-İçimdeki öteki ben kapa çenemi…
“Hasreti şanına yaraşır yaşamak” diye bir deyim uydurmalıyım ve arkasında durmalıyım sana olan çaresizliğimin. İçimdeki sansüre bir dur demeliyim “bırak beni ne olursun hiç olmasa konuşayım” Ben seninle konuşurken herkesten ve her şeyden saklanan bir kaçağım, kendi içimde sürekli adres değiştirerek senden kaçıyorum, sürekli kıskıvrak yakalanmak utandırmıyor beni. Senin yanında benim en güzel yanım sana olan zayıflığımdır. Yorgunluğuma sarılıp deliksiz uykulara dalmayı seviyorum. Bir gün yüz yaşında olursam eğer, yüz yıl boyunca onca şey söylemiş olmama rağmen, sana seslenmek istediğim bir çok şeyi kendimle götürecek olmak canımı sıkıyor. Bu kadar dik durmak, bu kadar güçlü görünmek ve her şeye karşı inadına herkese kızgın yaşamak ne kadar doruydu ki. Bir gün yorgun bitkin üzgün bir çocuk gibi boynuma sarılsaydın, hatta ağlasan birazcıkta ve belli belirsiz dudaklarından dökülse “sen olmasan ben ne yaparım” kelimeleri. Hayır senin bana mecbur olmanı istemiyorum aslında, fakat hayatının bir yerinde bütün ötekilerden daha iyi bir yerde olmayı özlemek bencillik sayılmaz belki.
Bütün bir hayatı muhtemel yaşanılacak güzel şeylerin hazırlıklarını yapar gibi yaşamaktan yoruldum ben. Bu sahne hiçbir zaman tam anlamıyla hazır olmayacak, dekoru tamamlamaya çalıştıkça eksilecek bir şeyler ve Allah’ın cezası perde hiç açılmayacak. Ne olurdu sanki bir kenarda eğreti bir taburemiz olsaydı, mesela bir kez olsun Cahit Berkay bir kıyak yapsaydı alsaydı eline gitarını ve film müzikleri çalsaydı bizim için ama bizi hiç rahatsız etmese. Ne olurdu sanki bir gün bir film sahnesi gibi yaşaydık hayatı ve o sahnede hiç cinayet olmasaydı, polisten kaçmasaydık, yağmur yağsaydı dışarıda, çok fena gök gürültüleri ve korktukça daha çok sokulsaydın bana. Bağlamasaydın elimi kolumu, avuçlarımın terlemesi ayıp sayılmasaydı. Borçlarımız olmasaydı mesela, yada daha çok para kazanmamız lazım diye bir şeyden söz etmeseydik. Müdürsüz olsaydık mesela ve hiçbir yere yetişmemiz gerekmeseydi, koşmak zorunda kalmasaydık, acıkmasaydık mesela “beni seviyormusun” deseydin, oysa erkeler sevmez bu soruyu ama senin dudaklarından dökülünce ben severdim. “evet” dediğimde şımarsaydın birazcık “ne kadar çok seviyorsun” deseydin ve sevgiyi ölçen hiçbir şeyin olmayışından ilk defa huzursuzluk duysaydım.
Bazı anlar kendi içimde sokağa çıkma yasağı ilan ediyorum, bir tek ikimiz varız dışarıda ve ne tank sesleri nede inzibat. Seninle yürüyorum hiç bilmediğim bir sahilde ve sana dokunmam seni bile rahatsız etmiyor, oysa biliyorsun seninle yürümek canımı sıkıyor aslında, sırf bunun için topuklu ayakkabılardan özenle kaçınıyor olmana rağmen benden uzunsun. Geri zekalı bir erkeklik kompleksi başımı ağrıtıyor, müthiş bir şekilde bir an önce bir yere oturma isteği…
-Bir şeyle içelim mi…
Birden bire bana dönüp bakıyorsun, gözlerinin içindeki pırıltı ve bana duyduğun inancın yüzündeki yansıması, kendime olan güvenimi her an daha da çoğaltıyor. Senin yüzünde görmek bir anlamımın olduğunu ve durup dururken öpmeni özlüyorum, hayır şehvetli filan değil, babanı öper gibi öpmeni özlüyorum, hayatında inandığın ve hayran olduğun o ilk adamı mı kıskanıyorumdur acaba? Yoksa hayatında gereksinim duyduğun bütün adamlara dönüşme arzusu mu?
Ben bütün hayatım boyunca en çok çalıştığım derslerden sınıfta kaldım, en çok çalıştığım sendin ve sana sarılıp sıcaklığını kokunu duyacak kadar iyi değildi notlarım. Artık okuldan atılma korkuları olmayan isyankarın biriyim. Eğer “git artık” demen gerekirse bir gün, ne olur demeden önce benim için bir şeyler çal ki ne zaman gitarına sarılsan, kovulacağım sanayım….
13.08.2008 saat 16.53
Murat DemirciKayıt Tarihi : 4.10.2010 13:33:00
© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.
Bu şiire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!