Farklı iki sarı çiçek
İlahi sanat bir gerçek
İnsan bu sırra erecek
Hafızada yer edecek
İşte sanat sarı çiçek
30.03.2012
..
Şiir örgü örgü yaşamaktır san'atı
sanat örmektir sabır sabır hayatı
hayat bir şir'dir, ölümü bile sanat
..
Ötekilerin Sineması [Başkaldırı Sanat Anlayışı]
Yaşamım boyunca kendi kendimi kameraya almayı ihmal etmeksizin hep kayda girmiştir makinam fakat bir başkasının beni kameraya alması beni şüpheler tuzagında buyuk engellerle denkleşörün üstümden tık seslerini sessizlige bogmam gerektigi uyarıları gri hücrelerimi harekete geçirmiştir.Bu piskoloji bazı yerde ise çürütülmeksizin kayıttan çıkmamıştır ve o anlara o an veya ölümsüz anlar ded...ik.Birçok yerde denkleşör veya kamera kayıt uzak bir ücra köşeden aldı hep kayda.Alkış çalarken,Sloganlarla yürürken,pankart tutarken,sokakta yürürken.Birileri beni boy boy kestirmektedir.DAHA FAZLA ŞÜPECİYİM! Ücrlardan uzanan makina çürütülmüş insancık delilleri.Birileri sanat yapmıyor,düşman olmanın gerekliligini yerine getiriyor.
Benim filmim,sanatım bu olmalı.
..
Öyle hastayım ki hasta
Şu türk sanat müziğine
Kanunuyla uduyla,
Cümbüşüyle sazıyla
Bir bambaşka duyguyla
Öyle hastayım ki hasta şu türk sanat müziğine
..
Osman Aytekin:Şiire nasıl başladınız?
Durdu Şahin:Şiire lise yıllarımda başladım. İlk şiirim 1976 yılında Bizim Anadolu gazetesinde yayınlandı. İlk kitabım Sevgi Pınarı (1986) isimli şiir kitabıdır. Üniversitede öğrenciyken yayınladım. Bu kitabın basımında Aksiseda matbaasının sahibi sayın Taner Haznedar’ın sağladığı ödeme kolaylığı,öğrenci arkadaşlarımın dağıtımında ve satımındaki göz yaşartıcı fedakarlıkları,değerli hocalarımdan Celal Tarakçı,Mustafa Özbalcı, Halistin Kukul ve diğer muhterem hocalarımın yakın ilgileri unutulacak gibi değil.
Osman Aytekin:Basından gözlemleyebildiğimiz kadarıyla şiirde yeni isimler artıyor. Dolayısıyla şairler de dergilere sıkça yansıyor. Şiirlerin çokluğu nedeniyle şiirde bir derinlikten bahsedilebilir mi?
Durdu Şahin:Şiir yazan insanların çoğalması elbette güzel. Varsın şiir yazan,şiire yürek uzatan insanların sayısı artsın. Yazan ne yazdığını,şiirinin “gerçek şiir”in neresinde olduğunu,has şiire ulaşabilmek için daha ne kadar yol katetmek ve çile çekmek zorunda olduğunu bildikten sonra,sayının artmasının bir zararı olmaz herhalde. Önemli olan yazan yazdığını ulaşılmaz,erişilmez görmesin. Yazdıkça,okudukça,şiiri bilenlerin tavsiyelerine uydukça,çok yazıp az beğendikçe daha ileriye gidileceğini unutmasın.
