yy. sonları ve 20. yy. başlarında flanör'ce (flaneur) ifşaa edilirken, ekonomik yaşama hiçbir katkıda bulunmadan, gezgin düşünür'lüğün, yürüyerek düşünme gizemliliği'nin, kendiliğinden koşullanmış tarzıydı. bugün yaşanan koşullar ise farklılaşmıştır. değerler sistemi ve değer yargılar alabildiğince değişmiş, üretim ilişkilerinin gelişimi paralelinde, toplumsal ilişkinin şekillendirdiği insan tipi olarak 'birey' yaşamda yerini farklı bir biçimde almaktadır. yeni kültürlenme süreci bir bütün olarak yaşamın her alanını fethderken, sanat ve edebiyat'ta bundan nasibini almış ve istisnaları saymazsak, sanatsal 'eser' kavramı yerini, metalaşmış, sipariş üzeri üretilen piyasa'ürün'nüne bırakmıştır. bir simyacı, bir paleograf gibi çalışmayı gerektiren sanat 'eleştirmenliği' de, yerini 'al gülüm ver gülüm'lü basit zenaat 'yorumcu'luğuna bırakmıştır. mesele bir şiir'in yanmış küllerinin eşelenip, tozunun havaya savrulması değil, sönmüş ateşin artık küllerinde yanan ateşin altın yaldızlarını görebilmek ve ateşin sıcaklığını teninde hissedebilmektir.genel anlamda bir sanat eserinin ölümsüzlüğü, eserin geçmiş zamanları aşabilmiş olmasındandır. gelecek zamanları aşabilecek sanat eserlerinin yaratımı, sanatın ölümsüzlük iksiri olacaktır. yaşadığımız dönem, sanatsal yaratı açısından, gelecek için çok fazla bir şey vaad etmese de, tarih, günümüzden daha kötü koşulların yaşanmış örnekleriyle doludur. tarihin ve tarih öncesinin (pre historia) tüm inişli ve çıkışlı dönemlerine rağmen, yasaklamalara, durgunluk dönemlerine, savaş ve kıyımlara rağmen, kültür, sanat ve edebiyat, devingenlik dinamizminden hiç bir şey kaybetmemiştir. sadece belli dönemler susturlmuştur. tarihsel ve toplumsal olarak, iyiye - güzele doğru, değişimin ve dönüşümün en etkin ve itkin gücü olmuştur, ve olmaya devam etmektedir. bu özgün gücünü koruyup, tarihsel misyonunu yerine getirmesi, yaşadığı çağın 'yazın'ının özerkliğinin bilincinde hareket etmesine bağlıdır. şair, ya da sanatçı, kendisini ve edimini bir araç olarak değil, koşulsuz bir erek olarak görmek zorundadır. icazetsiz ve özerk koşullarda sanatsal yaratının mümkün olabileceği gerçeği, sanatsal edimin olmazsa olmaz koşuludur.
Haydar Çelebi
..
SANAT YILI KUTLAMASI MUHTEŞEMDİ...
Merhaba saygıdeğer gönül dostlarım. Selamlar ileterek sanat yılımın kutlanması haberini daha önce sizlere şiirlerimle ve yazı metinli davetiye ile duyurmaya çalıştım. Katılım bilgilerini sunduğum halde hiç bir gönül dostum kesin gelirim diye haberde vermedi. Telefondaki ve mail adresimdeki mesajlara baktığımda da yine hiç bir dost geliyorum demedi. Ben bir haftadır 44. sanat yılımı kutlama ili ilgili en az yüz kişilik yiyecek ve içecek hazırlığı yapıyordum. Program saatine iki saat kalada yine hiç bir gönül dostum gelmedi. Nihayet kıymalı, peynirli pideler, ayranlar ve içecekler geldi.
