İÇİNDEKİLER beyaz şarkı 1 saklısu 2 su 3 suyu paylaşmak 4 su ve rüzgâr 5 sana yağmurlar gönderiyorum 6 Sevgim, Bağlılığım, Yüreğim 7 akşamın ipeği 8 ipekten bir şey yanıyor içimde 9 sarı kehribar 10 hülya hanım 11 göl ve gece 12 kuşları ezber etmiştin 13 acı 14 S 15 akşamağacı 16 aşkla dolu rüzgârlar 17 alevlenen gömleklerin terzisi 18 yol 19 eve doğru sabah gibi dayanılmazdır sesin 20 ev 21 odalara doğru 22 rüzgâr zamanı 23 deniz bitti 24 ayten ve güney 25 yeni şarkı26 üç dize ulaştırmak istiyorum size üç nehir ve anka 28 geyik izi 29 göl, gül, tuz, turnalar 30 aşkın büyük harfleri 31 derman değil 32 derin dondurucu 33 hudut 34
1
beyaz şarkı
“sen öldüğün gün hepimizi işten attılar” Cemal Süreya
damarlarımdan akan hayat ırmağı dünyanın içinden de akar
sensin akşamın koynunda çağlayan su
dayanmaz toprak yağmurun ihanetine
kederli bir yürek gibi inler
sensin göllerin serin uykusu
ilkyazdan sonyaza kalan çiçek donmanın ve yokolmanın kapısında bekler sensin alnında ışık tutan atlı
sensin rengini veren taşa mermere
sensin saçlarına yüzünü vuran ayın
sensin en büyük şarkı: özgürlük
gökyüzüne koşan nehir
benim ince uzun gençliğim
o ilkbahar o sonyazda kalan gençliğim
darağacına yazıldı adın
o gün ülkem ormana küstü
o gün ülkemi atlaslardan attılar
2
saklısu
Çağların başlangıcıyla geldim kuşların ormanına
sarmaladım sevdayı ilk akşamdan
yaraya dönüşünceye kadar
umutla geçtim sınır kentlerini
kavuşmanın tadında, kaç yıldır kandırdım yüreğimi
(tozun süzüldüğü kasabaları
koynuma aldım)
bu bir gökyüzü şarkısıdır
sesin kayar gibi günağarmasından
gül rengini koynuma aldım
örenlerce büyüttüm yalnızlığımı
-hiç bir şiirimi bunca sevmedim-
bu şarkıyı sana ayırdım
kimler gelip geçti zamanın magmasında
kimler ıssızlığa karıştı
yeniden dünyaya çıkmış saklı su
bu şarkıyı sana ayırdım.
3
su
su avaredir
sevginin azalıp çoğalan akşamında
kuş uykusu bir tedirginlik gibi kendini açan
kaygılarımızın kışı basmadan eve
Halk için şiir yazmak istiyorum
su avaredir
güneş yağıyor gökten
su avaredir
halk için şiir yazmak istiyorum
insanın zamanı için ormanı unutmadım
kağıdım üçüncü hamur
mürekkep bir lekedir yüreğimde
ben sevdikçe kağıdın sesi açılır
ben o sesi en ilk kimde görmüştüm
acemidir su sevgi gibi
sesi benzer yaprağa
o yaprak ilk nerde açmıştı dalın içinde
sabahın elleri küçük sevginin elleri gece kadar
o gece ilk bizde açmıştı
halkım için şiirler yazmak istiyorum
4
suyu paylaşmak
ince bir yağmur yağıyor gözlerime akşamüstü gibi
su gibi yağıyor son yaz gibi
sabah yar koynundan uyanmış gibi yağıyor
sessiz sevdalı hırçın aşkımıza
usul bir veda düşmüş gibi derinden yağıyor
sevgilimin koynunda olacağım birazdan
adımlarım yollarla barışık
ellerim pardösümün ceplerinde mesut
kollarım iki sıra akasya ağacı
bu kocaman kalabalık içli bir sevgiliye yürümezse üşür
ben de üşürüm
üşüyen bir yağmur yağıyor üşüyen bir yağmur
gözlerime durmadan
988, 5 Aralık/Şişli-Harbiye: 19.00
5
su ve rüzgâr
dağlar taşlar ağaçlar su ve rüzgâr
her zaman hareketledirdi beni
hayatın şiirden daha renkli ve coşkulu olduğunu biliyorum
çıktığım her yolculukta dans edecek bir yer buldu kalbim
gene de kelimeler çağırdı beni gittim
şiir yazma hammaddesi olarak görmedim hiçbir şeyi
karşılaştığım herşeye yeniden baktım
bir imge kaldı bende
içimi yakan şeylerden ziyade
yakmayanlar oluşturdu şiirimi
taş mermer tahta ve kâğıt
hiçbir yerde unutmadım onları
onlar da unutmadı beni
günden güne derinleşip dilimi işgal etti
yalnızca kendine kalmak için
her aşkta olduğu gibi
6
sana yağmurlar gönderiyorum
sana yağmurlar gönderiyorum
akdeniz’den yazıyorum
yanında durup benzersiz bir çiçeğin
kağıtta bıraktığı iz ya da unutulmuş bir alfabe gibi
hatırlıyorum seni güzel bellek!
