SANAT ŞİİRLERİ

SANAT ŞİİRLERİ

Bayram Kaya

7Anadolu hareketi kendisini yokluklar içinde iken; siyaseten dışa karşı bağımsızlaştırmıştır. İçte imece kolektif işlerliği ile karma ekonomi ile Olgunlaştırmıştır. Hukukunu da, dış dünyanın etkisi ile daha henüz tam da kendi ilişkileşme düzeyini temsil eder olmamakla beraber yasallaştırmıştır. Bu da o sistemin, kendi iç yetersizlikleri zorunluluğunun girişen yarar zarar dayatmasının bir tercihidir. Bu hukuk düzenlenmesi, kendi ilişki sürecine göre yeni yeni sokulan durumların, yasallığına hitap eder düzenlemelerle hem atılımcı olacaktı, hem de çelişkiler koyar olacaktı. Bu daha sistemin önderince başlangıçta bilerek üslendiği bir yüklenişti. Sanatta bir risk alış değil miydi?

Geçmişler (sanat eserleri) kendi olgunluğunu, kendi hareket dinamiklerinin sönümü ile geleceğe aktarırlar. Geçmişin aktarılan bu zenginliği, yeni dinamiklerin (üretim paylaşım ilişkilenişlerinin) oluşan hareketlerinin üretilmesin de, yeni oluşacak şartlara gübre etkisi yaparak, besi değeri sunacaktan, bir dayanak olaraktan, berdevamdırlar.

Sanat yolun işlevinden çıkardı, semavi olduğunu söyleyen nakilden değildi. Gazi, kendi hareketinin içine, içinde çıktığı haldeki mevcudun olumlu olan ve olumsuz yoksunluklarından çıkan girişmelerden bir harman yaptı. İşte bu harman yeni sürecin dalgalanma seçeneklerinin uygulanması olaraktan, yepyeni ve özgürce bir toplumun var edilişidir.

Sanat halk için yapılmazdı, sanatın halka hitap eden bir yanı da mutlaka vardı. Halkın parçalı kişisel devinir olma yansımasının ortaya konmasıdır. Sanatın halka aitliği vardır. Tıpkı oğuz Kaan Destanı'nın Türk halkına ait olması gibidir. Emsal uluslarla, kıyası kabillik teşmil eder. Gazi hareketi temelde halk destekli bir halk gücüdür. Tam anlamıyla halkın gücüdür ve mevcut devletin desteği yoktur. Aksine, mevcut devletin gücü, gelişmeye direnen bir karşı yapıdır.
..

Devamını Oku
Mehmet Gazi Yıldırım

Şairi bol bir ülke idik.Şimdi buna sanatın başka alanları da eklendi.Başta resim ardından fotoğraf ne bileyim daha dikkatimizi çekmeyen bir çok alanda bir çok çalışma yapılıyor, paylaşılıyor, eleştiriliyor, sergileniyor hatta satılıyor bile.Ben şiirle daha yoğun ilgilenen biri olarak bu alandan örnekler üzerinde yazacağım.Şiire ilişkin bir çok site var sosyal medyada.Çoğununda yüzlerce üyesi.Şiirler paylaşılıyor yorum ve beğeni alıyor,eleştiriliyor.Aslında pek dilim varmıyor eleştiriliyor demeye ama...Çünkü yazılanların çoğu şiirin yapısal eleştirisi anlamında yorumlar değil.Genelde şairin ruhunu okşayacak bir amaca hizmet eden anlaşılmaz övgüler.Çoğunlukla da sitelerin en popüler,çekici ve etkin üyeleri en çok yorumu ve beğeniyi alanlar oluyor.Gördüğü ilgiyle şiir kalitesini karşılaştırdığınızda zaten hemen gözünüze çarpıyor bir şeylerin yanlış yapıldığı. Bunun şiiri yazana da,sitedeki diğer üyelere de zararı dokunuyor.Şiirde ve genel anlamda sanat algısında akıl almaz bir gerileme süreci yaşıyoruz.Şiirin öznesi sanki her şiirde şairin kendisi imiş gibi yaklaşıp, işlenen tema üzerinden hayat bilgisi dersi vermeye kalkışan yorumlar ise ne yazık ki en sık karşılaştığım ve en garipsediğim örnekler.
Bir başka tuhaflıkta şiirin değeri konusunda.Zaten beni bu yazıyı yazmaya zorlayan ana neden de bu.Sanat eserinin değerini konusundaki yücelikle ilişkilendirmek hastalığı.Din temelli ögeleri çok ön plana çıkaran birisi bu alanda yazılmış bir şiiri göklere çıkarıyor.İşleyişe, şiirselliğe, konu bütünlüğüne, geçişlerdeki başarıya, imge kullanımındaki maharetlere ve inceliklere hiç bakmadan.Kendisi açısından yüce bir konuda yazılmış olanı yüceltiyor.Bir başkası aynı hatayı diyelim ki ulusal duyguların dile getirilmesinde yapıyor.Bir öteki sosyal duyarlılıkla ele alınmış bir konu işleyen şiiri baş tacı yapıyor, şiir kalitesine hiç bakmadan.Oysa sanat eserinin değeri işleyişteki ustalıkla ölçülür.Böyle ölçülmelidir.Coşkuları gerçek nesnelere bağlama becerisidir şiiri (Sanat eserini) özgün ve değerli kılan.Asla konusundaki yücelik değil!
..

