Sana, Güne ve İlham Veren İncir Ağacı’na ...

Mehmet Akif Ardıç
119

ŞİİR


2

TAKİPÇİ

Sana, Güne ve İlham Veren İncir Ağacı’na Dair

“Ben bir şarkı, bir türküyüm
Ben, Meryem'in yanağındaki tüyüm
Beni bir azizin nefesi uçurur
Kalbimde Allah'ın elleri durur
Cici ayaklarım iplikle bağlı
Ben onun sılası kendimin gurbetindeyim
Ben, azizin hasreti
Ben, Meryem'in yanağındaki tüyüm.” (*)

Gün, kararıyor yine şehrin ışıkları arasında. Ciğerlerime çektiğim sigara dumanının siyah tadı ağzımda. İsli bir martı uçuruyor hüzün rengi duvarlar, gün/eş yüzü görmemiş yalnızlığımın çığlık çığlığa sesleri arasında. Gün, kararıyor yine şehrin ışıkları arasında; rûhumu dikine dikine bir rüzgâr ve bulutlar kaplıyor. Şehrin bir ucunda azizler, öbür ucunda ifritler, Süleymân’a ve Belkıs’a adanmış şarkılar söylüyor.

Diyorum ya sevgilim, böylesi bir kasvet içindeyim. İçimde sensizlikten öleceğime dair bir kanaat besliyorum. Nefes almak için en soğuk havalarda gökyüzünün altında durup teninin rengine çalan Ay’ı seyrediyorum. Ara bul beni sevgilim, ne ölülerin hülyâsında, ne yaşayanların dünyasında geziyorum. Ara bul beni, ya azizlerle bir Mezmur okuyor ya da ifritlerle gözlerin için bir mabet inşa ediyorum. Sen de okumuşsundur ya kitaplarda, aşk, insanı delirtiyor… Hele beklemek… “Şeytân’ın bir günâhı beklediği” (**) gibi, ben de seni öyle özlüyorum…

Ölüler âleminden çağırıp buluyorsun beni. Hüzünden ve kederden âzâd ediyorsun beni. Ateşte yanmış tenimden sarıyorsun beni. Sakin bir su kenarında, kederin iplerinden çözüyorsun beni. Gün, sabaha çalıyor çöl rengi kahverengi gözlerinin arasında. Tenime serin bir dalga gibi çarpıyor, isli martıları kırpıp kırpıp gökkuşağına, buluta ve çocuklara dönüştürüyorsun. On bir yaşımı yüzlerinden öpüp gökyüzü gibi hafifleyen rûhumu sobeliyorsun. Uçan balonlar bağlayıp göğe salıyorsun, göğsümdeki ağır nefesi…

Gitme, daha vakit var diyorum her gündüzün bitişinde. Daha vakit var, ya da aydınlat gündüzüm gibi gecemi de. Zamanın duracağına dair bir ümit besliyorum ya da bir dua. Kalan ömrümü seninle geçirmek, o da vakit varsa hâlâ. Daha senleyken bir dahaki gelişini özlüyorum. Maraş’ın dar sokaklarında, seni gönlüme ve günbatımına emanet ediyorum.

Gün, kararıyor yine şehrin ışıkları arasında. Ciğerlerime çektiğim sigara dumanının siyah tadı ağzımda. İsli bir martı uçuruyor hüzün rengi duvarlar, gün/eş yüzü görmemiş yalnızlığımın çığlık çığlığa sesleri arasında. Gün, kararıyor yine şehrin ışıkları arasında; rûhumu dikine dikine bir rüzgâr ve bulutlar kaplıyor. Şehrin bir ucunda azizler, öbür ucunda ifritler, Süleymân’a ve Belkıs’a adanmış şarkılar söylüyor.

“Akşamları gelir incir kuşları,
Konarlar bahçemin incirlerine;
Kiminin rengi ak, kiminin sarı.
Ah, beni vursalar bir kuş yerine!
Akşamları gelir incir kuşları...

Ki ben, Mona Roza, bulurum seni
İncir kuşlarının bakışlarında.
Hayatla doldurur bu boş yelkeni
O mâsum bakışlar... Su kenarında
Ki ben, Mona Roza, bulurum seni.” (***)

Bu akşam, sebebini bilmediğim bir üzüntü var içimde Mona. Sanki yüreğimin içine bir bıçak saplanmış da, yavaş yavaş beni öldürüyor. Kan damlıyor kelimeler yerine dudağımda. Mona, içimdeki çocuk artık ölmek istiyor. Mona, içimdeki çocuk artık ölmek istiyor…

Göğsümde pembe gül yanığı acılar biriktiriyorum. İçimde beyazlara karışıp gitme özlemi. Son kuşlara yetişsem diyorum. Bir kardelen çiçeğine dikip gözlerimi… Ahhh, beni de vursalar bir kuş yerine; Mona, bir mum alevi gibi bütün özlemlerimle sönsem diyorum. Bir incir kuşunun gözlerine gömülsem diyorum…

“Ki ben, Mona Roza, bulurum seni, incir kuşlarının bakışlarında… Hayatla doldurur bu boş yelkeni, O mâsum bakışlar... Su kenarında. Ki ben, Mona Roza, bulurum seni…”

Mona, dudaklarım siyah bir mürekkep gibi, öpüyor dudaklarının kenarından mektuplarını. Bilirsin, bâzen özlemek, bir zehir gibi, yakıp gider insanın damarlarını… Körlüğe dönüşür acılar, içinde kötü, ama çok kötü bir şey gibi siyah siyah, ince ince büyüyen yaralar… Merhem neye yarar, can çekişen bir kuşun onarır mı kopan kanatlarını?

Bu akşam, sebebini bilmediğim çok üzüntü var içimde Mona. Sanki yüreğimin içine bir bıçak saplanmış da, yavaş yavaş beni öldürüyor. Kan damlıyor kelimeler yerine dudağımda. Mona, içimdeki çocuk artık ölmek istiyor. Kan damlıyor kelimeler yerine dudağımda... Mona, içimdeki çocuk artık ölmek istiyor…

(Akhenaton’un Günlüğü’nden)

* Sezai Karakoç, “Ölüm ve Çerçeveler”.
** N.F.K., “Beklenen”.
*** Sezai Karakoç, “Aşk ve Çileler”

Mehmet Akif Ardıç
Kayıt Tarihi : 16.10.2014 23:47:00
Yıldız Yıldız Yıldız Yıldız Yıldız Şiiri Değerlendir
Yorumunuz 5 dakika içinde sitede görüntülenecektir.

Bu şiire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!