ellerin sabahla akarsuyun ardından gidiyor
denize kadar büyütüyor yatağını
deniz daha küçüktür kalbinden
sana yağmurlar gönderiyorum
bir at ıslanıyor bir de onun yavrusu
1 Mayıs 2000; Mersin
7
Sevgim, Bağlılığım, Yüreğim
Şairler yağmurlar kadardır
şairler yağmurlardan elbette biraz fazladır
şairler yağmurlardan sonra açan güneşe değil
Ş harfine benzerler en çok:
şefkatten yapılmış Ş harfine doğru ve hatta biraz da
akşam-
dırlar.
şarklı bir çiçek gibi açar solar ve kalır evlerde:
şaşkın ve hoyrat ve zafer dönüşü gibi mağrur ve aşk-
La geçen bu hayatı ikimize bağışladığın için
Ş harfini benden almadığın için
içliyim
sana
bağlıyım
talihsizim
-annem kadar-
8
akşamın ipeği
“yalnızca içte olan yakındır; başka her şey uzak” Rilke
akşamın annesiyim ben
sessizlik büyüttü beni
odalarda uzak bahçelerin bakışırdı
rüzgârla boynunu değiştiren ev toprak
sözden daha güçlüydü çünkü
gül kandan ve pencerelerin derinleştiği
odalarda bir kandil gibi sönen akşam
o akşam bizim herşeyimizdi
beyazla açan ve bir daha kapanmayan sayfalara dar geliyordu acının ipeği
ufacık belirsiz uçucu saçlar
gelişiyor ya da gizleniyordu odalarda
herşey birbirini buluyor unutuyor
ve bir yola doğru başkalaşıyordu
terliyordu dumanlı bir göle doğru
yetimler yoksullar kadınlar
ellerini gördüm esmer ellerini
ateş yakan ellerini
ıslak odunlar gibi tutuşmuyordu
bir türlü yanyana durmuyordu tütüyordu
her günden bir masal
her geceden bir düş toplayıp
kocaman bir güz yaptılar
kederlerini ve bir daha solmadılar
akşamın annesiyim ben
sessizlik büyüttü beni
odalarda uzak bahçelerin bakırıydı
rüzgârla boynunu seviştiren ev
yalnızca içte olan yakındır başka her şey uzak
kalbim kalbim ekmeğimi böl
aşkla paylaştır
ateşe kömüre mürekkebe yakın kıl beni
9
ipekten bir şey yanıyor içimde
ipekten bir şey yanıyor içimde
yaz nerede bitecek bunu çok düşündüm
başladığımız yerin diri ve kederli olduğunu
gölden geçen bir kuğu başı kanadının altında
eflatun bir kuğu söyledi
yaz nerede bitecek
kuğu uçsun
göl derin kanadını koparıp verdi ateşe
yanımda taşıdım bunca yıl
ipek bir nehirle gezdim kıyılarını
yoksulların yetimlerin kadınların kızılderililerin
ve yiten zamanın olgun meyvası
her yolculukta içime açıldı
içime taştı uzaklaştı içimden denize doğru
yaz nerede bitecek
ipekten bir şey yanıyor içimde
çiçekli dal gibi sızlıyor ruhu dünyanın
yoksullar yetimler kadınlar kızılderililer için
eski uygarlığın kalbini yeniden görmek için yazıyorum
ve mutlaka yeni bir dili olmalı bütün bu saydıklarımın
dil depremdir ruhun gövdesinde gergin zaman
çıplak bir tohum gibi sesini gizleyen ter
imkânsız büyük yara yakar kalbini güneşin
bir tren bekliyor beni elma yüklü
yaz nerede bitecek
sarı solgun bir çocuk yaşlandı günden güne
seni hiç yaşlandırmadı
sedef düğmeli yün elbisen içinde hep sevdi
seni hep bağlandı sana
yaklaştıkça uzaklaşan telgraf telleri gibi 15 Nisan 2000; Mersin
10
sarı kehribar
“Kim kalbini koparırsa geceleyin göğsünden, güle varır” Paul Celan
çıkıyorum yaz merdivenlerini bir gemi bekliyor - nar yüklü - limanda
düş gibi sıcak duman gibi dağınık
baktıkça değişiyor suyun rengi
açılıyor güle doğru
yazın gidebileceği kıyılar kadar uzak
göğsümden akıyor
parçalanmış yazlarla dolu nehir sararıyor
duyuyorum taşın sesini
kehribar yaptım beyaz boynuma
çocuklarım oynasın diye değil
yarayı tanısın diye kalbine yakın
kurşunlara hayat içinde yer bulsun diye
ölü bir kuş gibi çırpınan dünyada
aradıklarımız ya da yitirdiklerimiz eriyor gecede
boşaltılmış odanın kalbini duyuyorum