Devamını Oku
Hüseyin Bülent Oskay

Sanat şahsî ve muhteremdir.
-Fecr-i Âtî aile-i fikriyesi-


Gariptir insanoğlu... Aynen ben gibi
Öküzün altında buzağı arar...
Ah bu Türkçenin kinâyesi...
..

Devamını Oku
Mustafa Tan

Sanat! ........
Sana göre sorudur, bana göre izah
Ona göre borudur,buna göre mizah
Sanat! ........
Sanat'dır arkadaş ne izahtır.ne mizah
Sanat! ........
Sanat içindir ister izah,ister mizah.
..

Devamını Oku
Mehmet Kıyak

Yazın(edebiyat) dünyasında en önemli eleştiri konuları, sanat, sanatçı ve eser eleştirileridir. Bu durumda eleştirmen de aslında bir sanatçı konumundadır; çünkü onun eleştirisi de bir okuyucuya hitap edecektir. Bu bakımdan eser, sanatçı, eleştirmen ve okuyucu arasında sıkı bir bağ vardır.

Ancak eleştirmenin görevi sanat eseri yaratmak değil, yaratılmış eseri bütün yönleriyle incelemek, eseri hem kendi okurlarına hem de o eser ve sanatçıyla ilgilenen okurlara daha iyi tanıtmaktır. Bu görevinden dolayı eleştiriciye çok büyük görev düşmekte, aynı zamanda çok da büyük sorumluluklar üstlenmektedir.

Her şeyden önce eleştirici objektif olmalıdır. Kişisel kurallara ve ilkelere bağlı olan, öznel ve önyargılı davranan bir eleştirmen objektif sayılamaz. Zaten çok çok öznel, çok çok ön yargılı bir eleştirinin sanatsal, edebi bir değeri de yoktur.

Eleştirmen ele aldığı konuyu “iyi-kötü, önemli-önemsiz, olumluluk-olumsuzluk, kuvvetli-zayıf, öznellik-genellik” gibi karşılaştırma ve ölçütlerle geçmiş- gelecek boyutunu da dikkate alarak eleştirmelidir.
..

Devamını Oku
Bekir Alim

BİLİM SANAT

Türk oğlunun gür sesinde
Ol dâhi’nin gözdesinde
Açılır yeni bir ufuk
Bilim sanat merkezinde
Bilim sanat bilim sanat (Tekrar)
..

Devamını Oku
Tuba Gürdere

Sanat varsa insan var, inanan insanın kalbinde binbir sanat var.
İnsan varsa yaşam var, sanatın içinde yaşayan bir akış zaman var.
İnsanın içinde insanlık varolan bir eser var.
İnsanlık varsa özünde sanat, sonsuzluğa dokunan öz duyuş var.
Özgürlük varsa tutsaklık,tutsaklıkta beliren aydınlık bir yaşam var.
Bir hayat tutsaktır daima yaşamaya.
Özgürlükler bambaşka hayatlar sunar yaşanılmak için.
..