Bende kostümümü değiştirerek hazırlık yapıyordum. Balkondan baktığımda bir arabanın sanat evime yaklaştığını gördüm. Artık şükretmeye başladım. Araçtan Burdurlu gönül dostlarım indi. Ardından bir iki araç daha geldi onlarda Burdurlu idi.
Hoş geldiniz diyerek karşıladıktan sonra espri yaptım. Isparta Zekice kültür ve sanat evine çok uzak olunca henüz hemşehrilerim teşrif etmedi dedim. Onlarda biz sana daha çok değer veriyoruz diyerek duygularını dile getirmiş oldular. Teşekkür ettim.
..
“Kendi acısını bile
Duymayan
Derin bir yanık gibi
İşliyor
Zaman”
- Kenan Sarıalioğlu
..
Belki sanat sanat içindir.
Belki de sanat toplum için.
Ne fark eder?
Tüm şiirler senin için.
..
DIGIL SANAT KAHVESİ, SANAT MEKÂNI
Masada iki bardak, bir rakı var, birde çay…
Umrunda mı çatlamış, yeraltında bir kaç fay!
Adam gibi adamdır, Tayfun’umuz eyvallah
Dıgıl Sanat Kahvesi, sanat mekânı vallah!
..
266.
Michel Foucault, “Neden her kişi kendi hayatını bir sanat yapıtına dönüştürmesin? Neden şu ev ya da lamba bir sanat yapıtı olsun da benim hayatım olmasın? ” diye sorar bir yerlerde. İyi ya da kötü yaşam değildir tabi kastettiği. Rezil bir yaşam da sürseniz bunu bir sanat eseri haline getirebilirsiniz, yeter ki rezilliğiniz size has, sadece sizin becerebileceğiniz türden bir rezillik olsun.
Aynı Michel Foucault,”Bugünlerde amacımız ne olduğumuzu keşfetmek değil, ne olmuş isek onu reddetmek olmalı.” diyerek de reddin ve inkarın (buradaki inkar düz inkar değil tabi, bir tür ontolojik inkar) insanın asıl gerçeği kavrayabilmek için tek seçeneği olduğunu söyler.
Ve yine sevgili Michel Foucault, “Bir yerde herkes birbirine benziyorsa; orada kimse yok demektir.” şeklindeki muazzam tespitiyle hepimizin ağzına sıçar ve gülümseyerek çekilir. Kurban olduğumun keli, sağ olsaydın da ikişer duble rakı içseydik seninle, beni bir tek sen anlardın be Foucault…
..
Hayat o kadar karmaşık bir şey ki insan içinde boğulup gidiyor. Hani derler ya ‘’Balığın deryadan haberi yok! ’’ diye… Biz de bu karmaşık hayatın zorlukları karşısında, insanın romatizma ağrılarına alışması gibi çoğu şeye alışmış durumdayız. Doğal olmayan bir çok
şeyi doğalmış gibi karşılamayı öğreniriz. Alışkanlıklar, kaprisler, önyargılar, hastalıklar.
İnsan nasıl bir akıntıya karşı yüzemez ise, bu alışkanlıklara ve hastalıklara karşı durmanın
da kolay olmadığını biliyoruz. Peki bunu değiştirecek olan kim? İşte bunu değiştirmenin
ve insana mutluluk verecek daha iyi bir hayatın kazanılması da biz insanların elindedir.
Hayat bu karmaşık hale kendiliğinden gelmez. Bu karmaşadan çıkar elde eden bazı güçler vardır. Onlar da hayatın bu şekilde akıp gitmesine hatta kendilerine daha fazla menfaat sağlamak için yeni arayışlar içine girdiklerine de şahit oluyoruz. Tarih örnekleriyle doludur.
..