eşyanın ağırlığını
yoksulların yetimlerin kadınların
bir sevda yükü gibi
kalbine aldığı güneşte neleri kopardı yaz
bir gemi bekliyor - kimi - nar yüklü limanda
deniz kadar güzel bir adam ihaneti bilmiyor yazın altında
11
hülya hanım
güle doğrusunuz: bahçe mi size bakıyor
balkon mu zarif bir ömrü ağırlamaktan
kuşlar geçiyor bahçe ile gül arasında
siz bahçeye baktıkça çoğalıyor akşam
sade bir kelimeyle şehre yakışan zaman
ağır ağır açar döker ruhunu
siz o gülün yazını hatırlamaktan geliyorsunuz
siz o gülün yazını hatırlamaktan geliyorsunuz
ince söylerdi gülünüz akdeniz kadar sıcak
ve umutsuz diri kuzeyli bir ozan gibi açar
yara ile karanfil solana kadar
dingin bir çiçek gün ile gece arasında
yavaşça gitmeli şimdi ona
aramızda bir şehir kalmış: İstanbul
Büyük ve Eski Bahçe
siz o Bahçeyi hatırlamaktan geliyorsunuz
gül ve kan taş ve ahşap tarih ve talan
denizler mürekkep olsa!
12
göl ve gece
bir kadının göle bakmasından bilinir annelerin sevda çocukların başlangıç olduğu çocukların dağ annelerin etek olduğu bütün kara parçalarında bilinir çocukların karanlığa yakalandığı ülkelerde bir yanı hep gecedir annelerin kanadından bir gün düşmüş ya da yırtılmış gibi dünyanın her yanından duyulur sessizliği annelerin çocuklarını çok sevdiği doğrudur çocukların başlangıç olduğu doğrudur haritalar çocuk parmaklarıdır kuş lekesidir bir kadının yola bakmasından bilinir bütün karalar ve sular dağ ve etekleridir 13 kuşları ezber etmiştin yüzünde yokuşları çıkardım kışları ısınırdım erirdim karları yüzünde dinerdi fırtına göller durulurdu yüzüne bakmaya kıyamazdım akardın hayatın deltasına özgürlük ve sevda taşırdın bakışın eleverirdi kendini beyaz kokusundan ayışığı vururdu potin bağlarına sarardın dağları yamacından “gitme” demezdim gizli bir yolcuydum kıyılarında (seni gözlerdim) değişirdi ellerin her gün yeni bir çiçek adı öğrenirdi (benzersiz bir çiçekti oysa aydınlık yerlere koyardım seni) sığmazdın odalara kuşları ezber etmiştin güneş taşırdın uzak adalara hayatın taç yapraklarıyla hiç bir okyanusun hiç bir dağın hiç bir çölün hiç bir ölümün bunca büyük bunca olanaklı kolları kanatları yoktu -yine de yok- bir sonsuzluk öyküsüydün baştanberi gizli bir yolcuydum kıyılarında ben senin seni beklerdim 14 acı acı kimin kıyısı suların devrilirken unuttuğu su yol edinir zamanla taştan kalan yosunu acı kimin annesi güngören ya da ışıksız pencerelerde aşınır yol olur zamanla yürekte solanı acı kimin annesi sabah açılmadan çay demler kırmızı bizim her şeyimizdir 15 s 1. ben nice aşklar eskittim aşkına sığınarak 2. zamanla öğreniyor insan ağacın mırıldanmasını oysa hepimiz ağaca bakmışızdır en azından bir türkü öğrenmişizdir yapraktan bir gün kopunca 3. sel gider kum kalır derler ya cam kesti yüreğimi çölde ben leylâ oluncaya kadar 4. insan kendini S sanıyor oysa büyük harfle yazılması gereken Rüzgârdır: güneşle durulan ağaç 5. çok uzun konuştuk bunca yıl gene de uzundu kızılırmak kelimelerimizden bir harf seçelim artık ve nehirler bizi bırakıp oradan aksın: S 6. kim unutur eski yüzünü bahar gezdirir/ nisan gezdirir her şey hızla eskitiyor evini anlamak ve sevmek bir harf değil büyük bir harf: S sabır ladır 7. sevmek benim evimdir Çin’dedir Maçin’dedir bir harf yurtsuz kalınca bir karınca telâşıyla atlar bütün dünyayı o kendi içindedir 8. insan kendini S sanıyor oysa büyük harfle yazılması gereken Rüzgârdır: güneşle durulan ağaç 9. usul biriyim ben şiire ve dansa karşı eğilimim var ama nedense bir hançer sesli