Devamını Oku
Mehmet Halil

‘’Emeğin sanatı’’ olabilmek iddiası bile, ciddi bir sorumluluk yüklenmek. Böyle bir adım atmak ve bunu yıllardır sürdürebilmek de takdire şayan… Başta Ali Ziya Çamur olmak üzere katkısı olanları yürekten kutluyorum. Edebiyat ve sanatla ilgilenmeye çok geç başladığım için kendim izleyici olarak ve hobi olarak bunu sürdürmeye çalışıyorum. Daha genç yaşlarda sanat ve edebiyat seçenler ve daha fazla akademik olarak işin içinde olanlar varken fazla söz hakkını kendimde bulmadım. Ancak bazen öyle durumlar oluyor ki insan patlamadan duramıyor.
Buna girmeden önce sanat ve estetik konusunda ne anladığımı kısaca özetleyip eleştiriye geçmek istiyorum. Eleştiri deyince herkes kendi doğrusunu söyler, bende doğal olarak kendi doğrularımı söyleyeceğim… Hangimizin söyledikleri kendi doğrularımız, tabi ki bu da tartışmalı. Hepimiz edinilmiş bilgilerle buradayız. Kendi olabilmiş ve kendi fikirleri ile burada bulunan var mı pek emin değilim.
İnsanlar bir iş yaparken, neyi ne için yaptığını bilmeli. Hedef belli olunca, seçilen yol da ona göre olur.
Kimimiz gerçek üstü yaşam hayalleri ile büyüdük, kimimiz gerçek hayatın içinde hayal bile kuramadan büyüdük. İş böyle olunca, kimimiz hayallerin peşinde koşuyor kimimiz de gerçekleri yaşanır bir hale sokabilmenin peşinde koşuyor.
Daha çocukluğumuzdan beri zihnimiz, aileden başlayarak egemen güçlerin zihinleriyle besleniyor. Bu emanet zihinle edebiyat ve sanat yapmaya kalkınca ayaklarımız birbirine dolanıyor. Kendimize bu alanda kimlik edinmeye çalışıyoruz, ama, o kimliğe uyup uymadığımızı ölçen bir terazi yok. Hedef kitlemizi de terazi olarak kabul edemiyoruz… Edemiyoruz, çünkü emanet zihinlerle sanat yapmaya çalışıyoruz. Sanat ve edebiyatı, elit insanların, üstün insanların uğraşı olarak zihnimize oturtmuşuz. Bu zihinle tepeden bakarak bu işe dalmışız. Öyle olunca da bizi anlamayanlara kızıyoruz.
Hani ‘sanat, edebiyat ezberleri bozmak için’di. Sözle benimseme ve onu içselleştirmek aynı şey olmuyor işte…
‘’Emeğin sanatı’’ diyoruz ama sözle savunmuş oluyoruz. Nazım Hikmet bayrağımız ama o bayrak altında militarizm, ırkçılık, dincilik, itaatkarlık gibi tabuları da savunan sanatçılardan kendimizi kurtaramıyoruz. CHE bayrağımız ama aynı hastalıklar eksik olmuyor… Bunlardan ne anlıyoruz? Bilinenin, ‘’bilinmeyen arka yüzü’’ne değinen, tartışan, eleştiren yok. İrdelemek, tartışmak korku veriyor sanatçılara, ‘’aman kimseyi kaybetmeyelim! ’’ Böylece niteliksiz bir toplum örmeye çalışıyoruz. Sağlam temel olmayınca da, sanat adına hatta ‘’emeğin sanatı’’ adına 5-10 kişi bir araya gelip, bölünerek çoğalmış oluyoruz.
..

Devamını Oku
Zeki Çelik 2

ISPARTA DA ZEKİCE KÜLTÜR ve SANAT EVİ AÇILDI...

Merhaba saygıdeğer gönül dostlarım. Selamlar ileterek Türk dünyası kültürüne her yönüyle katkı sağlayacak Zekice kültür ve sanat evi yine Türk dünyası şairlerin, yazarların, sanatkarların, müzisyenlerin, halkımızın katılımıyla 2-3- 2014 tarihinde saat: 10 da hizmete açılışının müjdesini veriyorum. Isparta belediyesinin sponsorluğuyla gerçekleşen Uluslararası Isparta Türk dünyası edebiyat buluşması verimli geçti.

Bu programla ilgili diğer bilgileri yazı metnimde ve şiirlerimde özet olarak anlatmıştım. Böylesine harika bir programın oluşmasına vesile olduğum için çok mutluyum. Programın ikinci gününde Zekice kültür ve sanat açılışının yapılacağı tüm halka afişlerle duyurulunca açılışta çok görkemli geçti. Dualar edildi, kurdele kesilerek kültür evine girilmiş odu.

Türk dünyası şair ve yazarları, ozanları, müzisyenleri sanat evini çok beğendiler. Antalya dan ailesiyle gelen Müzik hocası sayın: Ramazan Köse bey konuklara verdiği mini konserle coşturdu. Açılışta Belediye Sosyal işler kültür müdürü sayın: İrfan Veli Kayacan beyde bulundu. Konuklarımızı yalnız bırakmayan, hizmetini esirgemeyen başta belediye başkanımız olmak üzere tüm personeline teşekkürlerimi arz ediyorum.
..

Devamını Oku
Ali Tekmil

“ Böl, parçala, yönet! “ yalnızca politik / siyasal bir önerme mi, yoksa başka alanlara da uygulanabilir bir “ laboratuar “ pratiği mi? Toplumbilim açısından uygulamalarını, hatta başarılarını çokça gördüğümüz ve çoğunlukla da egemen erk tarafından gerçekliğe kavuşturulan bu sistematiğin, şiir alanında da yaygın bir biçimde etkinlik gösterdiği söylenebilir mi?

