Sana Nasıl İnanayım Ki? Şiiri - Çizgili ...

Çizgili Mavi
215

ŞİİR


3

TAKİPÇİ

Sana Nasıl İnanayım Ki?

Bildiğin için… Bir tek sen bildiğin birtek sen anladığın için… 2 yılı aşkın süredir, sana her defasında anlattığım senlerin tamamı gerçek olduğu için. Her biri, şu yeryüzündeki şu gökyüzündeki şu dünyadaki şu evrendeki en gerçek olduğu için… Söyleyecek, sıralayacak binlerce gerekçem binlerce sebebim var esasen ama buna ne vakit yeter ne de ömür; bizim konuşacaklarımızı geç susacaklarımıza bile ömürler yetmeyeceği için…
Dün de söyledim, sana bilerek veya bilmeyerek yaptığım kötülüklerin yanı sıra yaptığım, yaşattığım, yaşadığım, yaşayamadığımız tüm iyilikler için de; olanlar, olmayanlar, olması - olmaması gerekenler, olamayacak olanlar ve tüm herşey için özür diliyorum senden. Gözlerini Cennet bildiğim için özür diliyorum en çok da… En çok da gözlerini Cennet bildiğim için neden inanasın ki bana? En çok da asimetrik gözlerinde Cenneti gördüğüm, gamzende gamzeni gördüğüm,boynunda beni gördüğüm için… Yamuk parmaklarının arasına -sanki onca şey yetmiyormuş gibi bir de sevdaa çukurunu açmakla kalmayıp “ölmek ve oraya gömülmek istediğim” için neden inanasın ki? Bir tek benim gördüğüm ve bir tek benim gördüğümü bildiğin şeyler için… Sende gördüklerim, sende duyduklarım, sende sustuklarım, sende yandıklarım, sende bulduklarım ve sende yitirdiklerim için… Neden inanasın ki bana?
Kapkara bir dehlizin ortasında gibi değil de daha ziyade merdiven dairesinin “var” ama karanlık olan ışıkları insanı kasvete boğan, gereksiz yükseklikteki bir apartmanın orta katlarından birinin kapısında mahsur kalmış; ne içeri girebilen, ne kapıyı çalabilen, ne dönüp arkasını dışarı çıkabilen çaresiz, aciz, zavallı ve üzgün bir çocuğun karanlıktan olan nefreti ve aydınlığa duyduğu özlem var içimde. Kapıyı çalsan açan yok, oturup bir basamakta ağlasan sesini duyan yok… Bunu da tıpkı “daldız” gibi, tıpkı değerle kıymet arasındaki fark gibi, tıpkı özen gibi, tıpkı bir çam ağacının dikenli dallarında -yeşermeyeceğini bile bile yetiştirilen bir gül gibi ve tıpkı “anlamazlar ki” cümlesinde bahsedilen yığınların inadına “anlayanı” olunan anlamlar gibi… Bir tek sen anlayıp, bir tek ben anlayıp ve -kadere bak ki bir tek biz anlayamadığımız için…
Neden inanasın ki bana? İnandığın için… Bildiğin için… Anladığın ve tüm bunlarla birlikte anlamadığın için. Anlamlandıramadığın, anlamaktan belki korktuğun belki çekindiğin belki de anlamak istemediğin içimdeki sevdaanın büyüklüğü için. Anlamasan da, anlamlandıramasan da, anlamaktan belki korkup belki çekinip belki anlamak istemesen bile; bildiğin, “biliyorum” dediğin şeylerin…
Gerçekler var Zeynep… Her ne kadar kimi zaman hayal gibi, kimi zana rüya kimi zaman kâbus gibi gelse de gerçekler var. Aşk gibi bir gerçek var. Sevgi gibi, sevdaa gibi, hğurda akıtılan gözyaşları, kurulan düşler-düşünceler, boş duvarlarda beliren hayaller gibi gerçekler var. Aşk var be Zeynep, sevdaa var hem de iki a’lı… Ne fark eder ki a’nın büyük olması, küçük olması… Gözlerinde Cenneti gördüğüm an sana emanet ettiğim bir a var beim sevdaamda, neden inanasın ki bana?