bir hançer sessiz bir harf- ten mermeri mümkün kılar 10. ayıntap’ta bir harf var bir kuş kanadını söylemiş su’ya yağmurlar yağmadan yağmurlar yağdıktan sonra bir suya ağlasam sesim karışır mı kurtuluş savaşı’nda bir akşama: S-a-v-a-ş-a 11. Aşk da bir cephedir ve Biz S harfiyle kazandık kelimeleri Sana teşekkür ederim bir daha üzme sana bağışladığım çölü Leylâ bilmesin ‘98,Gaziantep 16 akşamağacı günlerin bir yanı al bir yanı yağmur rüzgâr vurunca yana yıkılır bir şehir düşmüş küçük beyaz elleri gecenin lacivert sesinde cam deşilmemiş yaralarla uyuyoruz bir kadın bir erkek silahlarımızı bırakmış uyuyoruz insan ölümden başka nedir ki bir de aşkla su olur insan bir ev bir bahçe bir sokak değil bir şehir bir gökyüzü hiç değil maviden Maviye gider gelir kalır bizim olmayan bir şeyle yaşıyoruz işte rüzgâr kenar düşürüyor Evi Bahçelerin sonu yok bir ağaç bir kuş birdenbire göğsümüze yerleşen bu sevinç kimin bu şiir uzun bir boşluk günlerin bir yanı al bir yanı altaylar yağmurda yana yıkılır yeleleri bir kapı kendini örter biçime inanmış bir şair gibi oysa çoktan dökülmüştür hayın sırları ömrümüzün ya da bir ince yara kalsın diye yazdığımız tufanı kim okur siyah şarkısını okuyor sabah odalar çoktan unutmuş ormanı göğü yanmış kuşların telâşında ağaran ne -yoksa karanlık mı- 17 aşkla dolu rüzgârlar Suna-Erdoğan Tanaltay’a Söz’lerden bir dogumgünü armağanı yağmur sonrasında bir ırmak gibi yağmur sonrasında bir orman gibi izlediği yol kadar yalnız izlediği yol kadar aşkla dolu rüzgâr yalnız eser bütün akşamlardan duyulur sesi bir S harfi geçer evlerden evlere bir E harfi ay doğmadan gecede bir yerinden alıp bozar karanlığı bir kuş her sabah güneşe batırıp çıkarır kanadını ‘98 18 alevlenen gömleklerin terzisi anne şehir, sokaklar geyik çölde dolaştım bunca yıl mecnun- dan kalan günlerim yok derindir gölden önce açan çiçek anne ahşap bir ev gül- den sonra bahçıvanı yok güz gönderdim odalardan Adalara açılan kumaşı acele acı kumaş -hangisini giyineyim gömleğim çok- sen ey ateşten gömleklerin terzisi nasıl unuturum seni uzak boynunda ortadoğulu bir şarkıydı şarkın akşamlara avlulara sen hangi evin balkonuydun ki sunacaksın kalbini rüzgârlara şehir düştü kalındır zaman sen hangi atlarla gittin Evlerse yoksun sen ey alevlenen gömleklerin terzisi! gece uzun ay beyaz göl serin ve şehir gece uzun ay beyaz göl serin ve şehir beni terkettiğin yerden başlıyor evin gizli bahçelerinde bir aşk aşksa dönüp bakar kendine ve kendir yağlı bir iptir boyundan ince adresi kaybolmuş kaç evin sabah kahvaltıları yok çok aradım derin kıyısına inip aya baktım ay beyaz: adresi yok bir evi çok aradım kendimle gece uzun ay beyaz göl serin zalımın ve zulmün yarası çok sabah gibi dayanılmazdır sesin yağmuru dinledim sabah gibi dayanılmazdır sesin çizdim pencereden kuşlar geliyor cama ellerin gökyüzünce okunaklı kim unutur dağlar uyanırken gördüm unutmam bir daha rüzgârın evine indim sabahın bahçesine uyku kadar beyaz çimen kadar serin kim unutur akşamın sızladığını ağaçlarda sabah gibi dayanılmazdır sesin güneş tüterken odalara yaz inerken bir renk alıp başını gitmiş bir çiçek koparmış gibi kırlardan dönüyor sesin güneşi dinledim saklı bir dize gibi vurdu sesin sesime kim unutur penceremde terli kuş kanadı değmiş gibi denize kuşları dinledim sesin çarşılardan geçiyor yağmurları dinledim sesin çarşılardan geçiyor uzanıp bir gül aldım nehir oldu sabah gibi dayanılmazdır sesin koştum sana yetiştim 19 yol bana bir karanlık gerek