Örneğin, kendi maddi / tarihsel gerçekliğinden kopan şiirin; aslında sanat alımlayıcısından da – dönüşüm ve kendini yeniden üretme olanağından - koparak birey ‘in en dar ve çıkışsız alanına hapsolacağı düşünülmez mi? Zenginliğin gittikçe daha hızlı ve daha astronomik bir biçimde, dünya kapitalist / emperyalist sisteminin merkezi ülkelerine akıtıldığı ve dünyanın geriye kalan kısmının neredeyse Afrikalaşmasının göze alındığı bir dizgenin sanat öznesi / şair için hiçbir önemi olamayabilir mi? O, kurduğu sanal ve sahte şatosunda yalnızca kendi öğrenilen / öğretilen “ bireysel, alabildiğine özgür ve sınırsız sorumsuz “ gerçeğini mi yaşar? Örneğin son on beş- yirmi yılda dünyada olup bitenlerin – Yugoslavya’nın parçalanması ve bu süreçte Serebrenitza ve bütün Yugoslavya topraklarında kıyılan insan toplulukları, artık neredeyse ortaçağa savrulan Afganistan’ın işgali ve oradaki insan acıları, yıllardır savaştırılan Irak’ın, bu kez işgal edilmesi ve orada yaşanan, çağımızın en korkunç katliamlarının “ en sahipsizi “, Afrika ‘da kabile aralarında oynanan oyunlar, Kafkasya ve Hocalı acıları ve bilumum manipülasyonlar… - sanat ve şiir açısından hiç mi söyleyeceği bir şeyler yok? Toplumsal bilincin üç maymun tarafından belirlenmesine şairin de katkı yapmasının ne gibi bir anlamı olabilir!

Yoksa şiir, bütünselliğinden koptukça / koparıldıkça mı değerleniyor? İçerik / biçim uygunluğunun ve şiirin ses, anlam, çağrışım, sezgi, imgesellik vb. öğeleri arasındaki “ yaşamsal “ dengenin yok edilmesiyle mi büyük anlatılar / baş yapıtlar ortaya çıkarılacak? Şiir, yalnızca biçim’e ve biçimsel denemelere indirgendiğinde – sözcüklerin salt alt alta, yan yana, çapraşık, dağınık vb. biçimlerde harmanlanarak “ somutluğuna “ döndürülmesiyle gerçekten şiirin mi kazanacağı umulmaktadır? Yoksa bu bilerek, ya da bilmeyerek verili dizgenin şiir üzerinden onaylanması ve yeniden üretilmesi midir? Biliyoruz ki sanat ürünü aynı zamanda bilinç ve güzellik taşıyıcısı ve iletisi olan; sanat alımlayıcısının etkilenmesi ve aldığı haz’la “ yeni dünyalar kurmayı ” amaçlayan ve böylelikle de kendini başka biçimlerde “ yeniden üretmeyi “ amaç edinen estetik bir enstrümandır. Verili durumdan – maddi gerçeklikten – kendini arıtmış ve insanın tarihsel, ekonomik, siyasal, politik, kültürel, felsefi…açmazlarını seyirlik bir fantezi olarak gören bir şiirin, okuyucu için ne ifade edeceği belli değil midir? “ Şiir öldü, artık okunmuyor, şiir kitaplarını kimse basmak istemiyor “ yakınmalarının nedenlerinden birisinin de bu gerçek olduğunu göz ardı edebilir miyiz? İnsanlar, içinde “ kendilerine ait “ hiçbir şey bulamadıkları şeyleri neden okusunlar ki?

Bir de; egemen erk’in nihilist, anarşist, karamsar, intihar özlemcisi, metafizik, alabildiğine ben merkezci vb. bakış açılarını, sanat alanına “ pompaladığını “ eklersek durumun gittikçe daha da ağırlaştığını ve ağırlaşacağını söyleyebiliriz. Kapitalist / emperyalist dizgenin krizi derinleştikçe, bu alana müdahalesi de daha etkili ve “ yetkili “ bir hale gelmekte ortalık ah’lı, vah’lı, bol göz yaşlı …şiirlerden geçilmez hâle gelmektedir. Neredeyse okuyucusunu,insanın bittiği ve yeniden ayağa kalkma olasılığının ortadan kalktığına ikna edebilmek için her türlü yol denenmektedir. Bir ara kulaklara,tarihin de bittiği “ fısıldanmış “ ama daha sonra, sahibinin sesi, bunun doğru olmadığının açıklamasını kendisi yapmıştır. Bunalım, alabildiğine geniş ve etkili bir “ bunalım edebiyatı “ doğurmuş ama şimdilerde geminin su almaya başladığı fark edilmeye başlanmıştır. Bütün post modern dalavereler, deliği / yarığı kapatmaya yöneliktir; ancak herhangi bir başarı şansı görülmemektedir. “ Bulaştırılan “ şizofreni, insanın ve onun sanatının yeniden toplumsallığını anımsaması ve kendini yenilemesiyle etkisini yitirecek ve şiir insan katında yine eski saygın yerine oturacaktır.
..