Şiirde derinlik meselesine gelince şunları söyleyebilirim:Derinlikli şiirler yazmak,dergilerde derinliği olan şiirler yayınlamak elbette güzeldir. İstenen ve özlenen budur. Ancak herkesin her şiiri derinlikli olacak diye bir şart yoktur. Fakat yazmadan da,yazmayı bir tutku,bir aşk haline getirmeden de derinlikli şiirlere ulaşmak bir hayli zordur. Hangi şairin ilk yazdığı bütün şiirler güzeldir. Şiirde,sanatta mükemmele ulaşmak için zamanla yarışmak lazımdır. İnce elemek,sık dokumak gerekir. Hiçbir şey birdenbire olmaz. Bir salatalık,bir kabak bile,belirli bir zaman içerisinde yetişiyor. Bırakın gençler şiir yazmayı sürdürsün. Şiir yazan ve yayınlayan insanların sayısı gündün güne çoğalsın. Şiir gündemde ve günümüzde hak ettiği yeri alsın. Göreceksiniz zamanla has şiire ulaşanların sayısı artacak...Derinlikli şiirler daha çok ve sık olarak gazete ve dergi sayfalarında görülecek...Hayatımız ve sanatımız kaliteli şiirle daha da güzelleşecek...
Osman Aytekin:Türk şiirinin bugünkü durumu nasıldır?
..
Postmodernizm tartışmaları kültürel teori alanında, modernist sanat biçimleri ve pratiklerinden koptuğu iddia edilen bir dizi kültürel yapıntıyı tanımlayan mimari, edebiyat, resim vb.alanlarda yeni “postmodern” kültür biçimlerinin işaretleri olarak başladı. Postmodernizm,”yüksek modernizm”in ciddiyetinin aksine yeni bir ilgisizlik, yeni bir şakacılık ve herşeyden önce Andy Warhol’un ‘pop art’ında somutlaşan, ama aynı zamanda Las Vegas mimarisinin törenlerinde, rastgele bulunmuş nesnelerde, happening’lerde, Nam June Paik’in video düzenlemelerinde, yer altı filminde ve Thomas Pynchon’ın romanlarında ortaya konan yeni bir eklektizm sergiledi. Modernist sanatın ince işçiliğinin, biçimsel bilgiçliğinin ve estetik talep karlığının aksine, ’yüksek kültür’ ve ‘popüler kültür’ biçimlerini karıştıran, estetik sınırları altüst eden, sanatın alanını reklam imgelerini, televizyonun oldukça değişken mozayiklerini, soykırım sonrası nükleer çağın deneyimlerini kapsayacak denli genişleten ve herzaman tüketim kapitalizmini çoğaltarak üreten postmodernist sanat bölük pörçük ve eklektikdi. Yüksek modernizmin ahlaki ciddiyetinin yerini ironi, pastiche, kinizm, ticari tutum ve kimi durumlarda dobra bir nihilizm aldı.
Sonuçta modernizm ‘yüksek sanat’ın yasası ve bir parçası haline gelirken, postmodernizm pop art’da aynı zamanda dönemin mimarisinde, filminde ve edebiyatında görülebilen ‘anything goes’ (her şey uyar) yollu bir popülist estetik sergiledi. Modernist sanatın büyük bir kısmı geleceğe yönelimliydi, yeni olanın karşısında coşkuya kapılıyor ve yeniliği hoşnutlukla karşılıyordu; postmodernist sanat ise bütün bir sanat tarihinden seçilmiş stillerin,biçimlerin ve türlerin eklektik karışımları içinde eskiye nostaljik hayranlığı yeninin karşısında büyülenmeyle kaynaştırdı. Ayrıca, felsefe alanında, Kartezyen-Lockcu-Kantcı gelenekler içinde kurulmuş bulunan iflas halindeki felsefeye ihtiyaç olduğu iddiaları ortaya çıkmaya başladı. (Bernstein,1985; Baynes et.al.,1987) . Bu modern felsefe geleneğinin, felsefenin sağlam bir temeli ve felsefi sistemlerin garantisi olarak hizmet edebilecek mutlak bir hakikat yatağı arayışı içindeki boş ve olanaksız rüyalar tarafından yıkıldığı iddia edildi. (Derrida,1976; Rorty,1979) . Bunlardan bazıları Batı felsefesinin temel metafizik öngerektirimlerinin köklü sorunlar barındırdığını iddia ettiler; sözgelimi Derrida, çift değişkenli düşünme sisteminin, logosentrizmin ve konuşmayı yazı karşısında ayrıcalıklı kılmanın modern felsefeyi hükümsüzleştirdiğini iddia etmiştir. Derrida ve diğerlerine göre çift değişkenli metafizik sistem kurbanlarını, felsefenin çok özenli bir yapıbozumunu (deconstruction) ve kökten yeni bir felsefi pratiğin ortaya konmasını gerektiren umutsuz metafizik tuzaklara düşürmüştür. Bu iddia, felsefenin postmoderneleştirisinin habercilerini Nietzsche, Heidegger, Wittgenstein ve Dewey’de; Sade, Bataille ve Artaud gibi daha marjinal yazarlarda buldu (Foucault,1970; Rorty,1979) .