yeterince koyu bir karanlık bana bir karanlık gerek ağaç dokuları gibi sımsıkı bana bir karanlık gerek uzak yoldan gelen terli at bana bir karanlık gerek bir yaralı kanat ‘93 Seyyit Hasan Sokağı 20 eve doğru “Denizin basamakları yoktur ve derece yoktur acıda” Reb Youre denizin basamakları yoktur ve derece yoktur acıda acı gökyüzüdür biraz sevinmek rüzgârsız bir dal gibi durur içimizdeki boşlukta ya da kuşlar gittikten sonra içimizde boşalan oda büyür kocaman bir kuş olana kadar çıplaktır acı geceleri kendi yatağında uyur ve koynundan duyulur ne kadar beyaz olduğu acının gecesi yoktur ikindisi var kuşlar süzüldükten sonra eve geciken çocuğa benzer evin öyküsü yoktur rüzgârsız kalana sabahın öyküsü yoktur aysız kalana çocuk tayını büyütür atını alıp kalbine atın öyküsü var atın öyküsü her zaman var gidilmemiş bir yol gibi özlüyorum seni. 21 ev yaza benziyor sesin Yazı’ya benziyor Söz bir Yazgı’dır açıla açıla bir kuş geçer gölün kalbinden yağmura benziyor Evin....... evimin onlarca adı var yurdumun sana başka bir ad veremiyorum ilk adınla duruyorsun bende bir nehir ilk yatağına uzanmış gibi seviyorum ikimizi 22 odalara doğru evin öyküsü yoktur rüzgârsız kalana gecenin öyküsü aysız kalana çocuğun öyküsü bahçesiz olana yoktur kırlar terlemekteyken çocuk tayını büyütüyor atını sarıp kalbine atın öyküsü var çocuk kireçle oynuyor “bir odaya düşler de sığar” diyor octavio paz atın öyküsü her zaman var gidilmemiş bir yol gibi özlüyorum seni 23 rüzgâr zamanı rüzgâr zamanıydı gittin sessizce gezdim içimin ovalarını soyundum hayatıma taşıdığım anlamlardan tek tek atım öldü çünkü -yalnız yaralı ve sonsuz bir gövde şimdi o- atın öldüğü rüzgâr zamanı yanyana kuruyan çamaşırlar gibi ihanetsizdi kalbimiz beyaz çiçek açmış kiraz ağacı gittin, annem saklı bir kadın kırk yılda bir yaprak düşer dalından gitin bir ağaç yaptı bir gövde düştü dalından her ayrılık kendi gövdesiyle büyür beslenirmiş her aşk kendi yarasıyla gittin kırmızı giyindi annem kanayan yerleri görünmesin diye gittin her günden bir kuş toplandı her geceden bir düş kocaman bir güz yaptı kendine ayrılık bir masal olmasın diye ayın uykusu bitmedi söndü gecenin kandili karlar üstünde orman gövdesini bıraktı geyiğe ve yeni bir tarih edindi annem acıyan hep acıyan taze yerlerine akşam indi sular lacivert akşam indi sular lacivert ve keskin bıçaklar dolaşır kalbimizi hiçbir yerden gelmedim: yoldayım bir ziyaretçi acılara acılara yalnız yandığım ateşle yaktım, sözcükleri dışarda bıraktım bir sessizlik oluncaya kadar bir saat içimizde gitmenin saati: tezer özlü bir saat: ayhan özfırat sevincin saati: sevgi soysal oğuz atay da var elbet nilgün marmara da ki ona camdan ve alevden bir gömlek seçtik gidenler gittiler ben kalmadım ki 24 deniz bitti Söz’den geçtiğimi biliyorum: kalbim pırıl pırıl bir gece / gecenin şiirinde kuğu gibi akıyor akşamın boynu: kalbim bir yazın güneşle yıkanmış eşiğinde taş değil ipek değil kuş değil: kalbim istanbul’u sonradan gördün -unutmadın- kalbim deniz bitti gibi bir yerde ben genciken bir yaz vardı: sokaklar alevden bir bahar -akardı- ağaçlara yollar ilk kez geçilmişçesine yeni: kalbim kalbim kuşlar bitti gibi bir yerde ağladım ay bitti gece bitti: deniz bir ırmaktan kalan boynunu kurtarıp gitti uzun kırların ağzındayım betona uzanmış paslanmış bir martı geçiyor evimin balkonundan gagası çürük ve kan kalbim: televizyon haberlerindeyiz 25 ay-ten ve güney dağılgan bir şeydir bir sap menekşeyi büyütmek bir evi toparlar kimi