SANAT ŞİİRLERİ

SANAT ŞİİRLERİ

Hatice Tural

Efendim Kastamonu'nun İnegöl ilçesinde yaşayan Ferhat,ile Samet, komşu çocuğu çok iyi arkadaşlar Ferhat'ın dini hisleri yoğun olduğu için imam olmayı Samet'in ise sanata,müziğe yoğun ilgisi olduğu için şair olmayı tercih etmiş. Ferhat,yaşadığı mahallede göreve başlamış. Arkadaşı Samet'i dini görevlerini yerine getirmesi için bilgi vermiş. Samet'in bir kulağın girip diğer kulağından çıkmıştır.Samet, şiir müzikten başka bir şey düşünmez iken bir gün mahalleye yeni taşınan Canan, isimli kıza aşık olmuş Samet, zaten hayal aleminde yaşarken tamamen hayal alemine dalmış.
Ferhat:Bak Samet, senin sanat hayatına bir şey dediğim yok saygım var. Ama öldüğün zaman onu sormazlar.7 cuma namazı kılmayan adamın cenaze namazı kılınmıyor.Her cuma camiye gitmelisin. Dini görevlerini yerine getirmelisin.
Samet:Benim cuma namazına gidip gitmediğimi kim biliyor ki
millet beni mi takip ediyor?
Ferhat:Bu mahallede herkes seni tanıyor bak 5 gün sonra halanın mevliti var ben mevliti okuyacağım sen duasını verirsin Ben sana yazacağım ezberlersin sen yaparsın nede olsa şair adamsın.
Samet:Hiç şüphen olmasın tabi ki yaparım.
Ferhat, mevlit duasını yazar. Samet'e verir.Ama Samet dua yazılı kağıdı kaybeder Ferhat'a söyleyemez.
..