Habermas (1987) gibi diğer toplumsal teorisyenler ise, tarihte postmodern bir kırılmanın ortaya çıktığı iddialarını reddederek, yeni muhafazakar ideolojinin bir biçimi olarak yorumladıkları postmodernizme saldırmaktadırlar. Bu tartışmalar karşısında, toplumsal teori olarak postmodernizmin en önemli ifadeleri arasındaki farklılıkları ayrıştırmanın ve yeni postmodern toplumsal teorilerdeki merkezi konumları, içgörüleri ve sınırlılıkları birbirinden ayırmanın zamanı gelmiş bulunuyor.
Postmodernistler inter alia (bağlaşıklar arasında oluşmuş-çn) geleneksel felsefi sacayaklarına yaslanmayan toplumsal eleştiri anlayışları geliştirmeye bakarlar. Çabalarının tipik başlangıç noktası felsefenin bugünkü durumu üzerine bir düşünüm başlatmaktır. Richard Rorty ve Jean François Lyotard gibi yazarlar, büyük harfli “F”yle yazılan Felsefenin bundan böyle siyaset ve toplumsal eleştiriyi temellendirme işlevi göremeyeceğini iddia ederler. Temelciliğin terkedilmesiyle birlikte topumsal eleştiri karşısında felsefeyi kurucu söylem rolüne atayan görüşün de terkedilmesi gündeme gelir. Bu ‘modern ‘ anlayışın, eleştirinin herhangi bir evrenselci teorik zemin olmaksızın serbestçe yüzüp gezdiği yeni bir ‘postmodern’ anlayışa yer vermesi gerekir. Artık felsefi olarak demirlememesinden ötürü, toplumsal eleştirinin şekli ya da karakteri değişir; daha pragmatik, ad hoc (yalnızca belli bir durum için; daha genel bir uygulama ya da öncel bir haklılaştırım olmaksızın-çn) , bağlamsal ve yerel hale gelir. Ve bu değişmeyle birlikte, entellektüellerin toplumsal rolünde ve siyasal işlevinde buna tekabül eden bir değişme ortaya çıkar.
..
Zor bir uğraş. Kimine kara sevda olmuştur bütün zorluklarına rağmen, kiminin göz yaşıdır içten içe kanayan. Muhabbettir; sevgi akar ince çizgilerin satır aralarından. Her temada, bir başka dünyanın doyumsuz lezzeti dimağlarda kalakalır sonsuza dek. Ve eskidikçe değer kokan.
Yaşanmış birer dünyadır edebiyat adına kaleme alınmış her konu. Tasvirlerin simsıcak büyüleyen kucaklayışı yok mu? Adeta meme saati geciken bebe iştihasıyla sindirilmektedir okurun dimağında. İncelikler bir tarafa, belki de bir çok kişinin bakıp da göremediği güzelliklerin kalem diliyle anlatılmasının farkıdır bütün bu gizemler. Adeta suyun akışı, göründüğünden daha hoş, rüzgarın sesi daha canlıdır mısra ve cümlelerin ruhunda. Şairin anlattığı çiçeklerin kokusunu duyar gibi olursunuz bu tasvirler esnasında. Ve yahut da ağlayan çocukla ağladığımız, sevinen insanlarla haykırdığımız zamanlar olur. İşte öylesine alır götürür bizi sanat, ilhamın rengarenk çiçekleriyle mücehhez saraylarına.