zaman bir serçe ince kırılgan ayaklarıyla bir bahçeyi onarır tütün kokusudur oysa bir odayı sevmek dağ duygusu bırakır insanda karlar yağmadan ve karlar yağdıktan sonra yolda kalmış iki insan bir sevgi yolculuğu bırakır isadan önce ve milattan sonra bir odadır her insan pencereden akşam geçiyor her pencere kendi içine açılan bir güneş şiddettir her sevgi güneşin altında kanadını unutmuş bir melek vardır her yolculuğun uzak bir yeri ortaanadolu üzerinden güneye giden trenin: bir çocuk kimsesiz kalmış ya da sis içinde tünele girmiş bir trenin: kavuşmakla ilgili bir öyküsü vardır kavuşan bir şeydir zaman asi ve yozgat dağları biçip biçip bir türkü yapar bozkırdan başıboş bir at ki anasız tay gibi coşar: şiir oluncaya kadar derin ve kendinden taşan ırmak güzel ırmak kalbimizden içeri akan ırmak su izi bırakır: hatıradır kalbe su ıslanır bahçe ıslanır balkon ve oda yürekten yüreğe akan günün sabahı bazı şiirleri yırtar bazı şiirleri okur yeniden bir masa bir kâğıt bir sebep edinir kendine güzel masa güzel kâğıt güzel internet sevmek uzun dünya yuvarlak aşk toplumsal değil gene de gece vakti ay doğar kalbe, ışıklanır dünyanın karanlık yerleri başlangıç: sevmeye sevmeye sevmeye konuşan bir şeydir zaman ölü bir dalga değil konuşan bir denizdir: kadınlar zaman kötü evlerde değil kimsesiz evlerde: duvar varsa: akşam yoksa: şarkılar yoksa: kimse farkına varmıyorsa martıların ya da bozkırdan geçen turna allı turna telli turna - erciyes’te bir kuş var: turaç- turna turna turnalar ve turaç... göç bizim değildir o zaman yalnızlık bizim sevmek bir yolculuk ve yalnız turna iz bırakır gökte açılıp kapanan bir yara ya da bir kürt kilimi gibi içinden hoyrat geçer kerkük türküsü gibi - çık suriye dağlarına da bana eleyle - karanlıktır, esmerdir, ıssızdır insan, çıplak üşüyen durmadan üşüyen kumdur ve rüzgâr anasını yitirmiş tay gibi coşar içinde, çölün taşları var elbet sarışın okyanusları sarışındır her insan güzele doğrudur ve sevmek sessizce yağar bir ırmağın üstüne su gibi yağar su içinde yâr sesi bu şiirde sevda sözcüğünü sona bıraktım o sözcük kimsesiz bir dal gibi tipide anası ölmüş tay gibi ya da ahmet hamdi’nin gece vakti sis içinde tünele giren treni - huzur’da- gibi içimi titrettiğinden ötürüdür eski bir alfabe gibi ay uyanır yaraya ray uzanır: ay ve ten büyüdükçe büyüyen bir dostluktur sevgi akdenizde bir Lorca: L harfinin en sıcak güneşli akşamı sevmek bir sebepp - bilerek iki p kullandım insan dostluklarında bazı harfleri şaşırmalı- 5 Ağustos ‘99; İstanbul 26 yeni şarkı yeni bir şarkının ucunda gecemiz yorulmuş kucaklaşmaktan kollarımız ayrılıktan kavuşmaya gide gele öpüşlerimizin dibinde tuzak bu deniz köpük köpük akıyor kanımıza yağmur ağzına kadar açık bir kaplan (durmadan yıkanıyor büyük suda) hüzünden bir ormana doğru koynumda kuşlar başlıyor aynı yağmurları ıslanır sokaklar değişir taşları: basıldıkça yeni bir iz bırakır ökçeler 27 üç dize ulaştırmak istiyorum size üç nehir ve anka terek nehri içlenirdi bir vadiden bakınca geriye dönerdi anılarına su verirdi yeniden kim konuşurdu Geceyle bir şose gibi yalnız beklerdi kamyonların sesini kimi zaman türkü bile bilmiyor insan oysa bekliyor çiçeklerin ayını karlar uyanmadan bekliyor karlar uyandık- tah sonra adı Bahar olsun/istiyorum diyor yollara çocuklarını savurmuş evin avlusu üç dize ulaştırmak istiyorum size üç nehir ve anka Aras Çoruh ve Kura: su gibi aziz can gibi tenha yeni doğmuş tay gibi günahsız ve sevdanın kalbine basa basa çıktığımız