31] Alışkanlıklarımız, edim ve eylemleri gerçekleştirişte; bunları benimserken; bu eylem ve edimleri kanıksar iken; çok iyidirler. Ancak aynı alışmalarımız, bizim anlayışlarımız da ve davranışlarımız da, bizleri öyle fazla düşünmeye yöneltmeden, bu edimleri otomatikman yapar oluşumuzu da ortaya çıkartır. Otomatik oluş bir avantaj iken; mutlaka karşılanması gereken, bir dezavantajımızı da olurlar.
Otomatiklik; yapılan edim ve saygınlaşmalar kutsal oluşmacı edimleri de yok ederler. Yine otomatikçe oluşlar bizi, düşünsel fikri tembelliğe götürecektir. Bu bakımından, otomatiklik bizleri düşünüşte, dönüşemeyen, bir davranış kalıbının içine de, sokacaktır. Böylelikle otomatik alışmaların, bir diğer olumsuz yüzü olan bize rehavet vermesine dek bizler üzerindeki gevşemesini de, üzerimizde salındırtır durur. Otomatiklik, yeni gelişmelere karşı duruşta, bizim direncimizi de oluştururlar.
Bu tür aidiyeti şartlanmaların üzerimizde salınır oluşun en temel olumsuzluğundan birisi de alışmaların, bizleri o alanda bağnazlaştırır olmalarıdır. Hatta bu bağnazlığımızı ve değişemememizi; travmaya dek götürür oluşlarımız, bu alışmaların sebebiyetindendirler. Bu direnççi alışmaların yararı da vardır. Yararı, bilinmeyene karşı; her yeniye, her sürprizlere karşı, bizlerin balıklama dalmamızı önler oluşçudurlar. Yeni durumunuz cazibeli de olsa, alışmalarınız olaya temkinlice, biraz da kuşku ile ihtiyati yaklaşmanızı da size önerir. Ki bu da sağduyunuzdur.
Aidiyetçe tutumlarımızı bilinçli olmayan bir yanla, konjonktürse olmayan bir alışkanlıkla yapmamızın bir başka çok önemli olumsuzluğu da, seçme ayıklama ilkemizi zaafa uğratmasıdır. Bu zaaf, soyut anlamalara yani öznel bilince dek süzgeç kriterlerimizin, çağın gerisindeki tutum aşışlarla, yeni olguları kıyas etmemize sebep olurlar. Bu da hiçte iyi bir seçim olmaz.
..
Sanat,
ne sanat içindir,
ne de toplum içindir..
Sanat yalnızca,
senin içindir...
..
Herkes sanat eserinden anlamaz,
Sanat düşünce şeklini yansıtır.
Kimisi ise sanatı tınlamaz,
Sanat düşünce şeklini yansıtır.
Kimi çizgiyi bile çizer eğik,
Kimi resim çizerek yapar kayık.
..
“Anadolu, Kültür,Sanat ve Mozaik Derneği’nin” açılışı bütün insanlarımıza hayırlı olsun diyerek, düşüncelerimi sizlerle paylaşmak istedim.
Değerli okurlarım. Yıllara dayalı bir düşüncenin özleminde, çağdaş bir yapılanmanın kaçınılmaz olduğuna düşünmekteydim. Bugün, bunu başarabilmenin ve bu amaca ulaşmanın mutluluğunu yaşamaktayım. Düşüncelerimi, benimle paylaşan her arkadaşa teşekkür ediyorum. Güçlü bir kadroyla yola çıkmış bulunmaktayız. Açılışımızda bizlerle bir arada olanlar, bizleri onurlandırmış oldular.Ben ve arkadaşlarımın Gayretli çalışmaları sonucunda, “Anadolu, Kültür, Sanat ve Mozaik Derneği’ni kurmuş olduk.” 15.06.2007 günü, değerli şahsiyetlerle birlikte açılışını yapmış bulunduk. Bu derneğin aktif olabilmesi, bütün insanlarımızın duyarlılığına bağlıdır.Yönetim kurulu olarak, “Anadolu Kültür Sanat ve Mozaik Derneği’nin” kapısını, sonuna kadar her vatandaşımıza açtık. Bu günden itibaren üyelik kayıtları başlanmıştır. Üyeliğe giriş 50YTL. olup, yıllık aidatı 120YTL dır. Bu itibarla, herkes üstüne vazife sayacağı sorumluluğu, yerine getireceğinden eminim. Bu nedenle, bu gerçek verileri, sizlerle paylaşmak istedim.