Kelimeler var aramızda, sana seni anlattığım. Cümleler var aramızda; devrik, kafiyesiz ve tümgizli özneleri sen olan. Diyor ya şair “İçimde, seninle hiç dolaşmadığımız sokaklar var” tüm çıkmaz sokakların inadına. Yürüdüğüm yollar sana çıktığı için değil, sana çıkan tüm yollar çıkmaz olduğu için Zeynep… Neden inanasın ki bana?
Sana büyük aşık olduğumu bir tek sen bilip, bir tek sen anladığın için. Aşk bu değil olsa da sevgi bu değil olsa da ulan sevdaa bu değil olsa da sevdaa bu Zeynep, sevda bu. Yakan, kavuran, sadece sana değil uykulara bile hasret bırakan, nefessiz bırakan, senden ibaret olan, binlerce yüzbinlerce senden ibaret bir sevdaa bu. Zeynep, neden inanasın ki bana? Hiç böyle sevmediğin, hiç böyle sevilmediğin; hiç böyle sevmediğim hiç böyle sevilmediğim için…
Nefret bile etmiyorken, düşman bile değilken bile “sen sarılma, sen bozma duruşunu, zorunda değilsin, ben sarılayım” dediğim için… Nefret bile etmiyorken, düşman bile değilken bile, sarıldığımız için… Zeynep, nasıl ünanasın ki bana bilmiyorum, ama neden inanasın ki bana… Becerememiş olmam, yemyeşil bir baharın taptaze çiçeklerini ayaklarına serememiş olmam, geç kalmış olmam, yanlış bir evrende karşına çıkmış olmam, seni daha önce kimsenin üzüp kıaramadığı kadar üzüp kırmış olmam, sana bugüne kadar kimseye kırılmadığım kadar kırılmış olmam, iyiler, kötüler, nefretler, öfkeler, şunlar, bunlar… Bunların hiçbirisi sana kör kütük aşık olduğum, sana sırılsıklam aşık olduğum, sana dut gibi aşık olduğum, “bir şey oldu ve ben sana aşık oldum” gerçeğine mani değil. Evet varlar. Evet ama gerçekler var. Ve bu dünydaki tek gerçek, her ne kadar hayal gibi- her ne kadar rüya gibi- her ne dakadar kabus gibi- her ne kadar düş gibi olsa da senin aşkın ve benim sevdaam…
Neden inanasın ki? “Nasıl inanayım ben sana” diye sorduğun için Zeynep. Gözlerime, öyle Cennet gibi baktığın için… Gözlerine, öyle Cenneti seyreder gibi baktığım İçin…
Gözlerini Cennet, gözlerine bakmayı;
“ Oturup Nemrut’ta bir gün doğumunu seyretmektir…
Geceden sıyrılırken ufak ufak karanlıklar, Aydınlığa kavuşurken uykusuzluklar, Küllerinden doğan yeni güne, güneşe… Umutla bakmaktır, gözlerine bakmak! Ayvalık’ın Şeytan Sofrası’nda oturup bir akşam kızılında,
Gün batımına bakmaktır…
Nazlı nazlı veda eden güneşi, kısık gözlerle seyretmektir…
Gözlerine bakmak!
Yükselen ayı, birazdan denize düşecek yakamozu beklemektir,
Dertli bir sigara yakıp, derinden hayaller kurmaktır.
Oturup Fırat’ın kenarında bir bahar sabahı; Güne gülümseyen papatyalara bakmaktır, gözlerine bakmak…
Sabahın serin yeli estikçe kırların üzerinde, Ararat’tan gelen kekik kokusunu duymaktır… Dicle’nin kenarından geçen bir kara trene, El sallamaktır…
“Güle güle” değil; ağlaya ağlaya…
Gözlerine bakmak;
Ağlamaktır hıçkıra hıçkıra! Uykusuz, karanlık, izbe, soğuk gecelerden,
Kavuşmaktır, bir bahar sabahına… Eminönü’nde kuşlara yem verenleri izlemektir…
Galata meyhanelerinde,
Kadehlerdeki dudak izlerinde seni aramaktır gözlerine bakmak!
Sarhoş olmaktır.
En sevdiğin şarkıyı dinlemek değil,
En sevdiğin şarkıyı okumaktır,
Hayal etmek değil, haşa!
Yaşamaktır, gözlerine bakmak…
Ayder’e sırtını yaslayıp,
Yeşil yamaçlara nazır, bir yudum kahve içmektir;
Gözlerine, bir yudum bakmak!
Palandöken’in zirvesinde, şehrin sisli ışıklarına,
Bulutların üstünden bakmaktır…