İhtişamı yaşarız, açlığı duyar, soğukta titrer ve güleriz katılırcasına. Hepsi bir kıta şiir veya çeyrek sayfaya sıkıştırılmış hikayede yaşadıklarımızdır. Ama incede nezaketi, gülmekte kahkahayı, ağlamakta hıçkırığı, soğukta ayazı, tüm hücrelerimizde duyarcasına yaşarız.
Bazen de düşündürür bizi cümleler, derinden derine. Mana, saklanmıştır düşüncenin ruhunda. Şekillendirmek, can vermek okura bırakılmıştır. Herkes kudretince can vererek şekillendirir cümleleri. Aynı cümlede birileri hayat derken, bir başkası memat üzerinde yorumlar yapar. Bir başkası yaşarken ölmekten, diğeri hal, bir diğeri ise rüya sonucuna varır. Hepsi de doğrudur; zira edebi sanat, bir kişinin değil, milyonların dünyasına değişik şekillerde doğan yegane güneş, kişinin gücü miktarınca gerdikçe açılan, ama kopmayan lastik gibidir.
..
DÖRT UNSUR
Toplumu ayakta, tutan dört unsur
Siyâset, inşâat, sanat, zirâat.
Olmamalı elbet, bu dörtte kusur
Siyâset, inşâat, sanat, zirâat.
..
Dünyada tanıdığım en mütevazı insanlardan biriydi Avukat Orhan Barlas. Kendini öne çıkardığına hiçbir zaman tanık olmamışımdır. “Bu kadar Mütevazı olmayın Sevgili Orhan Barlas herkes sizi öyle sanacak” deseydiniz, o sizi dinler miydi sanki?
Bunca tevazuuna karşın, tanıdığım en dürüst, en değerli insanların başında gelirdi o. Ünsüz bir güzellik anıtıydı desem yeridir.
Bir insanın ünü nasıl ölçülür? Geçenlerde bir TV programında bir fotoğraf sanatçısıyla yapılan söyleşiyi izlemiştim. Söyleşide sanatçı, ne zaman ünlü olduğuna karar verdiğini şöyle anlatıyor:
“Çocukluğumdan beri ünlü biri olmak, en başta babama bunu kanıtlamak isterdim. Benim için ünlü olmanın ölçütü, bir çengel bulmacada resmimin çıkmasıydı. Sonunda o da oldu. O gün ben dünyanın en mutlu insanıydım. Ne gazetelerdeki, ne televizyonlardaki, ne üniversitelerde verdiğim konferanslarımdaki ünümü, bulmacada resmimin çıkmasının mutluluğuyla kıyaslayamazdım.”
Benim ünlülükle ilgili ölçütüm de internet. Eğer bir insandan internette söz ediliyorsa, o ünlüdür bence.
İnsanlar yarınlara yaptıklarıyla kalır. Sevgili Orhan Barlas’la dostluğumuz ileri derecede değildi. Ama o, o kadar çok güzel şeyler yapmıştı ki, Avukat Orhan Barlas’ın güzelliğini görmemek olası değildi.
Sevgili Orhan Barlas’la ilgili birkaç bilgiye ulaşabilmek için internete başvurdum. Karşıma Prof Doktor bir Orhan Barlas çıktı. Sinema müziği sanatçısı bir Orhan Barlas, Oto tamir atölyeleri olan başka bir Orhan Barlas daha vardı. Ama internette Avukat, yazar Orhan Barlas’tan söz edilmiyordu.
..
Bir damla su, bir çok unsurun toplanma yeri değildir, âhenkli bir zıtlığın mucizesidir. İki damla su bir araya gelince 'vahdet' meydana gelir. Her sanatçı, bir 'kâse-i fağfur'dur; içine esritici damlalar biriktiren, bir ince ve incelikli kâsedir. Biriktirdiğini/kendini, içmeleri için insanlara sunar. Her sanatçı, oluşturduğu her sanat eseri için kâsesine farklı bir tat doldurmak durumundadır. Her kâseden bir kaç yudum içildiğinde ruhun değişik bir hale geldiği, tatlı bir esriklikle başka dünyalara yol aldığını görülmelidir.