Devamını Oku
Bayram Kaya

Sanat sömürü bilmez. Aksine, fikren, duyguca ve kullanım sürecince, sanatın kendisi sömürülen yararlanılandır. Anadolu (Gazi) Hareketi, kendi dışına eperiyalist olmayan bir amacı olmakla tüm mekanik savaşlardan ayrılıp, konusu toplumunun yararı ve yararlanması olan bir faydacı sanattır.

Sanat kendi yanlışlarını da yansıtan bir diyalektik oluşumdur. Anadolu (Gazi) hareketi de uygulama aşamalarında, yanlışlar sapmalar yapsa da, temel yapıyı gerçekleyen amacı, kendi toplumunun bekası olan ve insan aklının (naklin değil) ürünü olan, sistem gerçeklenmesi tam bir diyalektik sanatıdır.

Anadolu hareketi bir etkileme gücü olarak da, sanattır. Estetiksel (kendisine özgü imeceleşen devinim ve karma ekonomi politikalar gibi koyuşlarla) doyurucu olaraktan sanattır. Sanatın toplumsal oluşudur.

Anadolu (Gazi) hareketi, akıl ve bilimsel seçeneklerin eşliğinde; güzel ile uğraşır olması (devrimler süreci) güzelin göreceliği içinde yanlışları (sürecin aksayan yanlış uygulanan yanlarını) taşır olmasının kabulü ile bile, bir sanattır; estetikliği de buradadır.
..

Devamını Oku
Orhan Tiryakioğlu

Hece/serbest ayrımı elbette ki yoktur. Ancak diğer taraftan kişisel olarak ben, hece biçeminin, çok yerleşik kalıplar hariç, yapay kurgulara gebe olduğunu düşündüğümden, çoğu şiirin serbestteki kadar etki bırakmadığını, yani şair sayısınca iyi hece şiiri bulunmadığını algılarım hep.

Hece/serbest kavgası, çoğu kez biçem tartışması olarak gözükse de, bazen sanki eskici/yenici gibi algılanır olsa gerek ki; birinin sürekli olarak üvey evlât davranışı görmesini toplumsal nedenlere bağlamak, daima kolay bir yol olmuştur. 'Hece'nin, geleneklere bağlıların / politik olmayan anlamda muhafazakârların tarzına yamandığını, ‘serbest’inse neredeyse imparatorluğun geleneklerine karşı çıkan biçemleri savunan evrilgen / devingen / daha doğrusu sanatsal devrime inananların cephesine dönüştürülmesini gözlerim hep.
Ya ‘hece’, sadece ‘serbest’in neredeyse geometrik simetriği dâhil manzum biçimi ise?

Gerçekte durum nedir? aslen sanatın ifade şekilleri olan biçemler; hangi yöntemi denediklerinde daha çok etkin olurlar toplumun gelişmesinde, hangisi daha çok ışık saçar? Tam tersine sanatta değil de, toplumda bir evrilgen/ devingen / daha doğrusu bilinç devrimine yarayan biçem ne olmalıdır? Toplum, sanatta dalaşanların kendi üretkenliklerini sıfıra indirenlerin ceremesini çekmeye zorunlu mudur? Yoksa sanatçılar, kendi aralarındaki savaşı bırakıp, toplum için savaşmaya ne zaman başlayacaklar? Hedefi şaşıranlarınsa, toplumu aydınlatmayı bırakın; toplumun gerisinden gelmeye alışmaları, sanat kürsülerini işgâl etmeden daha yararlı etkinliklere girişmeleri, yahut fikir arenasından uzaklaşmaları elzemdir.

..

Devamını Oku
Şerif Erginbay

NEDEN SANAT?


Eğer aforizma biçiminde dillendirirsek çok farklı açılardan bakabiliriz sanata. Bu tarz bilginin sağladığı genel bakış ayrıntılarda yitip gitmekten korur bizi çoğu zaman.

Bütün kötülüklerin anası; insanın üretimine ve üretiminin sonucuna, giderek doğaya, kendi cinsine yabancılaşması, yabancılaştırılmasıdır. Endüstriyel sistemler sonunda ‘insanın organik olmayan organı: doğa’ ile bağlarını dumura uğrattılar, kopardılar.