Devamını Oku
Aynur Baydar

Türk dostu ermeni Edward Taşçı yoğun bakımda
'Benim ailem 70 milyonluk Türk milleti' diyen ermeni asıllı Türk dostu Edward Taşçı Jewish Medical Center'de tedavi ediliyor.
NEW YORK - Ermeni soykırım iddialarına karşı hayatı boyunca Türklerin yanında yer alan Ermeni asıllı Türk dostu Edward Taşçı, New York'ta kaldırıldığı hastanede komaya girince yoğun bakıma alındı. Yakınlarından edinilen bilgilere göre, iki böbreği de çalışmayan 72 yaşındaki Taşçı, geçen cuma günü aniden fenalaşınca, Long Island Jewish Medical Center'a kaldırıldı. Önceki gece oksijen maskesinin düşmesi sonucu bir süre nefes alamayan Taşçı'nın beyninde hasar meydana geldiği ve bunun sonucunda komaya girdiği kaydedildi. Halen yoğun bakımda bulunan ve hayati tehlikeyi atlatamayan Taşçı'nın durumunun kritik olduğu ifade edildi. New York ve çevresinden Türk dostları hastaneye akın ederken, yıllarca katkıda bulunduğu Türk-Amerikan Dernekleri Federasyonu'na da (TADF) sayısız geçmiş olsun mesajı geldiği kaydedildi. Son 20 yıldır TADF halkla ilişkiler direktörlüğünü yürüten Taşçı, Osmanlı Ermenisi bir anne-babanın oğlu olarak Amerika'da dünyaya geldi. Bütün yaşamı Amerika'da geçmesine rağmen kendi gayretleriyle Türkçe öğrenen Taşçı, 'vatanım' dediği Türkiye ve Türk kültürü sevgisiyle tanınıyor. Başta Ermeni lobileri olmak üzere, ABD'de Türkiye'yi karalamaya çalışan tüm gruplara karşı hep Türk tezlerini savunan Taşçı, özel hayatının her kesimine de Türkiye ve Türklük sevgisinin izlerini taşımakla biliniyor. Otomobilinin plakasını bile 'Vatan' olarak seçen Taşçı, sürekli olarak ay-yıldız şeklinde kolye takıyor. Her yıl hiç aksatmaksızın New York'ta yapılan Türk yürüyüşüne katılarak büyük bir Türk Bayrağı taşıyan Taşçı, mektuplarını, üzerinde 'Bana Türk dostu derler' yazısı bulunan bir mühürle imzalıyor. New York'un Queens semtinde bulunan evini Topkapı Sarayı'nın minyatürü şeklinde inşa eden Taşçı, bu evi yine Osmanlı esintileri taşıyan sayısız eşyayla süsledi. Taşçı, paha biçilmez Türk sanat eserleri koleksiyonlarının yanı sıra geniş bir Türkçe taş plak koleksiyonuna da sahip bulunuyor. Bugüne kadar Ermeni iddialarına karşı, bu iddialara destek veren Amerikalı politikacı, bilim adamı, şirket, medya organı, öğretmen ve din adamlarına binlerce mektup yazan Taşçı, 1960'lardan bu yana New York'ta ve Washington'da görev yapan tüm Türk diplomatları tarafından saygı gösterilen bir isim. 40 yılı aşkın bir süredir Mary Taşçı ile evli olan Taşçı'nın çocuğu bulunmuyor. Yakınlarına daima, 'Benim ailem 70 milyonluk Türk milletidir' diyen Taşçı'nın, vefatı durumunda Türk bayrağına sarılı olarak Türkiye'de defnedilmeyi vasiyet ettiği belirtiliyor. TADF yetkililerinin, eşinin de rıza gösterdiği bu vasiyeti gerçekleştirmek için gerek Türkiye'nin New York Başkonsolosluğu, gerekse Dışişleri Bakanlığı nezdinde girişimde bulunduğu ifade ediliyor. Taşçı'nın vasiyetleri arasında, sayısız Türk sanat eserinin yer aldığı evinin bir Türk tarafından müze olarak korunması da bulunuyor. Türk dostu Taşçı, son olarak, 'Bana Türk Dostu Derler-Ermeni İddiaları, Gerçek Söylenmeli' adıyla, Ermeni soykırım iddialarına cevap teşkil eden bir kitap yazmıştı. Baskısı tamamlanan kitabın gelecek günlerde piyasaya çıkması bekleniyor.
EDWART TAŞÇI BİZİ BÖLMEYE ÇALIŞAN HER TÜRLÜ ZİHNİYETE EN GÜZEL CEVAPTIR. TÜM ÖMRÜNÜ VATANI VE MİLLETİ İÇİN HARCAMIŞ EN BÜYÜK MİLLİYETÇİLERDEN BİRİDİR. O HOŞGÖRÜ VE DEV KÜLTÜRÜMÜZÜN EVLADIDIR. AL BAYRAĞIMIZ ONU ŞEFKATLE SARACAK VE TÜRK, KÜRT, LAZ, ÇERKEZ, TATAR ALEVİ SÜNNİ ŞEHİTLERİN KANIYLA SULANMIŞ VATAN TOPRAĞINDA ŞEREFLE YERİNİ ALACAKTIR.
..

Devamını Oku
Erdal Erbaş

Aşk, sanatın mayasıdır.. İçerisine Aşk katılamayan sanat, dalı ne olursa olsun tatsız ve tuzsuz kalmaya mahkumdur.. Şu da var ki sanatı mahkum etmeye hiç kimsenin hakkı yoktur... (erdlerbş) ..
..

Devamını Oku
Yücel Terkanlıoğlu

Şairdir, delidir, ne yapsa yeridir; az çok delilik olmasa şiir yazamayacakları da söylenir ama delinin bile aşık olma hakkı olduğu göz ardı edilir. Oysa, aşık olmak başlı başına deliliktir; akıl kalmaz ki başta! Üstelik, şair olmasalar dahi yazan, çizen, resim yapan sanat düşkünleri de vardır. Hangi biri için aşksal izdüşümlerinin sahte yansımalar olduğu söylenebilir? Zaten insan sevdiğini söylese; öyle basit mi, göstersene? Gül alınsa; çiçek koparılır mı? Hediye alınsa; parayla saadet olur mu? Resim yapılsa; mutluluğu resmedebilir misin? Sussan; konuşsana! Yazı yazsan; hangi sahneden? Şiir yazsan; yazılmaz yaşanır. Yaşamak istesen; aşk dediğin uzaktan uzaktan, acıyla, ayrıkla, herşeye rağmen fedakârlıkla denir. Ne yapılsa yapılsın adı konulamaz aşkın.
..