İnsan her zaman ayırdında olmasa da hep 'güzel'in peşinde koşar. Her sanat eseri GÜZELdir. Güzelliği oranında büyüklüğü tartışılır. Siz hiç ÇİRKİN sanat eseri gördünüz mü?
Öyleyse GÜZEL ne demek? Bir sanat eserinin ya da bir şiirin güzel olmasının sırrı ne?
Bu soruyu yanıtlamadan önce YARATI üzerinde düşünmek istiyorum. YARATI nedir? Var olmayan bir şeyi var etmek mi? Gerçekten de bir şeyin ilk yaratıcısı var mı yani gökten zembil ile düşüveren, 'ol' dediğinizde oluveren bir yaratı var mı? Gök kubbenin altında yeni bir söz, yeni bir fikir var mı?
..
Dünyada tanıdığım en mütevazı insanlardan biriydi Avukat Orhan Barlas. Kendini öne çıkardığına hiçbir zaman tanık olmamışımdır. “Bu kadar Mütevazı olmayın Sevgili Orhan Barlas herkes sizi öyle sanacak” deseydiniz, o sizi dinler miydi sanki?
Bunca tevazuuna karşın, tanıdığım en dürüst, en değerli insanların başında gelirdi o. Ünsüz bir güzellik anıtıydı desem yeridir.
Bir insanın ünü nasıl ölçülür? Geçenlerde bir TV programında bir fotoğraf sanatçısıyla yapılan söyleşiyi izlemiştim. Söyleşide sanatçı, ne zaman ünlü olduğuna karar verdiğini şöyle anlatıyor:
“Çocukluğumdan beri ünlü biri olmak, en başta babama bunu kanıtlamak isterdim. Benim için ünlü olmanın ölçütü, bir çengel bulmacada resmimin çıkmasıydı. Sonunda o da oldu. O gün ben dünyanın en mutlu insanıydım. Ne gazetelerdeki, ne televizyonlardaki, ne üniversitelerde verdiğim konferanslarımdaki ünümü, bulmacada resmimin çıkmasının mutluluğuyla kıyaslayamazdım.”
..
koş güzel peşinde verme ödün
etme estetik husus hiç inat
çünkü baş tacı bugün ile dün
imzanı sanat sepet için at
sanma makbulü şair semizi
özlü yaz derin çıkar hem izi
..
SANAT ESERLERİNİN KIYMETİNİ BİLMELİYİZ...
Saygıdeğer gönül dostlarım: Sevgiler, selamlar ileterek sanat eserlerinin değerlerinin bilinmesi, hassasiyetini paylaşmaya devam ediyorum. Bu konu aslında tarihle bütünleşmeli diye düşünenler olabilir. Yani tarihi eserlerin yok edilmemesi için kıymetinin de bilinmesi gerektiği görüşüne katılıyorum. Ben bu konuda araştırmalarımı sürdürmeye devam ediyorum, hazırlık yapıyorum.
İstanbul da minyatür Osmanlı parkını ziyaret ettiğimde minyatür maketlere baktığım da adeta tarihe bir gezinti yapmış oldum. Her maketin başında kart takılınca bilgisayar programlı anlatımlar. var. Çanakkale, Eceabat, Haymana,
Zafer anıtı, Dumlupınar şehitliklerini ziyaret ettiğimde geçmişte yaşanan bir çok savaşlar gözümün önünde canlandı. Ziyaretleri mi daha önce paylaştım.
..
Soruyorlar o' na
-Neden soyundunuz..?
"Sanat için soyundum" diyor.
Külliyen yalan..!
Sanat' ın haberi bile yok ondan.
Seyirciye sormuyorum bile,
Sorsam alacağum cevap belli
..