..

Devamını Oku
Cemal Divani

Anlayan kaldımı bu ozanları

Kültür diye yıpratmışlar canları

Mesken etmiş kahveleri hanları

Gözü kan çanağı yatmayan sanat
..

Devamını Oku
Furkan Selçuk Soylu

Yaşam ayrı bir sanat, ölüm ayrı bir san'at
''Ölmeden ölmek ise'' o apayrı bir san'at

Aralık/2016
..

Devamını Oku
Zeki Çelik 2

ZEKİCE KÜLTÜR ve SANAT EVİ SİZİN EVİNİZ...

Merhaba gönül dostlarım. Saygılar, sevgiler, selamlar size. Mart 2014 tarihinde Isparta da gerçekleşmesine vesile olduğum Türk dünyası şairler ve yazarlar buluşması programı içinde açılışını gerçekleştirdiğimiz Zekice Kültür ve Sanat evi o günden bu güne bir çok misafirlerini ağırladı. Burada şiir ve müzik programları gerçekleştirildiği gibi istişare toplantıları da yapılmış oldu. Uzaktan gelen misafirler, hastalar kalabiliyor. Kurulmasına vesile olduğum sanat evim sizin eviniz diyorum.

Unutulmaz, taktire şayan istişare programını sizlerle paylaşmaktan mutluluk duyuyorum. 4-12-2015 tarihinde Hocalarımı, Kansev derneği yönetimini, başkanı Cemaliye Bardakcı, benim gibi kanser rahatsızlığı yaşayan kader arkadaşlarımı, Anadolu sağlık meslek lisesinden bir grup öğretmen ve öğrencileri, Müdürü, bayan: Zafer Ulusoy'u, Göller Bölgesi Yazarlar ve şairler Derneği Başkanı değerli hocam Melahat Ecevit, Isparta Musiki derneği solist ve saz arkadaşları, SDÜ. öğretim görevlisi Emine Ersöz hocamı daha birçok konuklarımı ağırlamış oldum.

Yiyecek ve içecek ziyafetinden sonra açılış konuşmasıyla programı başlattım. Pes peşe hocalarım sahneye çıkarak duygularını dile getirmiş oldular. Sağlık meslek lisesi öğrencilerinden bir gurup öğrenci şiirler okudular, şarkı türkü söylediler. Bu arada kader arkadaşlarımla bire bir diyaloglar kurup rahatsızlıkları konusunda bilgi alıp fikir sahibi oldular. Samimi ortamda geçen program dinlemeye, görülmeye değerdi. Çünkü Musiki derneği sanatçıları... solisti Elif Akgül hanımefendi, Melahat Ecevit hocam konuklara şarkı ve türkülerle eğlendirip unutulmaz anılar yaşattı.
..

Devamını Oku
Aynur Uluç

Kişisel kültür düzeyi, içsel taleplerin insandan insana değişen dışa vurum şeklini belirler, terbiye eder. Ancak günlük yaşamda normal kabul edilenlerde olduğu gibi, toplumda var olan kültüre göre genel yetişme koşulları ve kişiye düşen olanaklar oluşturur izin verilen uç davranışların da sebeplerini. Farkındayım, üstü kapalı tahlillerle kendimce giriverdim yazıya. Peki, bu cümleleri neden kurmak gerekliliği duydum? Toplumda saygınlığını bir zamanlar ispatladığını düşündüğümüz kişilerdeki egonun kendiliğinden işleyiş şekline, toplum olarak bazı önemli değerlerimizi teslim edersek; bir gün geliyor, bu durumun sonuçlarıyla baş edemiyor ve olanı biteni sorgular buluyoruz kendimizi. Benim için de durum, böyle oldu.

Hayata dair ince elek düşünülmüş sözleri olan, toplumun hep bir adım önünde olduğu için sanatçı kimliğini taşıdığını düşündüğümüz, yaşını başını dolayısıyla hayat deneyimini almış, ancak öte yandan geçmişteki saygınlığının ona ömür boyu yeteceğini düşündüğü için artık tavırlarına dikkat etmemekte sakınca görmeyen bazı edebiyat insanlarını anlamak daha bir zorlaşıyor. Daha bir zorlaşıyor benim için, bir yandan onların ürünlerindeki aşk, kavga, yaşam tanımlarından beslenmişken bugüne dek, insanı anlatan şiirleri dost meclislerinde dilimizdeyken hâlâ, onların fütursuz tavırlarıyla yüzleşmek, bir zamanlar yazdıkları güzel şiirlerin hatırına her mecliste karşılarında el pençe divan durulması gerektiğini sanmalarına tanık olmak.