Devamını Oku
Aynur Uluç

Aynur Uluç... Şair, yazar, ressam, anlatıcı, eczacı... Aynı zamanda hiç biri...

Çünkü kendisi bu kimliklerin ifade ettiği anlamların sıkıştırılmış kalıplarının ötesinde, İnsandaki “başarı” hazzının başkasının başarısızlığı, mutsuzluğu üzerine kurulduğunu belirterek “Eğer dünya daha yaşanılır bir yer olsun diye uğraşacaksak sanat bir yol, bir araç olmak zorunda. Sanat, araya mesafeler girmediğinde hayatın içinde kalır, o yüzden etkin bir yoldur. Dolayısıyla sanatçı diye bir şey kalmamak zorunda” diyerek anlatıyor sanata bakış açısını. Ve ekliyor “Şiir şairlere dahi bırakılamayacak kadar ciddi bir iştir. Çünkü sanatçı olmak gerekmiyor üretmek için...

Röportaj: Deniz Bilgen

Aynur Uluç’un eczacı kimliğinin yanında sanatçı kimliğini oluşturan şey nedir? Hangi nedenler Uluç’un sanat yolculuğuna başlamasına sebep oldu?
..

Devamını Oku
Müzeyyen Keskin

Amasya Sevdası KİTAP Oluyor…/Hikmet OKUYAR
Amasya Sevdası KİTAP oluyor....AMASYA SEVDASI İLE YAZILMIŞ ŞİİRLER, ÖZELLİKLERİ GÜZELLİKLERİYLE; İLÇELERİMİZİ BELDELERİMİZİ KÖYLERİMİZİ MAHALLELERİMİZİ, SEMBOL YA DA ABİDE ŞAHSİYETLERİMİZİ YAYLALARIMIZI ŞENLİKLERİMİZİ YEMEKLERİMİZİ ŞÖLENLERİMİZİ YANSITACAK.. SAHNELERDE, MEYDANLARDA, AMASYA SEVDASI YORUMCUSU OLARAK SUNUM YAPAN VE AMASYA SEVDASI İSİMLİ TANITIM TURİZM KÜLTÜR SANAT ESERİ HAZIRLAYAN AMASYA ELMASI TANITIMLARI İLE ÜNLÜ AMASYALI KESKİN OZAN MÜZEYYEN KESKİN; TÜRKİYE GENELİNDEKİ AŞIK OZAN ŞAİR ŞİİR YORUMCUSU ŞİİR DOSTLARIMIZDAN VE AMASYA VE İLÇELERİNDEKİ ŞİİR YAZAN ÖZEL YETENEKLİ ÖĞRENCİLERDEN ÖĞRETMENLERDEN şiirler İSTİYOR..müjde AMASYA SEVDASI kitap oluyor..Hikmet OKUYAR..ŞİİRLER [email protected] ADRESİNE GÖNDERİLSİN LÜTFEN..
..

Devamını Oku
Tuba Gürdere

Sanat içinde herşeyi barındıran öz bir kavramsa,
hayat dahi o sanatın içinden yaşam katandır.
Çünkü en büyük sanat eseri insandır.
Yaşamı kendi içinden duymak,
Cümle olmak gibidir hecesiz.
...Varolmak içten yansıyan değerdir.
Yaşama sanatının ise görsellikten önce bir duyuşu vardır.
..

Devamını Oku
Nevzat Bayramoğlu Hürdemi

SANAT; olur kimi zamanda İNAT
Kimi zaman yarasada KANAT...
Yahut bizim gibi dost ellerinde
Sonsuzluktur diğer adı KAİNAT.

SANAT renktir, varsa beşeri DONATı
İşte o zaman buluruz gerçek SANATı
..

Devamını Oku
Naime Erlaçin

Bunaldı kadın! ...