Ülkemizin içinde bulunduğu ortamı dikkate alacak olursak, yok olmaya yüz tutmuş “Kültür ve Sanat” değerlerimizi, her gün biraz daha erozyona uğraması bizleri üzmektedir. O nedenledir ki bu temel gerçekleri görmek zorundayız. Bu yozlaşmanın mutlaka önüne geçmeliyiz.
Bu günden itibaren, büyük bir sorumluluk üstlendiğimizin bilincini taşımaktayız. Artık ”Anadolu Kültür-Sanat ve Mozaik Derneği” kamuoyu huzurunda, yerini almıştır. Büyük bir törenle açılışını yaptığımız derneğimizin hayırlı uğurlu olması dileğimizdir. Kültürümüz kendi kimliğine kavuşuncaya kadar, mücadelemizi sürdüreceğimizden hiç kimsenin endişesi olmasın. Bu kültüre zarar verenlere karşı, her alanda duruşumuzu sergilemekten kaçınmayacağız. Bu çalışma içerisinde yer alacak gençlerimizi hep birlikte kucaklamış olacağız. Gençlerimizin açığa çıkması gereken yanlarını, mutlaka açığa çıkaracağız. Çeşitli kurs ve dinletilerle geleceklerini güvence altına alacağız.
Bu çalışma, aynı zamanda çok önemli bir dayanışmayı da, beraberinde getirecektir. Birlikteliğimiz, toplumsal kalkınmamıza sebep teşkil etmiş olacaktır. Böyle bir örgütlenme, her okurla birlikte, yazar ve şair dostlarımızı da kucaklayacaktır. Bu çalışma içinde yer almak isteyen herkesle, çok büyük işler başaracağımıza, inanmaktayım. Bu düşünceye gönül vermiş arkadaşlarıma da şükranlarımı sunmayı bir borç bilirim. Onların destek ve yardımlarıyla, kuruluşumuz gerçekleştirilmiş oldu. Ayrı yeten, bizlere desteğini esirgemeyen, Sayın Mustafa Küpeli ve ekibine de çok teşekkür ediyoruz.Ülkemizin güzel insanlarına, hizmet etmekten gurur duyduğumuzu da bilmenizi istiyorum.
Saygılarımla.
Mürse, Adıgüzel
..
Güneydoğu Gazeteciler Derneği - AB ortak girişimiyle Ali Atalar’ın koordinatörlüğünde açılan “Ayıntap Evlerindeki Saklı Sanatlar” sergisini gezdiniz mi?
Yıllar önce bu sanatları yine Ali Atalar’ın bir yazısında keşfetmiştim. Tavanlara, duvarlara yapılmış benzersiz resimlerin fotoğraflarını izlerken bile hayranlıktan dişim kitlenmişti.
Gaziantep insanının yüzde 95’ine “sanat nedir” diye sorduğunuzda alacağınız yanıt açıktır.
“Sanat bakırcılık gibi, tamircilik gibi bir şey işte…”
“Ona ‘zenaat’ deniyor. Biz ‘sanat’ı soruyoruz.”
Düşünür düşünür..
“Sanat sanat…” diye yineler. Sonra sorunuza soruyla karşılık verir benim sevgili Gazianteplim. “Sanat da ne yahu? ”
..
düşünme imkanı sunar
derin derin sana sanat
bu yönü sebebi pınar
serin serin sana sanat
nesir yahut nazım al at
ko sepete masal balat
..