Benim bunun da ötesinde dikkat çektirtmek istediğim nokta şu ki; bu kişilerin o anki rahatsız edici davranışlarının sanatsal geçmişlerinden dolayı, sanat ortamlarında genellikle görmezden gelindiğini görmek. Ve bu görmezden gelme sonuçlarının onların varlık bulduğu çekirdeğe dahi sıçraması, yani ismini ispatladığı düşünülen kişilerin sanatsal üretimlerine artık eskisi kadar özen göstermemeleri ve buna karşın hâlâ alkışlanmaları gerçeği.

Bu kişiler azıcık düşünseler; için için altında ezilecekleri isimlerini taşımayı hâlâ hak edip etmediklerini düşünmek yerine, aynı ismi koruyucu kalkan gibi mi görürler sözde yaramazlıklarına ve özensiz üretimlerine bile bile? Toplumu oluşturan bizler, azıcık düşünsek; sessiz kalmaya devam ettiğimiz sürece, konumuza giren kişiler, her yaşadıkları gün konuyla ilgili yeni örneklerle zenginleştirirken günlerini, o kişilerin adından daha çok zarar görenin toplumsal güven duygumuz olduğunu göreceğiz. Örnekleri öğrendikçe, işin magazin yanının peşinden koşmayı bırakabilirsek, kavramlar bazında düşünme safhasına geçeceğiz. Bu değerlerin kendi yaşamımızda nasıl vücut bulduğunu sorgulamaya sonrasında da.
..

Devamını Oku
Tamay Önal Polat

Şarkı, opera gibi sanatlardaolduğu gibi edebiyatın ana dallarından birisi olan şiirde de kültürel dil ve konuşma dili ana malzemedir. Sanat bazında baktığımızda şiir bir yazın sanatı olmaktan daha çok fonetik (Ses) sanatı içerisinde yer almaktadır. Bunu yazarken burada özellikle şunu vurgulamak istiyorum. Şiirde şiirin konusu önem sıralamasında hemen hemen en sonda yer alır. Öyle olmasaydı bincenlerce aşk şiirinden sadece bir tane okuduğumuzda başka şiir okumak gereği duymazdık. “Konuyu anladık bitti” derdik.
Şiirler seslendirildiğinde ya da dile getirildiğinde etkisi artıyor veya azalıyorsa ki şiir yazan hemen hemen herkes bunu bilir ve birçoğumuz şiirimizin yüksek sesle okunmasını istemeyiz bunun sebebi şiirin fonetik bir sanat olmasındandır. Yani sadece yazın sanatı olmamasından. Şiirin estetiği dediğimiz olay da burada başlıyor. Bu fonetik sanat şiire nasıl yerleşebilir.
Ölçülü şiir yazanlar (aruz veya hece) bu konuda oldukça şanslılar. Ellerinde kalıplar var. Tartım malzemesi hazır. Sadece konu ve sözcüklerin ustalıkla seçimine bu sözcüklere eklenebilecek ek ya da takıları doğru kullanmaya kalıyor iş. Bunu yeterince titiz yaptıklarında da tadına doyulmaz şiirlere kavuşabiliyoruz. Bunu yapamadıklarında da zaten şiir olmuyor yazılanlar. Sadece ölçülüp biçilmiş yanyana dizilmiş sözcük yığınları oluyor. Ölçülü şiirde okuyucu olmaktan daha ileri gitmemiş birisi olarak en kendi alanıma dönerek sözü serbest şiire ve neden ısrarla serbest şiir diye didinmeme getireceğim.
SÜRECEK.
..