Eski yatılı okulun teknik yöneticisi, müzmin bekar, hayata illallah, Tacittin Zübük Efendi gibi çok yakında “YETERİNG LAN! ! ! ! ” diye bağırmak üzeredir…

Aman yanlış anlaşılmasın. Ürktü falan sanmayasınız sakın. Sadece konuşamadığı için dili şişti, o kadar. Dostları tenzih ederek, kendini dünyanın kralı sayan aerodinamik makinelerden; “aman efendim, sepet efendim, saygıdeğer hanımefendi üstadım” diye çığıran müsvedde-i baklava ve asit oranı yüksek yağ efendilerinden; ortaya çıkma cesareti bulamayıp da karanlık gölgelerde yalancı rumuzlar altında dönerci bıçağı ile ahkam kesenlerden; sosyal terapi salonlarında mastürbasyona son hızla devam edenlerden resmen ve ilanen bıktı artık. Bıktı, bıktı, bıktı.…

Uyarıdır:Rahat bırakın, sıkmayın, ellemeyin kadının özgürlüğünü! ! !
..

Devamını Oku
Naime Erlaçin

Sosyo-ekonomik ve politik pencerelerden bakıldığında bireyin çıkarları ile küresel sisteminkiler arasındaki tutarsızlığı fark etmemek olanaksız. Sahte değerler ve sahte haberler servis ederek, özellikle de kitle iletişim araçlarıyla kamuoyunu yönlendirmek artık sıradanlaşmıştır. Böylece gerçek hayatta hiç olmayan ama olması istenen rol ve insan modelleri yaratılmakta, öte yandan da bireyin sıkıntıları küresel sistemce ve bilinçli bir biçimde göz ardı edilmektedir.

Post-Kant’çı ahlâk tartışmalarında, örneğin Stirner’in Kant değerlendirmelerinde bireyin vicdanına bir ‘ahlâk bekçisi’ yerleştirildiğinden söz edilir. Günümüze gelindiğinde ise bireyin aklına taklit edilmesi beklenen kopyalar istiflendiği görülür. Baudrillard’a göre iletişim araçlarıyla, özellikle de gündelik haberlerle oluşturulan; tarihin yok olmasına da hizmet eden bir ‘tezgâh’ aracılığıyla yepyeni iktidarlar kurulmaktadır. Kişisel özgürlükler başkalarının uygulamaya koyduğu toplum mühendisliği projelerince yönlendirilmekte ve birey sürekli olarak ‘simülatif” (taklitçi) bir yaşam tarzına doğru güdülmektedir. Birey-özgürlük ilişkisine müdahale eden post modern öğelerin egemenliklerini ilân ettiği, bireyin köleleştirildiği bir çağa gelinmiştir artık. Tüm yaşama alanlarını bir eğlence parkına (Disneyland’a) benzeten yazar, “Her şeyin her şeyle değiş tokuş edilebildiği bir dünyada değerin hiçbir anlam ifade etmediği söylenebilir” der ki burada aslında gerçeği sorgulamaya başlamıştır. (“Sanal Evren ve Haber Dünyası” – Baudrillard) Sorunsala Hegel’ci bir bakışla yaklaşıldığında ise tarih ve yapının düşünceyi oluşturmadaki rolü öne çıkar. Tarih bilinci yok edilmekte ve ana yapı bozulmaktayken, bireyin kendiliğine kavuşmasını beklemek hayal gücünü fazlasıyla zorlamak demektir. Diyalektik mantığın kurucusu olan Hegel, tarih ile yapının düşünceyi oluşturmadaki rolüne değinmenin yanı sıra efendi-köle diyalektiğinin anlaşılmasında ‘öteki’yi de dikkate alarak, öz farkındalığın oluşmasının altını kuvvetle çizmiştir. Aynı şekilde, kesin itaati zorunlu kılan ‘çağdaş akılcılık’ da özgürlüğü kısıtlama etmenidir, çünkü altında dayatma, yönlendirme ve güdüleme yatar. Stirner, Sartre, Foucault ve daha pek çok düşünür birey-özgürlük ilişkisini sıkça irdelemiş; bireysel özgürlüğün olmadığı yerde iktidarın etkisinden kurtulmanın, tam anlamıyla özgürleşmenin olanaksızlığından söz etmişlerdir. Oysaki etkin direniş gösterebilmek için, “Hiçbir şey benden üstün değildir! ” diyen felsefeci yazarın da işaret ettiği gibi ‘kendiliğin’ oluşturulması önkoşuldur. (“Meselemi Hiçe Bıraktım”- Max Stirner)