ki onulmaz bir sabahın gölden su içtiği ilk ayı ki Türkçe’nin “sütdişleri” kopardı dalından bir elma bir elma bir elma ve bahçenin kalbi tenha gezen çoğul bir keman: hani telleri 28 geyik izi dağgölüne düşen insan dolu bir deniz gibi uzar kanar bir buluta ilksabahtan kenar bir yolcuyum ışıkları erkenden sönen bir kasabada uyanırım gölgeli yerlerimden çocuklara sahip çıkan bir masal kaç yılın kavuşmasıdır kavimler kapısında hüznün ve beyazın bütün çiçekleri toplanmış gölgeyi tozu ve çakıltaşlarını yeniden kurmak için nice bin yıldan beri eser bu rüzgâr? .. sabah incebeyaz türkündü sen bana bağlanmakla kuzeye gittin ve bir narçiçeği gibi güneşi uyandırıp seviyorum ikimizi isterdin elbet annen askerden kalma bir kız değil: bahar ve sonbahardan bir kadın olsun: üstelik İstanbul’da yaşar hem bahar hem sonbahar güzeldir atmeydanı’nda galata’da 12 mart ve 12 eylül gene de bizim kederimizde başka tarih başka coğrafya ve geyiklerin izi var seviyorum sesimizi 29 göl, gül, tuz, turnalar Suna Tanaltay’a mektup yerine sana mektup yazdığım zaman gönderemiyorum bu benim yazı’mı yarım bıraktığımdan değil savruk da değilim örgütlüyüm kalbime karşı: sevdiklerime ilksiz sonsuz bağlıyım bir çiçek açmış -benzersiz- ve solmamış bir daha bir hasret gibi izlemişim o çiçeğin rengini evde yolda kitaplarda bir koku gibi değil ayrı düştüğüm bur ülke gibi yakından sana bir mektup yazdığım zaman gecikiyorum bu benim yazı’ya gecikmem değil yazgı da değil çünkü yazmak bir sebep nehirler bu yüzden akıyor kalem ve mürekkep sana bir mektup yazdığımda şehirler kalıyor kimi ağrı kimi kars kimi şırnak kimi mersin derin vadilerde derin maviler ya da portakal bahçelerinden akdeniz’e bakan bir akşam yaza yaza buldum sızlayan yerlerimi sana mektup yazdığımda turna turna turnalar uça uça gökyüzü topladı kalbim kurşun işlemez dünyanın her yerinde hür ve yalnızım gene de hangi göl gökyüzü ya da hangi kalp bir mektuba sığmıştır: bu fotoğraftaki çocuk gibi ipek bakır ve kader gibi yan yana yazılan ve ayrı ayrı açıklanan her yol ve kavuştukça gölden uçan bir çift turna gibi ya da güzellikle arası iyi bir insan gibi ezberledim haritaları uyandırdım dünyanın uyuyanlarını kalbime doğru: yoksulları yetimleri kadınları kızılderilileri unutmadım bu fotoğraftaki genç insan gibi sevdim: inandım bağlandım kaldım kar suları gibi ya da tuzdan bir yola benziyor şarkım... Sana bir mektup yazdığımda tuzdan bir yola benziyor şarkım: uçar gider göle karşı güle karşı... 30 aşkın büyük harfleri “Çocukluğum bana kalsın” Suna Tanaltay öyle uzun yaşadı ki dünyada yoksullar kadınlar kızılderililer örgülü saçları çözüldü koyulaştı günden güne, çıplak bir yara gibi duydunuz acısını dünyanın, saçlarını taradınız güneşin, ördünüz, ucuna boncuk bağladınız aşkın büyük harfleriydi: elyazı’sına dönüştürdükçe bir nehir aktı kırmızı yürekli bir nehir içinizden dünyanın bütün dağlarından doğup bütün vadilerine bahar getirdi: çocuklar büyüsün ve geceleri anneler uyusun kanat gibi tüy gibi olmasa da uyku bir kusur gibi durmasın diye gözlerinde Aşkın büyük harflerinden geliyordunuz kendi kalbinde kalıp çalkalanması bir denizin oysa bir yazgı gibi okyanusları sordunuz, kıyısız kimsesiz sessiz her evin bahçesinde bir gül varcasına -yalnızca fırtına kuşları mı: fırtına gülleri de var- o gül sizde açtı sevda gibi derinde, kederinde siz ahmet hamdi beyin en güzel öğrencisi kırmızı yürekli bir zaman akıyor kalbinizden ve bir sabah gibi çağırdınız sevinci odalara bahçelere