Devamını Oku
Hüseyin Cayıklı

gençlik yıllarımın ilk çoşkusuydu.ilk öğrendiğim söylevlerin içinde yaşamı tanıma arzusuyla yaprak misali savrulduğum yıllardı.benden evvelki kuşağın bıraktığı bayrağı yerinden alarak omuzladığım zamanların şarkılarıydı.onlarda dinlemişti bu şarkıları beraber direnmişler şarkılarla sırt sırda vermiş yürümüşlerdi.işte o şarkıları mırıldayan adamla büyüdüm ben evdeki bozuk kaset çalarda dinlemeye çalıştım o eski babamın kasetlerini.bir adam vardı müthiş bir ses tonuyla ne diyordu bu adam diye meraklanıyordum.anlamıyordum şarkılarında ki isyanı.yaramaz bir çocuk gibiydi.babam ona hayrandı benimde ona hayran olmam gerekiyordu çünkü babama hayrandım.ilk aşka vurulduğum zamanlardı Nazım okumaya ve bütün halkların türkülerini dinlemeye başladığım zamanlardı ilk terkedildiğim anda söylediğim Nazımın şiirinin müzikleşmiş hali vardı.sende herkes gibisin dediğim anda o adamın sesinin taklitiydim.bugun ki gazatelere inanamadım kır yıllık barikatlarda savurulan ceviz ağacını polisler farketmedi ama ölüm tutsak bırakmıştı.günümüzde sanatçı diyemediğim bir insandı.sanat ötesini becerebilien ender bir insandı.oysa tamirci çırağı büyümüş adam olmuş kendi atölyesini bile açmıştı.tamirci çırağının aşık olduğu zengin kız iflas etmiş kuytu bir kentte yaşamaya başlamış yada daha çok kaldırdığı trilyonlarla yurt dışında yaşamaya ant içimişti.kısacası sanatçı sanatçı kimliğini yitirmiş dargın bir şekilde burada sanat yapılmaz demiş ve gitmişti.ondan dolayıda apartıman dairesinin zilinin üstünde şöyle yazmıştı
Sanat yapan
Cem Karaca
..

Devamını Oku
Naime Erlaçin

Tıpkı sanatın toplumları etkilediği gibi, toplumsal değişim de sanatı etkiler. Post modernizmin egemenliğini ilan edişini izleyen dönemlerde ve 11 Eylül’ü takiben, özellikle de Auschwitz’ten sonra artan güvensizlik duygusuyla kendini kendiliğine dayayan sanat, şiir sanatı da dâhil olmak üzere, yepyeni arayışlara girdi. Öyle bir zaman dilimiydi ki bu, güvensiz toplumlar ve bireyler kendilerine birer sığınak arıyordu. Sonuçta arayışlarını gerçek dünyanın dışındaki alternatiflerde buldular. Mistisizm ve inanç ögelerinin ön plana çıkması dönemin en belirgin özelliklerindendir. (Burada bir parantez açarak, şiirde mistik ve dinsel ögeleri başarıyla kullanan, kendi poetikasını oluşturabilmiş güçlü şairleri hariç tuttuğumu özellikle belirtmeliyim.) Mistisizm derken, Batı toplumlarında eksik kalan bir şeyleri tamamlamak adına farklı kültürlerde girişilen alternatif arayışlardan söz ediyorum.

Gelinen bu zaman aralığında birey toplum içinde yalnızlaşmış ve korkuyordu. Öte yandan şair de, başkaldırmanın gereklerini bildiği halde, kendini korunmaya muhtaç hissetmeye başladı. Toplum mühendisliği projeleri, sözü edilen psikolojiyi kolaylaştırmak yerine aksine zorlaştırdı ve yaygınlaştırdı. Sanat emekçisi, yabancılaşma-sürüleşme-aynılaşma süreçleriyle baş etmekle yükümlüyken, bilinçdışına zorla dayatılmış olan paranoya ile de savaşmak mecburiyetinde kaldı. Çoğu kez de yenildi ve teslim oldu. Böylece kültürel sermayesinin harcanmasına göz yumdu. Sanatın ve şiirin içine itildiği kısır döngünün temel nedenlerinden biri budur.

Sanat ne için var?

Bu soruyu sıkça sorar ve sonra da çeşitli yanıtlar ararız. Ama sanatın ana hedeflerinden birinin hayata yepyeni ve derinlikli bir bakış açısı, yorumlama yeteneği kazandırmak olduğunu da yadsıyamayız. Kısacası ‘sanat, insanı hayata dokundururken, düşüncede yeniliği yaratmaktır’ da denilebilir ki kitleleri peşinden sürükleyen, toplumda derin izler bırakan, ileriye doğru atılmış adımların toplamıdır. Ancak günümüzde sıkça rastlanıldığı gibi, sanatçı yaratma işlevini sanki korkularının arkasına gizlenmek, onlarla birlikte kapalı bir alana kısılmak zorundaymış gibi sürdürüyor. Kendisine bir tür oto sansür uyguluyor. Söylemek istediklerini, paranoyak duygulanımların da etkisiyle, sosyo-ekonomik-kültürel yapının yeni iklimine uygun bir tavırda, lafı evirip çevirip dolandırarak ve günlük gereksinimlere uygun bir biçimde söylemeye çalışıyor. Ya da tam aksi uçta konuşlanıyor; bir anlamda Gösteri toplumu (Guy Debord) ile özdeşleşip, sermayeyi de arkasına alarak daima ortalıkta olmak, medyatik bir figüre dönüşmek istiyor. Yaratma eyleminin kaderini adeta ısmarlama sanatın kucağına bırakıyor. Demek ki çevre faktörü ve sosyolojik koşullanmalar çok önemli.
..

Devamını Oku