Felsefi-sosyolojik-ideolojik yaklaşımları birbirinden çok farklı da olsa, bu düşünürler bireyin özgürleşme olgusuna sıkça yoğunlaşmışlar; bireylik, kendilik, biriciklik, öz farkındalık gibi kavramları önemsemişlerdir. Temelde mülkiyetçi bir görüşe sahip olan Stirner dahi, “Özgürlük, insanın kendi yararına uygun olan şeyleri gerçekleştirmek için bir araç olarak değil, liberalizm için istenir olmuştur; özgürlükle özgürlük için ilgilenilir olmuştur… En yüksek değer veya en yüce hedef olarak özgürlük bireye hiçbir şey sağlamaz” diyerek özgürlüğün herkese mal olabileceğini ama kendiliğin-biricikliğin kişiye özel olduğunu belirtmiştir. Yazara göre ‘ben’ varsa özgürlük vardır. Baudrillard ise sınırları çağın değişimlerine uyumlu olarak genişletmiş, analizini K. Marx’ın değerlendirmeleri doğrultusunda ve bir adım daha ileri götürerek, liberalizm ile kapitalizmin de boyunu aşan küresel gücün etki alanına yönelmiş; böylece oldukça isabetli bir tespitte bulunmuştur. “Küresel güç (bu gücü kapitalizm olarak nitelendirmek pek doğru değildir) günümüzde artık yalnızca kendi kendisiyle boğuşmak durumundadır. Bundan böyle bu güce komünizmin hayaleti değil kendi hayaleti kafa tutacaktır”. (Baudrillard – agy.)

Şurası bir gerçek ki iktidarlar çağlar boyunca vardı. Onlara boyun eğenler ve eğmeyenler de… Üstelik sanat ile iktidar arasındaki ortak yaşamsal bağı (symbiyotik bağ) ve sanatın çoğunlukla iktidar tarafından desteklendiği gerçeğini, kısacası aradaki çıkar ilişkisini görmezden gelmek mümkün değildi. Buna rağmen gücü elinde tutan iktidara boyun eğmeyen insan, sonuçları başarılı olsun olmasın, topluca ya da bireysel olarak bağımlılığa karşı çıkma girişimlerinde bulunmuştur. Peki, günümüzde konuyu tekrar güncelleştiren, özellikle de bireysel özgürlüğe dikkat çeken unsur nedir?
..

Devamını Oku
Bedrettin Keleştimur

Sanat dünün görkemi
Ezelden kalkan gemi
Götürür asırlara,
O şirin endamı! ..

Yarınlara
Taşınır yarınlara
..

Devamını Oku
Bayram Kaya

Tabiri caizse Ata; ateşi eli ile tutmuştu. Kendisi açısından olup biten, yoğun bir stres kaynağıydı. Kişilik ve menfaatler çatışması gibi hissileşmelere götürülecek bir yüklenişti. Eleştirelliğine açıkça vurulacak, yumuşak karın noktasını oluşturacaktı. Yine de Gazi’nin tercihi, ufuk alınıştaki devlet adamı olmanın sanatçı (yaratan) kimliği idi.

Bunları şimdi bile okuyup görünce, Gazi aleyhine vahameti anlamamak, dinamizmi sıradan bir vaka gibi değerlendirmek olurdu. Bunlar insan doğasının bizi yanıltan bir tutumudur. Bu yüzden de kendi küçüklüğümüzle; ” Atatürk olmasa idi bile, başka Atatürkler olurdu” deme banalliğine düşerdik. Zaten Atatürkler olsa idi, Atatürk olmazdı! Yani bu durumlara da Atatürkler sayesinde düşülmemiş olurdu! Atatürk’te iyi bir zabitan olarak kalırdı. Zaten günün zemini de; eğer Atatürkler varsa idi de, zaman ve zemin diğer Atatürklerin içinde, zamana ve zemine en dek düşeni, etkiyip etkilenen cevap olaraktan(tepki) , seçilecekti. Oysa koşul, bildiğimiz, bu ATATÜRK'Ü seçmişti! Demek ki Atatürkler yokmuş. Bu söylem bir yanlış anlama da olmayıp, hatta fikir de olmayan, bir fikir özgürlüğü de olmayan; “Atatürk olmasa idi bugün aynı düzeyde ve daha iyi olurduk” deme gaflet ve mantık absürtlüğüdür! Bunun cevabı mümkün mü? Deli saçması bir anlama ve anlatımdır.

