Ufuk ağır ağır karardı,
dağların doruğunda eski çağların uğultusu yükseldi.
Rüzgâr, göğün görünmez atına binmiş,
kıtalardan kıtalara uzanan bir yolculuğa çıktı.
İlk esinti değdi toprağa,
yapraklar ürperdi,
denizler kabardı,
tarlalar altın başaklarını eğdi ona selam vermek için.
Her uğultu,
bin yıllık hikâyelerin gökten süzülen yankısıydı.
Kuru dallar can buldu,
göl suları titredi,
çölün susuz yüreğine serinlik indi.
O, dağların doruğunda kartallarla yarışan,
denizlerde köpükleri şahlandıran
göğün özgür nefesiydi.
Ve ben gördüm ki,
rüzgâr yalnızca hava değil,
zamanın taşıdığı söz,
görünmeyen diyarların
gizli habercisiydi.
Ama bazen, geceye karışır hüzünle,
kayıp anıların peşinden sürüklenir sessizce.
Bir melodi gibi, uzaklardan gelir uğultusu,
unutulmuş düşlerin hışırtısı olur kulağımda.
Rüzgâr, ne kadar özgür görünse de,
taşıdığı sırların yükü ağırdır.
Her fısıltısında geçmişin gölgesi vardır,
ve her esişinde geleceğin umudu gizlenir.
İşte o anda anladım,
rüzgârın en derin sırrı,
yaşamın kendisi gibi,
dökülen yapraklarda, kırılan dalda,
ve suskunluğun içinde saklıdır.
S.GÖL
Seyrani Göl
Kayıt Tarihi : 12.8.2025 20:19:00





© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.
Bu şiire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!