Sözünü bahsini bahanesini kurup kotardigi ayarli kurulumlu gecim icabi kaynaklardan sebeplenip istiflenen egitim bilim sanat müzik edep yahut edebiyat, hakki hukuku yolu sagligi dirligi bellegi kültürü ulasimi paylasimi sevgisi saygisi akli vicdani ilgisi bilinci özgürlügü ve özgün iradeliligi tam tesekküllü toplumsal hayatin saglayici teminatina emek zahmet gayretler gütmek degilse amac sorumuluk ve niyeti, tüm bu yasamsal degerleri bozup hirsizin haraminin isgalcinin yobazin yagmacinin zorbanin despotun yolsuzun ilkesizin tecavüzcünün ipsizin zalimin sömürücünün basina buyruk keyfiyeti geregini yerine getirme dalkavuklugunca, cürütüp yikip bozguna ugratma gibi yetkisi de yoktur.
Eger böyle YIKIM DEVRELERi araligina morali umudu niyeti akli vicdani ilgisi sagligi gayreti ahlaki inanci özgürlügü özgüvencesi bellegi bilinci kültürü aidiyeti bozuldukca hantallasan, amansiz cürümüslügün yönetip yönlendirdigi yilginlik ve vazgecmisligin sürekli cöküsleri yapilandiran teslimiyet teminatinda kan revan durumundaysa insan, cevirecek baska filmi olmayan sinemaya, söyleyip yazacak baska sözü kalmayan edebiyata, cizip boyayacak baska mevzu ve manzarasi olmayan resim heykel mimar galariye, hastalik dert sorun bela esaret ölüm zulüm üretip tüketmekten baska ahlaki egitimi ilgisi bilgisi emegi gayreti omaya büyük binali duvarlarin eritip cökertip cürütüp yuttugu marka ve market afisine dönüstürmüstür kendisini son sözünü söylemislige tahvilleyip takas eden insan…
Tek karelik, tek tavirlik, tek durusluk, tek düzeylik, tek sukltalik, tek hükümlü, tek tekel, tek vaziyet, tek yön, tek secenek, tek buyruk, tek celse, tek sekil, tek irade, tek ses, tek cürüm, tek yetki, tek kesit,….tahvili takasi teslimiyeti toplumsal imha maliyetine kirpik sinik suskun pörsük ezik bozuk ve her hakkindan muhaf….
Özgürlüge sagliga huzura akla vicdana düsünceye paylasima onura sevgiye saygiya deger toplumu, egitmek ögretmek bilgilendirmek yükümlülügünde kendini sorumlu saymayan umarsiz kayitsiz sanatin edebiyatin müzigin medyanin siyasetin ilimin ve bilimin, devlet yöneticisini holding sahibi, devleti holdinler toplulugu, toplumu milleti de soyulup sömürülüp esaretine kusatildigi kulluk kölelige dair kosulsuz tüketim bagimlisi ittatini sorunsuz zahmetsiz uymus uyusmus mükemmelligin donanmis MÜSTERi gibi alan satanlar tezgahinda her türlü insan bozulmuslugunun bütün cökertip cürüten kin ayrisma tembellik cöküs yikim afyon üretimsizlik bencillik kayitsizlik acimasizlik kacak igrenti tiksinti yilginlik bezginlik takinti sorun bunalim gerilim siddet nefret kusku siginti saplanti kavga kargasa atölyeleyip salgilama hakkini kendinde gören ayar -düzenegi verilmis sanat ilim bilim saglik spor egitim güvenlik siyaset market edebiyat müzik yol resim yöntem yordam din dinayet sebekeciligiyle, son sözünü katologlasmis ön kapak ünlü ünvanlilar listesine tahvil ve teslim etmis mükemmel donanimli tek karelik, tekcil, tek vucut, tek hükümlü hükümranliliga mecbur ve muhaftir, gazap gayretinde yitikler güdümünde özgürlügü sevgiyi saygiyi elden aldirarak rezillige kepazelige soytariliga sinmislige siddete gerilime cirkeflige meram ve egilim sara sara büyüdükce büyüyen beton celik tutsagi bahsi geckin insan.