yazlara: gece bir serinlik buldu sizde çocukluğunuzu yazın: bize kalsın 1 Nisan 2000, İstanbul 31 tozan güz gönderdim sana aldın mı kalbimi koydum içine aldın mı kar yağıyor ırmağın içine ağladım sesimi aldın mı akşama bakıyorum şehrin iki yakasında hırçın bir tarih kalbim dağlara taşlara doğru yabanıl ve yaralı aşk kandırıyor beni güneşe çıkarıyor eski bir uygarlığı içimin çiçeklenmesinden anlıyorum bunu güzü anlıyorum yaprak dağılınca incedir kuşlar ıssızlıkta akar pencereden göğün vadisine kadındır evim zencidir kızılderilidir coğrafya öğreniyor güneşin atlasından kelimelerin ağzından su içiyor yükü ipek gibi ağır bir tren geceye gidiyor ve kime yetimdir benim ruhum yoldadır geceyi anlatıyorum kapılar kapanmadan kıvrılıp kendi kalbini uyuyan aya aşkın ve bedenin tuzunda gezen tozan aya kırk dört yaşındayım sabaha uzak akşama yakın yetimdir benim ruhum yolda atı ölmüş tay gibi güz gönderdim sana aldın mı kalbimi koydum içine aldın mı kar yağıyodu ırmağın içine ağladım sesimi aldın mı 32 derman değil gecenin sesini aldım koynuma kimler sarsa bu yarayı can değil yağmurun sesini aldım koynuma tipi değil boran değil kan değil sabahın sesini aldım yanıma kim sorarsa bu yarayı bulan değil rüzgârın sesini aldım yanıma gece değil gündüz değil an değil dağların sesini aldım canıma kim bilse bu yarayı saran değil yolların sesini aldım canıma gül değil diken değil yâran değil 33 derin dondurucu güneşin altında oturur kayalarda ve göğe yakın yerleri süt kokar akan suda yıkanan yorgun ay geceden çıkıp usul usul çimenlere gider yapraklara ve rüzgâra çevirir gecenin gövdesini açar uyumlu sessizlikte acıyı çeker toprak havalandırır saflıktan kurulu uygarlıkta nasıl geçerse yaz öyle geçer gövdenin denizini sabaha kadar sınayan rüzgâr nehirlerin terli sesidir donmadan bulanmadan Y harfi gibi zamanın yatağından kayayı söküp alan ateşin sesi karların sesi hiçbir şey unutulmaz güneş altında her şey sırasını bekler her şeyin dünyası yenidir güneşle bir kez yıkılmışsa insan aşka düşürür yolunu taşa toprağa tahtaya ve kâğıda suya düşürür ağrıdağı’nı gördüğüm gün türkçe’ye çevirdim acılarımın cümlesini 34 hudut “Sana ayrılığın yayını bıraktım al Bir de adını bilmediğim gökyüzünü” Melih Cevdet Anday uzaktan baktım kendime yüzümü aya yatırmış gidiyordum ev kadar kimsesiz ray kadar hızlı ve iki şehir arasında çoktan bir yurtsuzluğa varmış sözün kalbine gidiyordum yurtsuz söz dağlara benzer ve ne hazindir insanın dağlarını terketmiş olması bir zamanlar ıssızlığın annesiyim ben yollar büyüttü beni trenler garlar yalnızlık kadar beyaz ve diri bir ay aralayıp gövdenin karanlığını acı terbiyesinden geçmiş özgür bir ruh gibi kendine gidiyordu haydi gel pencereden yüksek düşelim kuşlar senin olsun çimenler benim en son kendine yaklaşıyor insan ya da çıkıyor kendinden usul usul rüzgâra adını veriyor sırrını veriyor ağzını ağzımla sınayan ölüm sularda bir akşam solana kadar haydi gel kuşlardan düşelim ağaçlar senin olsun çimenler benim ıssızlığın annesiyim ben yollar büyüttü beni trenler garlar limanlar ne güzeldir şiirin olması dünyada ve ne hazindir dünyanın küçük telâşlarına büyük bir tarih ve geniş bir coğrafya olarak yerleşememesi insanın dağları bölmek suları bölmek yolları bölmek ne hazindir sana ayrılığın yayını bıraktım al bir de adını bilmediğim gökyüzünü
Fevzi GünençKayıt Tarihi : 7.12.2004 23:23:00
© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.
Bu şiire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!