Sorgulamak yanlış değil. Burayı görmeden sorgulamak olguyu görmeyip, hayaller var edip, hayallerde yaşamaktır. Halamın bıyığı olsa, halam amcamdı, der gibi bir şey. Ne yazık ki halanız amcanız değil. Amcanız olmadığı içinde, halanızdır! Bunu değiştiremezsiniz. Siz de halanıza amcanıza davranır gibi değil, halanız olarak davranıyorsunuzdur! Gerçek bu. Realite bu. Hayatta olaylar yaşanıyor, sonra onun düşüncesini öğrenmek üzerine devam ediyor. Yani MUSTAFA KEMAL olarak Kurtuluş Savaşına giriyor, bu biçimi yaşıyor, ATATÜRK olarak sürece dahil olup, zaman ve zemini etkileyip değiştiriyordu. Savaş öncesinin Mustafa Kemal'i bu süreci yaşamasa idi, süreç sonrası hem yoktu, hem de süreç sonrasını yaşayamazdı. Mekanik savaşın öncesi Mustafa Kemal vardır. Savaş sonrası bambaşka, aynı fiziki görünümlü, ama ATATÜRK olarak etkileyip, etkilenen; olay ve olguları başlatıp, süreçleşen; yol alıp, yol veren; Atatürk vardır. Bu aynı zamanda farklı bir önderlik sürecidir de.

Şimdi konunun genel değinme açılımından sonra, Mustafa Kemal'in içinde bulunduğu bir toplumsal ulusun şaha kalktığı sürece, sanat yaratan bir olgunlaştırma ile nasıl yaklaştığına kendimce değineyim. Eylemleriyle yer yer sanat oluşa yönelir. Ve yer yer de; sanatın maharetçi temasında bulunan Gazi’nin anlam ve anlatımları sanatken, benzer istiklal savaşı yapmış olanlardan, yine benzer eylemli, benzer andırışçı kişilerin dahi, bizim devrimlerden ayrışır olan yanlarını, belirtmeye gayret edeyim.
..

Devamını Oku
Naime Erlaçin

Günlük yaşamlarımızdaki tekdüzelik, kanımca sanatın yeterince filizlenememesinin en önemli sebeplerinden biri. Aslına bakarsanız her devirde böyleydi. Ancak tarih boyunca savaş, baskılar, zulüm ve genelde felaket olgusu insanın dünyasını derinden sarsmakla birlikte, yarattığı doğal tepkiler sayesinde sanat toprağına yeni tohumlar atıyor ve yepyeni akımların doğmasına neden oluyordu.

Bugün de değişen pek bir şey yok. Ancak şimdilerde sorunumuz daha büyük. İletişim olanakları artıyor ve olağanüstü hızlanıyor. Böylece sanatsal ürün; üzerinde fazlaca düşünülmeksizin, süratle tüketiliyor. Gelişmelere paralel olarak, düşünsel dünyamızda da bir tür kısırlaşma ve “aynılaşma” tehlikesi ile karşılaşıyoruz. Benzer kalıplarda yaşamaya başlıyor ve kendimizi benzer düşünceler içerisinde buluyoruz. Bilgiyi bir yerden alıp süratle başka bir yere aktarırken yaratıcılığımızı beslemekten uzak düşüyor ve yoksun kalıyoruz. Hayaller bile adeta birbirinin kopyası oluyor. Sonuçta alelade bir zincirin halkalarına dönüşüyoruz. Daha da ileri giderek, “hızlı düşünme-hızlı iletişim-hızlı üretim ve hızlı tüketim” sürecinde sanat dilinin bütün olanaklarının artık yeterince kullanılmadığını görüyoruz. Gücünü dilden alan yazın sanatında ise, ne yazık ki, bu sorun daha da belirgin hale geliyor.