Ancak toplumsuzlastikca kacak carpik toplu vaziyet yagma yikim sorun sarmalinda anlasip söylesebilen ve bütün anlasmalarini hicbirseyde ANLASAMAMAK üzere yoluna yordamina koyandayanmis dösenmisligin, düzen carkini ceviren bütün soygun vurgun sömürü talan ve yikim zincirinde tamamlayici halkalardan biri olarak sanat yol yöntem ilim bilim teknoloji egitim galeri salon sergi müzik sinema edebiyat siyaset veya medya marketlesmeler toplulugu, en güncel haliyle DENIZ FENERNDEN göz ve gönül karartici muazzam gammazligin ayan beyan gaspindan icinde saymakla bitmez kepazeligi mikroplasan Kadin-erkek ayartma cifligine ekran ayarlayip anten uydulamakta….
Tek karelik ve gözünde gönlünde kendini adandigi hayranligin kulu ve kurbanliligina öldürüp bitirircesine hayatin bütün calinacak müziklerini veya söylenecek yazilacak sözlerini veya yasanacak yasatacak hikayelerini daima en öne cikarilarak kurulmus insanlik zindanlasmasinin kilitli kapagindaki ünlü ünvanlilara rehin verirse insan, elde avucta tazeledikce tazeleyen ilkeselligin darmadagin oldugu devamsizligin sürekli yasami birbirinden kapip kacarak daraltan kemirip sömürmelerin derdi belasiyla gün egirir ve gündem yogurur sorgusuz sorumsuz ve sahipsize kalan hayat.
Son sözünü en sonuncu tapindigi film karesine veya türübündeki kaleyciyle tekkare karsi karsiya kalan avantaci golcüye veya pöfürtülü fosurtulu yazar cizer edebiyatciya veya mozaigi meshur mermerci betoncu imarmimara veya aldatildikca aldatmaktan sarayli saltanatliklari helai hos görülen siyasetciye vaad ve vakfettikce yasadigi hayati keklliklesip bülbüllesen kafeslerden hic de farkli görmeyen cingilli cingirdakli tek kare dförtduvar toplum dekorlasmasidir.
..
Kavak zayıf, direk olmaz,
Tenekeden kürek olmaz,
Her adamda yürek olmaz,
Vurmak sanat, er işidir...
Dost, gardaşdan ileridir,
Gönül, aşkın kileridir,
..
''........DeĞiŞiM RüZGaRı...
Görülen sürekli gelişim,
.....
dinlenirken yaşamın koynunda..''
________________________Neşer Selman
..
1. Sayın Münevver Düver, kaç yıldır edebiyatla uğraşıyorsunuz?
Çocukluk yıllarından beri şiirle iç içeyim aslında. İlkokula gidip okuma yazma öğrendiğimde başladım şiir yazmaya. Annem, bir şeker bayramında babamın bizleri götürdüğü lokantada, üstü başı perişan çocukların şeker isterken ki hallerine çok üzüldüğümde peçete üzerine ağlayarak yazdığım şiiri çantasına koymuştu. Sonradan çıkarıp verdiğindeki sevincimi hala hatırlıyorum. Sanki dünyanın en pahalı mücevherini bulmuştum. Sonraki yıllarda da şiirle asla ilgimi kesmedim. Yazmaya devam ettim. Bugünlere kadar geldim.
2. Bugüne kadar kaç kitap yayımladınız?
..
Türk şiir ve şairlerinin buluşma platformu antoloji.com kültür ve sanat portalı bünyesinde 12 Mayıs 2006 tarihinde kurduğumuz ve bir ekip olarak geliştirdiğimiz Yeşilrmak Şiir Vadisi Grubu olarak bu yıl ikincisini düzenlediğimiz *** Boraboy Şiir Günleri (23-24 Mayıs 2008) *** etkinliği, geçtiğimiz yıl olduğu gibi bu sene de ardında unutulmaz anılar ve kalıcı dostluklar bırakarak bir rüya gibi son buldu.