“Söktüğümüz sözcükler
Söylememiz gereken
Azalıyor günler gibi…”
- (Eugène GUILLEVIC)
Kültürel birikimden, çevreden, özellikle de doğumundan itibaren oluşturduğu bilinçdışından beslenen şairin yapıtları bu öğelerin zenginleşmesi ya da fakirleşmesiyle doğru orantılı bir biçimde etkilenecektir de. Etkileşim içte ve dışta olmak üzere iki şekilde kendini gösterir; bireysel üretimde ve günümüzde giderek daralan okur kitlesindeki olumsuz yansımalarıyla.
..
Asli meşguliyet alanımın dışında “yazmak” anlamında şiirle uğraşmaya ilk kez onunla başladığımı söyleyebilirim. Daha önce birkaç söyleşide de dile getirdiğim gibi, ilk kez şiir yazmaya 1980-1984 yıllarında üniversite öğrencisi olarak bulunduğum Erzurum’da başlamıştım.O tarihlerde abonesi olduğum Ahmet Kabaklı hocanın Türk Edebiyatı Dergisinde “Sanat Fidanlığı” adında bir şiir köşesi vardı.Bu köşeyi Ömer Lütfi Mete yönetiyordu.Aynı dergide zaman zaman kendisinin de şiirleri yayınlanırdı ve onları büyük bir keyifle okurduk.Birçok şiirsever ve okuyucu gibi bendeniz de şiir denemelerimi bu köşeye gönderirdim.O yıllarda bazı ulusal gazetelerin şiir köşelerinde ve Türk Edebiyatı Dergisinin Sanat Fidanlığı köşesinde, bu ünlü edebiyat dergisinin iç sayfalarında birkaç şiirim yayımlanmıştı.Bunun üzerine artık bizim fakültede okul arkadaşlarım bana “şair” diye hitap etmeye başlamışlardı.O gün bugündür aradan geçen çeyrek asrı aşkın zaman diliminde görüştüğüm okul arkadaşlarımın ilk hitap sözcüğü halen “şair” olarak başlar. Daha önce de birkaç kez ifade etmiştim; bu durum bana her zaman büyük mutluluk vermiştir.Ve bu sıfatla hitap edilmekten, anılmaktan halen büyük mutluluk duymaktayım.Bunu saygıdeğer Ömer Lütfi Mete ağabeyimize borçlu olduğumu belirtmek isterim.
Bizim için üniversite öğrenciliği dönemi sona erip memlekete dönüş yaptıktan sonra, hayatın meşgalesi içinde “şiir yazmak” anlamında bir fetret devri başladı, birkaç yıl öncesine ve antoloji.com ile tanışıncaya kadar.İşte üniversite öğrenciliği dönemi bitttikten sonra hayata atıldığımız uzun yıllar boyunca da Ömer Lütfi Mete ismi bende saygıdeğer bir şair olarak kalmıştır.1990’lı yıllardan itibaren medyanın ve kitle iletişim araçlarının yaygınlaşmasıyla birilikte özellikle televizyonlarda “Deli Yürek” ve “Kurtlar Vadisi” gibi seyirciyi ekranlara kilitleyen dizilerin arkasında senarist-söz yazarı olarak onun imzasını görmüş olmaktan kendi adıma ne kadar kıvanç duymuşumdur. İlerleyen yıllarda da yine televizyonlarda ve çeşitli medya araçlarında dini-siyasi-ekonomik ve sosyal konularla ilgili pek çok tartışma programında izlediğim bu Türk aydınına kendi adıma bir kez daha hayran olmuştum.Ve son birkaç yıldan beri de bir ulusal gazetedeki köşe yazılarını hiç kaçırmadan okumak bende bir tiryakilik halini almıştı.Böylesine on parmağında on marifet olan bu saygıdeğer Türk aydının, yıların birikimini o mütevazi ve aynı zamanda gözünü budaktan esirgemez tavrıyla kendi toplumuyla paylaşma çabası benim için her zaman takdire şayan olmuştur.