Gözlerine bakmak.
Uzayıp giden yollar boyunca, Başını bir otobüs camına yaslayıp,
Hayaller kurmaktır gözlerine bakmak.
“Güle güle” değil; ağlaya ağlaya…
Bir kenar mahallenin tozlu sokaklarında,
Bir kaldırım taşına oturup,
Koşturan çocuklara bakmaktır, gözlerine bakmak.
Üstü başı yırtık,
Eli yüzü toz içinde,
Terli terli soğuk su içen çocuklara! Kızıltepe’de Taş Körü’ye çıkıp,
Zergan’ı seyretmektir, zılgıtlar arasında. Gözlerine bakmak, gülmektir.
“Güle güle” değil; ağlaya ağlaya!
Ağlamaktır…
Yaşamaktır bir bakıma.
Gözlerine bakmak;
Ölmektir, bir bahar sabahında!” bildiğim için Zeynep… Nasıl inanasın ki bana bilmiyorum, neden inanasın ki bana…
Gözlerime nefret bile etmiyorken, düşman bile değilken bile hala öyle güzel, hala öyle gerçek, hala öyle-öyle böyle değil hayl gibi baktığın için… Akmamak için dirense de akan, gerçek olan gözyaşların-gözyaşlarım için… Ama’sı fakatı, keşkesi barisi çok olan bir sevdaa bu Zeynep. Hep söyledim yine söylüyorum, “Özlemek için sevmişiz kavuşmak ne haddimize!” eyvallah ama özlemi yanındayken bile dinmeyen olduğun için Zeynep. Kovduğun kapına her defasında ve fakat bu defa kendinden öncekilerin tümünden daha büyük bir aşkla yürüyüp koşa koşa geldiğim için… Senin benimle konuşacak bir şeyin yoksa bile susacaklarımıza da yetmez ki ömürler, susacakların için… Bari ben seni göreyim için. Bari ben seni görürken olsun sen de beni gör için… Neden inanasın ki bana?
Zeynep… “İçinden geldiği gibi” için… İçimden geldiği gibi bir insan oldum dediğin için, için yalan söylemez ki Zeynep. İçin sana, benimle alakalı hiçbir hususta hiçbir şekilde yalan söylemez. Öfken, hiddetin, kırgınlığın, kızgınlığın, üzüntün ve diğer onlarca şey… Becerememiş olsam bile seni çok, seni büyük, seni çok büyük sevmiş olmamı saklayıp gizleyemediği için… Neden inanasın ki bana? Senin de daha önce hiç böyle sevmediğin için be Zeynep…
Sen yine de kulak asma bana, dedim ya bugün “senin bu hikayedeki tek kusurun bu hikayeye başrol olman.” Başka kabahatin yok, sen benim hikayemin kahramanı değil hikayemin bizzat kendisisin Zeynep. Neden inanasın ki bana? Aşkım için, aşkın için, sevdaam için, içimdeki binlerce senin için, işte şu akşamın dar vakti için, dar olmasına ayrı hiçolmasına ayrı yanıp isyan ettiğimiz tüm anlar için, anlatsan ne fayda kimse anlamaz’lar için… Ah be Zeynep, Ah be Ahmet’lerin içindeki çaresizlikler, yakarışlar, duyulmayışlar, olduramayışlar için… İçin için Zeynep, Allah için. Seni, beni, aşkı ve kainatı yadanan aşkı için… Neden inanasın ki bana? İnandığın için. Nefret bile etmiyorken, düşman bile değilken bile “nasıl inanayım ki sana” diyerek inanmak istediğin için…
Ah be Zeynep. Ah be Zeynep. Gözlerin için. Cennet gözlerin, yanağındaki gamzen için. Kimseninin ben gibi görmeyeceği Cennet, kimseye bana baktığın gibi bakmayacağın Cennet gözlerin için…
Neden inanasın ki bana? İyi akşamlar Zeynep, İyi akşamlar Ahmet için…
Senden bir şey istemiyorum Zeynep, bari göreyim seni. Yeter.

Çizgili Mavi
Kayıt Tarihi : 25.4.2024 19:39:00
Yıldız Yıldız Yıldız Yıldız Yıldız Şiiri Değerlendir
Hikayesi:


Cennet… Senin gözlerin Cennet.

Yorumunuz 5 dakika içinde sitede görüntülenecektir.

Bu şiire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!