Şahmaranlar(29) Şiiri - İsmet Barlıoğlu

İsmet Barlıoğlu
1529

ŞİİR


6

TAKİPÇİ

Şahmaranlar(29)

Karısının her zaman çalıştığı köşeye, o tepeleme torba, çuval yığılı köşeye, o ayni zarflarla dolu masaya baktı. İçinin biryerlerinde birşeyler koptu. Gözlerine inanamıyordu: Karısı orada, o alışılmış köşede, o alışılmış masada yoktu. Yerinde birileri, bir başkaları, bir tanımadıklar çalışıyordu.

‘Birileri ama O değil… Minicik değil… O değil… O değil… O yok… Minicik yok… Onbeş gündür hiç mektup göndermeyişi işte bunun içinmiş… O yok… Minicik yok…’

Tanımadığı birine:
- Mine Hanım nerede?
Diye sordu. Adam işini bırakıp yüzünü buruşturarak ona baktı:
- Mine Hanım mı? .. Mine Hanım yok artık… Onu bir daha bulamayacaklar… Çok çekmişti zavallı… Fakat nasıl yel gibi geldiyse, işte öyle sel gibi de gitti… Birdenbire… Kimseler ummuyordu, beklemiyordu… Kurtuldu artık şu pis çevrenin, şu pis alemin sıkıntısından… Mine Hanım da yoklarımız arasında artık…
Delikanlı zemindeki dolu çuvalların, ağzı bağlı, mühürlü torbaların arasına yıkılırken kafası kof bir sesle betona çarptı.
Kendine geldiği zaman, üzerinde gerçeğin değişmezliğine inanmış bir tutum vardı. Gözleri sabit bakıyordu. Çevresine yığılmış olanlar, o iki diş boşluğundan kenetlenmiş dişlerinin arasına su dökmeye, kasılmış yumruklarını zorlayarak açmaya, gevşetmeye çalışıyorlardı. İlk tanıdığı yüz, billur gözlüklerinin ilk defa arkasından bakarken gördüğü şefin yüzü oldu. Adam birilerine:
- Lan deve… Diye bağırıyordu. Siz hiç adam gibi konuşmayı beceremeyecek misiniz? Bur ‘dan başka İstanbul yok oğlum. Lastikli sözlerle konuşup çetrefilli edebiyat yapacağına, ‘Mine Hanım onbeş gün önce Sirkeci PTT ‘ye atandı. Şimdi orada çalışıyor.’ Diyemez miydin? .. Ne zaman düz, kısa, açık, kesin adam olacaksınız siz? .. Az daha başını yiyecektin çocuğun… Lan deve, bu adam tam altı aydır eşinden ayrı… Bu adam Mine Hanım ‘ın kocası… Mine Hanım ‘ın beyi…
Delikanlı yattığı terden durgun, ölgün sordu:
- Mine sağ mı? Sirkecide mi?
Burundan takma billur gözlüklü şef, tıpkı doktormuş gibi, bir eliyle delikanlının nabzını tutmuş, obir elindeki kapağı açık cep saatine bakarak vuruşlarını sayıyordu.
- Elbette sağ. Sağ olmayıp da ne yapacaktı yani? Tabii sağ ve çalışıyor. Ama Sirkeci ‘de. Toptan taahhütlüde. Giriş merdiveninin solundaki serviste. Orası buradan daha rahattır.
Delikanlı birden yerinden fırladı. Üzerine eğilmiş olanların kimi korkuyla, kimi eline-beline çarpılmasıyla kaçıştılar. Çevreye dağılan, çuvallar, torbalar üzerine düşen şaşkın kalabalığın içinden kurtulup kapıya doğru koştu. Dışarı çıkıp sokakta kayboldu. Meraklılar koşuşup bakmak için içeriden dışarıya saldırdılar: Akıp geçen arabaların, yürüyen-duran insanların, yük taşıyan iki büklüm olmuş hamalların aralarından rüzgar gibi gidiyordu. İzleyenlerden birileri başını salladı:
- Taaa Sirkeci ‘ye kadar koşacak, belli…
- Çok kararlı…
- Şaşkın.
- Otobüse binmedi. Dolmuşa, taksiye binmedi.
- Belki de parası yok.
- Bu adam müfettiş oğlum. Hem de iş müfettişi, oğlumun oğlu. Denizde kum, bunlarda para. Şimdi bunda, para topla-tomarla. Nah böyle; efendi babanın o silindir şapkası gibi.
Sonra birer-ikişer işlerine döndüler.
Delikanlı köprünün kalabalığına dalmıştı. Vapurların düdükleri, araba selinin klakson ve tekerlek sesleri, şurada-buradaki satıcıların bağırtıları arasında koşuyordu.
Az sonra hızlanacağı anlaşılan yağmurun hazırlığını sezen satıcılar, işportalarını topluyorlardı. Sağda-solda açılmış tek tük, kara kara, beyaz beyaz, her renk şemsiyeler göze çarpmaktaydı. Yağmur birden bastırmıştı. Batıdan doğuya doğru kamçı gibi vuruyordu. Çevredeki canlılar, bir anda, sığınacak birer yer bulmak için kaçışıp kayboldular. Arabaların klakson ve tekerlek sesleri çoğaldı. Yağmur, altında akıp giden arabaların sac kaportalarını dövüyor, yankılı tınlamalar çıkarıyordu. Acı sinyaller vere vere, her geçtiği yeri taş kesilmiş bıraka bıraka, tepesindeki ışığını döndüre döndüre Eminönü ‘den köprüye dalan cankurtaran Karaköy ‘e doğru uçtu. Çatıların altlarında, mağazaların önlerinde, kapalı otobüs duraklarında öbek öbek insanlar vardı. Sirkeci ‘de Milli Piyango ‘nun önünde bir özel arabayla kentlerarası bir yolcu otobüsü çarpışmıştı. Sırılsıklam ıslanmış meraklılar, arabaları seyrediyor ve olayın tartışmasını yapıyorlardı.
Delikanlı, başından, saçlarından, burnundan, kulaklarının memelerinden ve elbiselerinden sular aka aka, büyük postaneye doğru giden yolda koşuyordu. Elbiseleri yaş muşambalar gibi vücuduna, saçları ıslak lifler gibi kafasına yapışmıştı. Basamaklarına insanlar tünemiş, sağı-solu kartpostal satıcılarıyla çevrili postane binasının mermer merdivenlerinden çamurlu ayaklarının izlerini bırakarak içeri dalarken, merdivenlerde tüneyenler kendilerine dokunmasın diye kaçışıp dağıldılar, yol verdiler. Merdiven solundaki servisin kapısını iterek içeri saldırdı. Servis bankolarının gerisinde çalışan bayan memurlar başlarını kaldırıp çatacakmış gibi baktılar. Serviste acı bir çığlık koptu:
- Kubi…
- Minicik…
Erimiş, tükenmiş, sararmış genç bir kadınla, iliklerine kadar ıslanıp soluk soluğa kalmış genç bir adam, yüksek bankoların önünden arkasından kucaklaştılar, birbirlerine sıkı sıkı sarıldılar. Genç adam:

- Minicik, Sivas ‘a atandın, biliyor musun? ..
Diye haykırıyor ve genç kadın, başı kocasının ıslak yüzüne yapışmış, hüngür hüngür ağlıyordu.
(Devam edecek…) 29

İsmet Barlıoğlu
Kayıt Tarihi : 7.7.2005 03:10:00
Yıldız Yıldız Yıldız Yıldız Yıldız Şiiri Değerlendir
Yorumunuz 5 dakika içinde sitede görüntülenecektir.

Bu şiire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!

İsmet Barlıoğlu