Yaklaşık bir ay kadar önce izinli ve tatil nedeniyle bulunduğum memleketim Ankara’nın Çamlıdere ilçesinde günlük gazetelere bir göz atmak ve tabi aynı zamanda Ömer Lütfi Mete ağabeyin köşesini okumak için Öğretmenevine çıkmıştım. Gazeteyi elime alır almaz Ömer Lütfi Mete ağabeyin bir kalp krizi geçirdiği ve hastaneye kaldırıldığı, durumunun ciddiyeti koruduğu haberiyle adeta şok olmuştum.İşte o ilk haberi okuduğum günden beri izin bitip görev mahalline dönünceye kadar, bu kıymetli vatan evladının sağlık durumuyla ilgili haberleri yeteri kadar takip edemedim.Bugün yine Öğretmenevinde gazeteleri elime alır alamaz, onun sağlık durumuna ilişkin bir haber olup olmadığına baktım.Halen İstanbul Doktor Siyami Ersek Eğitim Ve Araştırma Hastanesinde yoğun bakım halinin devam ettiği ve durumunun ciddiyeti koruduğu haberiyle bir kez daha acı duydum.Ve bununla ilgili olarak bugün bir ulusal yayın organında (Yeni Şafak Gazetesi) Ali Murat Güven imzasıyla yayımlanan aynı başlıklı aşağıdaki (Bu Şiirin Hikayesi) yazı adeta duygularıma tercüman olmuştur.Bu nedenle bu yazıyı siz değerli sanat dostları ve şiirseverlerle paylaşmak istedim.Saygıdeğer Ömer Lütfi Mete ağabeyime Cenab-ı Allah'tan acil şifalar diliyorum.Saygılarımla.17/08/2008 – ali rıza atasoy
..
Bir olmak bir olabilmek bir hayat.
Her duyuşta birdir kalbin birliği duyuran bir.
Kalbinle kalabilmek tek bir sanat.
En büyük sanat insan kazanabilmektir.
En derin sanat, bir başkasının kalbini, kendi kalbinden duyabilmektir.
Bire bir eklemek- insanlığı- kendi kalbinden duyumsayabilmektir.
Sahnede bir başkası olduğunda, bir başkasına eğilir,
..
'Edebiyatın anlamı içinde düşünüldüğünde, birleştirici, disiplinize edici, kollektifşuur oluşturucu ve bu şuuru aksiyona dönüştürücü olmak gibi birçok gücü vardır' (s.5)
'Milletlerin birlik ruhunu sağlamada edebiyat en önemli görevi üstlenir. Çünkü doğrudan ve tesirli olarak bir milletin duygularına, düşüncelerine, hayellerine, ülkülerine en iyi şekilde edebiyat tercüman olur' (s.7)
'Edebiyat, günlük dar ve fakir sınırları zorlayarak geniş ufuklar açar. Bu gücüyle de insan ve toplumların bir kısır döngü içerisinde kalma sınırlarını genişleterek, bütün meselelere 'günlük'çülük dışında, geniş zaman boyutlarının aralığında bakma imkânını bahşedip aynı zamanda tefekkürün kapılarını da aralar' (s.10)
'T.S.Elliot'un dediği gibi, Bir millet büyük yazarlar, özellikle büyük şairler yarat¬maya devam etmezse o milletin konuştuğu dil de bozulur ve belki daha güçlü bir dilin içinde eriyip gider' (s. 13)
..
ESİNTİ 14. 09. 2006
Suat TUTAK
SÖKE’DE TİYATRO, KÜLTÜR,
SANAT VE EDEBİYAT’A GENEL BAKIŞ...
..
ESİNTİ 14. 09. 2006
Suat TUTAK
SÖKE’DE TİYATRO, KÜLTÜR,
SANAT VE EDEBİYAT’A GENEL BAKIŞ...
..