Yeşilırmak Şiir Vadisi Grubu’nun kinci kuruluş yıldönümü kutlamaları kapsamında düzenlediğimiz etkinlik için aylar öncesinden başlayan planlama ve hazırlıklar yapıldı.Etkinliğin mümkün olduğu kadar kusursuz olması ve amacına uygun olarak sonuçlanması için grup kurucusu olarak ben Ali Rıza ATASOY, grup yöneticisi Fesih AKTAŞ ve grup yöneticisi Ömer CELEP başta olmak üzere organizasyonda gönüllü olarak görev alan Taşova İlçe Milli Eğitim Müdürlüğüne bağlı okul ve kurumlarda görev yapan eğitim çalışanları tarafından aylar öncesinden başlayan detaylı bir planlama ve bu plan doğrultusunda detaylı bir çalışma yürütüldü. Bu planlama ve hazırlıklar esnasında gurubun ve etkinliğin Ankara boyutuyla; katılımcıların toplanma ve topluca Taşova’ya hareketinin sağlanması için araç temini ve katılımcılar arasında iletişim sağlama gibi iş ve işlemler Ankara’da ikamet eden grup yöneticisi Hüseyin BACANK tarafından, yine katılımcılar arasında iletişim kurma gibi görevlerin Ankara boyutuyla grup yöneticisi İbrahim İMER, İstanbul boyutuyla da İstanbul’da ikamet eden grup yönetici Burhanettin AKDAĞ tarafından yürütüldü.
Boraboy Şiir Günleri (23-24 Mayıs 2008) duyuru metninde yer alan planlama ve program doğrultusunda herhangi bir aksaklığa meydan verilmeden gerçekleştirildi.Katılımcı şairlerin bir bölümü 23 Mayıs 2008 Cuma günü öğleden önce Ankara’da buluştular ve grup yöneticimiz Hüseyin BACANAK tarafından temin edilen araçla öğleye yakın saatlerde Ankara’da buluşarak topluca Taşova'ya hareket ettiler.Bunun dışında kendi imkanlarıyla veya diğer illerden gelecek katılımcılar da aynı gün sabah saatlerinden itibaren bulundukları illerden birer ikişer Taşova’ya gitmek üzere yola koyuldular ve aynı gün öğle saatlerinden itibaren yine birer ikişer Taşova’ya inmeye başladılar.
Katılımcı şairler ve şiirseverler yine aynı gün öğle saatlerinden itibaren Taşova Öğretmenevi bahçesinde bendeniz Ali Rıza ATASOY, Fesih AKTKAŞ ve Ömer CELEP tarafından karşılandılar.Taşova’ya erken saatlerde inen katılımcılar Taşova Öğretmenvi bahçesinde kendileri için ayrılan mekanda oturup dinlendiler, diğer katılımcılarla tanıştılar ve en son gelecek şair dostları bekleye koyuldular.Akşama yakın saatlerde son olarak Hüseyin BACANAK refakatinde topluca Ankara'dan hareket eden katılımcılar geldiler ve Öğretmeevi bahçesinde organizasyonu yürütenler ve diğer katılımcılar tarafından büyük bir coşkuyla karşılandılar.Öğretmenevi bahçesindeki kısa bir dinlenme ve tanışma faslının ardından yine Taşova Öğretmenevi salonunda topluca yemek yenildi.Akaşam yemeğini müteakip katılımcı misafirler Taşova Anadolu Lisesi tarafından düzenlenen “Bir Bahar Akşamı Şiir Dinletisi Ve Mezuniyet Programına” izleyici olarak kaldılar.Buradaki programın ardından çay ikramı yapıldı ve programın tanışma ve sohbet bölümüne geçildi.Bilahare misafirler yatılı okul pansiyonlarına yerleştirildiler ve geceyi Taşova’da geçirdiler.
..
Bir mucizeydi sanki sesin
Şimdi sen özlemlerdesin
Billur ırmaklar gibi çağlardın
Ruhumu alır sevdalara bağlardın
Gönüllerde her dem taze kaldın
Sen sanat güneşimizsin
..