Fotoğrafa biraz da dil açısından bakalım. Toplumsal ölçekte dilin ortak olması aranılan bir özelliktir. Anlamda buluşmayı sağlar. Dil, kişiler ve kitleler arasındaki iletişimsizlik duvarını ortadan kaldırır. Ancak tam burada bir noktaya dikkat çekmek istiyorum. Acelecilik ve hızlı üretim kaygısından dolayı ortak kullanım alanı daralmışsa ve o alan zenginliğini yitirmişse eğer; işte o zaman dil, bağdaşık (homojen) ve kısır bir malzemeye dönüşebilir. Derinliği, çeşitliliği kaybolur; sıradanlaşır, aynılaşır ve sonuçta yazarı da kısıtlar hale gelir. Böyle bir durumda, sanat toprağı verimli olmaktan çıkar.

Şöyle düşünelim isterseniz. Bir bahçede yalnızca elma ağacı dikiliyse, elmalar ne kadar güzel görünüşlü ve lezzetli olursa olsun, sonuçta “yanında başka türler taşımayan birbirinin benzeri elmalar” olmaktan öteye gidemezler. Oysaki büyük olasılıkla dağ başlarında soyları halen tükenmemiş farklı tat ve aromalara sahip bitki türleri mevcuttur. O halde, bütün mesele onlara ulaşabilmekte…
..

Devamını Oku
Nesrin Göçmen

İbrahim’e Gelince (*)
.
Nesrin Göçmen İnankul
.

“İbrahim’e Gelince” şair İbrahim Yıldız’ın şiirlerinden, oğlu Halil Nihat Yıldız’ın seçkisiyle hazırlanmış bir kitap. Bir evladın babasına göstereceği en büyük vefa örneği bu olmalı. Kitap kırk sekiz sayfa olup şairin kırk şiirinden oluşmuş. Şairin kitabın kapağında bulunan siyah beyaz fotoğrafının tüm sayfalarda da devam etmesi, okuyucuyla şair arasında duygusal bir köprü oluşturuyor. Okuduğunuz her dizede şair anlamlı bakışlarıyla size gülümsüyor. Kitapta şairin özyaşamından söz etmeye gerek duyulmamış. Buna gerek de yok, şiirlerde dolaşmaya başladığınızda şairin yaşamı hakkında yeterince bilgi ediniyorsunuz.
.
..

Devamını Oku
Ömer Bolat

Bu ne hoş güzellik, bu ne ince biçim
Kadın, duyguların nazik törpüsüdür.
Ben bu inceliğe gerçek sanat derim
Sanat ki, ilahi aşkın köprüsüdür.

Yüreğim bir kapı, kadınsa anahtar
Ben en çok kadının gücünden korkarım
..

Devamını Oku
Tülay Bilgin

Tın sesleri, çok güzel
Başka bir melodi, başka bir ses

Maraş’ta ustalar bakırla (ensturuman) çalar
Farklı bir sanat, sanatın içinde sanat

Dar ara sokaklardaki, atölyede
..

Devamını Oku
Mehmet Soysal

Dikkat Sanat var..

Kalbim de Ayriligin Sarkisi Caliyor...
..

Devamını Oku
Erdal Çoban

Aşk acı cekme sanatıdır
Alıcısı ise, çokça sanat sevicisi
..

Devamını Oku
Mustafa Ceylan

ŞİİRİMİZDE YENİLEŞME HAREKETLERİ İÇİNDE

Yahya Kemal Beyatlı Ve Gülce Aruz


Türk şiiri kendi mecrasında akışını devam ettirirken, şiirde 'kemalât' derecesine ulaşmış bazı kendi sevdalıları tarafından YENİLEŞTİRİLMEYE de çalışılmıştır. Şiir yolculuğumuzda, bizi en çok derinden etkileyenler de bu 'yenileştirmeciler' olmuştur. Bunlardan birisi de YAHYA KEMAL ' dir.

..

Devamını Oku
Orhan Yılmaz

acımasız bir mirasçı gibidir sanat
ölmeni bekler ve öldükten sonra değerini biçer
..

Devamını Oku